Aylan için…
Bazı sözcükler vardır. Yazıldıkları ve söylendikleri kadar kolay bir anlam taşımazlar. Belli bir ağırlığı vardır. Boyutlarından çok daha büyüktür ağırlıkları. AŞK örneğin. Üç harfli ve tek seslidir. Bir nefeste söylenir. Ama anlamı bir ömrü kapsayabilir. Bir başkası SEVGİ’dir. Bir ömrü değil bir dünyayı alır içine. Varlığı huzur ve mutluluğa yol açar. SAYGI ona keza. Sevgi ile birbirlerini tamamlarlar. Bunlar bir çırpıda olumlu olarak aklıma gelenler. Bir de yine küçük boyutlu olup da acı anlamlar taşıyanlar vardır. Hem de çok acıtırlar insan olanın yüreğini. Bu sözcüklere örnek olarak da GÖÇ’ü verebilirim.
Göç sözcüğü söylemesi en kolay sözcüklerdendir. Tek seste, bir nefeste söylenebilir. Fakat altında taşıdığı dram, üzüntü, keder, acı ve yaşamak zorunda bıraktıkları…
Bu aralar yakından yaşıyoruz bu sözcüğün anlamının yol açtığı yıkımları. Sınır komşumuz Suriye’den ülkemize göç eden mülteciler gösteriyorlar bize göçün ne demek olduğunu. Bir gecede yaşamların değişmesinin ne demek olduğunun canlı birer örneğidir onlar. Sahip olunan tüm mülkiyetin ve bunun da ötesinde sevdiğin insanları geride kalıp bir bilinmeze yol almanın ne demek olduğunun örneğidirler. İşte tüm bunlar var olan UMUT içindir. O umut taşınmasa insan bilinmezlere nasıl yelken açsın ki?
Gülsevin Kıral’ın Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan “Umut Sokağı Çocukları” tam da bu yaraya parmak basan, bakıp da göremeyen, görse de anlamayan çocuklara GÖÇ’ün ne olduğunu anlatan bir kitap.
Umut Sokağı Çocukları, bölümlerden oluşan bir roman. Her bölüm birbirini tamamlayan hikâyelerden oluşuyor. Fakat bölümler farklı gözlerden anlatılıyor. Ali, Havva, Karabaş, Murat, İnci, Rojda, Mahmut, Hasan, Selo, Berivan, Eje, İnci ve Danny anlatıcılar. Türkiyeli ve Suriyeli anlatıcılar bunlar.
Sevdiklerini ve yaşam alanlarını geride bırakarak Suriye’den İstanbul’a gelen insanlar aynı mahallede farklı kapılar ardında ve ne acıdır ki sefalet içinde yaşamaktadırlar. Anlatılan hikâyenin benzerlerini, yaşadığım kentte de görebildiğim için gözümde canlandırmak zor olmadı. Çocuklar, top oynarken kırdıkları cam yüzünden otelciden sürekli azar işitseler de yabancı bir gazeteci olan Danny onlar için umut olmuştur. Danny, savaş mağduru çocuklar hakkında yazı dizisi hazırlamak amacıyla Türkiye’de bulunmaktadır ve onların sesi olacaktır. Hasan’ın babasının işsiz olması ve bu durumun beraberinde getirdiği çaresizlik, Berivan’ın kardeşinin çıkıp geleceğini hayal etmesi ve tüm bunların ötesinde beslenen umut!
“Bu Suriyelilerin ülkemizde ne işi var” diyerek çocuk büyüten empati yoksunları başta olmak üzere çocuklar ve böyle söylemese de mültecileri tam anlamıyla anlayamayanlar görsünler diye alıntılıyorum buraya: “… Annem bir süre sessiz kalıyor, gözleri dalıp gidiyor; belli ki yaşadıklarımızı, bunca acıyı nasıl anlatacağını düşünüyor. ‘En büyük isteğim eve dönmek’ diyor. Keşke gene savaştan önceki gibi yaşayabilsek. Ama savaş bitse, evimize, memlekete geri gitsek bile, aynı hayatı kuramayacağız. Kayıplarımızı, yaşadıklarımızı nasıl unuturuz.” (s.72)
İnsanoğlu unutmaz. Yapılan iyiliği de kötülüğü de… Bu yüzden empati ile yaklaşmak gerekiyor bu insanlara. Minik Aylan’ın sahile vuran bedenini gördükten sonra vahların tühlerin bir anlamı kalmıyor çünkü. Önemli olan yeni Aylanları sahilde cansız olarak görmeden neler yapılabileceğidir. Bu düşünülmeli.
Savaşsız, sömürüsüz bir dünya ve çocukların başta yaşam ve eğitim hakkı olmak üzere sağlık, barınma, beslenme vb. tüm haklarını eksiksiz yaşayabilmelerini dileyerek noktalıyorum yazımı.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (30 Kasım 2015)