Brezilyalı yazar Julian Fuks’un kaleme aldığı “Direniş”, abisine ithaf etmek için bir kitap yazmaya başlayan Sebastian’ın, geçmişini aramak için kendini attığı Arjantin sokaklarında yurdunun, ailesinin, kimliğinin peşine düşmesiyle yüzleşmek zorunda kaldığı gerçek “direniş” fitilinin ateşlendiği yere varmasını ve gerçek “direniş”in bütün bir hayata yayılışını kimlik, aidiyet, aile gibi kavramlar üzerinden ele alıyor.
“Erkek kardeşim evlat edinilmiş bir oğul,” diyor Sebastian. Cümle gayet net. Tavır da net. Nokta atışı. Gözyaşı dökmeye kadar gitmese bile dudak bükmeye yetecek bir tarife sahip Sebastian’ın abisi Emi’nin yeryüzündeki “pozisyonu”. Bu “pozisyon” bir sıfata dönüştüğünde altını dolduracak saçma sapan fikirler sonrasında gelecek birçok eylem de var üstelik. Sırt sıvazlama mesela. Telkin sözleri örnekleri: “Biz seni onlardan hiç ayırmadık ki!” Onlar? Gerçek evlatlar. Öz be öz tamamlanmamış ya da tamamlanması henüz devam etmekte olan “projeler”. Her “mimarın” onlara yüklediği anlamlar, etken öznenin bir uzantısı, eksik, yarım kalmış soyut ve somut manaların hayata geçme ihtimali, belki özlemi, belki de şartı. Kim bilir? Biz bilemeyiz. Ancak Julian Fuks biliyor. 1981 yılında Arjantinli bir ailenin çocuğu olarak Sao Paulo’da doğan Fuks, yazmaya çeşitli dergi ve gazetelerde başlamış. 2004 yılında ilk kitabı Fragmentos de Alberto, Ulisses, Carolina eu yayınlanmış. Ardından gelen birkaç kitaptan sonra 2015 yılında sahneye “Direniş” romanıyla çıkmış. Bu kitap ona Jabuti Edebiyat Ödülü (2016), Oceanos Edebiyat Ödülü (2016), José Saramago Edebiyat Ödülü (2017) ve Anna Seghers Ödülü’nü (2018) kazandırmış. Nihayetinde de aradan yedi yıl geçtikten sonra bu yazıya da konu olan “Direniş”, Timaş Yayınları’ndan Bengi De Sa Matos Paixo çevirisiyle Türkiyeli okurlarla buluşuyor. Kitap, yukarıda sözü geçen isimleri, sıfatları, önermeleri, savları eşeleye eşeleye kimliğe, sürgüne, aidiyete ve aile bağlarına ve cunta tecrübesini iliklerinde işlemiş bir ülkeye kadar götürüp ortaya onlarca soru bırakıyor.
“Direniş”teki anlatıcımız Sebastian, henüz kitap başlamadan, “Bir kardeşten çok daha fazla olan Emi’ye,” diyerek atfettiği kitabının niyetini ortaya koyuyor ve kendini bıraktığı Arjantin sokaklarında takvim yapraklarını geriye doğru koparmaya başlıyor. Rakamlar birer birer eksilirken ve Emi’nin girişte değindiğim “pozisyonu” yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken, Sebastian bu yolculukta anne ve babasının da geçmişiyle “tanışma” imkanı buluyor. Bu karşılaşma salt bir ebeveyn geçmişi tarama değil elbette. Zira Sebastian’ın “sol kanadın” farklı fraksiyonlarında yer tutmuş anne ve babasının üzerinden bir ülkenin en kanlı zamanlarından birinin üzerinden de geçiyor. “Darbeler dönemi” olarak adlandırabileceğimiz yirminci yüzyılın sonuncusu olan ve Arjantin’de “devlet terörü” olarak anılan, “kirli savaş dönemi” diye bilinen 24 Mart 1976 darbesinde işkenceden geçmiş ve kurtuluşun silahla olduğuna inanan Yahudi babası ve cuntayla mücadelenin silahsız olması gerektiği düşüncesindeki annesi ve arkadaşlarının “kurtuluş yolu” hakkındaki fikir alışverişlerine de dahil oluyor Sebastian. Her ikisi de psikanalist olan anne ve babasının buluştuğu ortak yer, “hastalar”ı hamura çeviren ilaçla tedavinin yerine daha insanî yöntemler deneyerek onları iyileştirmenin haricinde, sahip oldukları politik görüşün getirdiği travmalar ve paranoyalar oluyor. Malum, tarihi elbette haksız çıkarmıyor ve kendini ilan ederek Sebastian ve ailesi Brezilya’ya sürgüne gönderiliyor. Kitabı böyle özetlemek sanırım yeterli olacaktır. Gelelim esas meseleye…
“Direniş” denince elbette aklımıza barikatlar, sloganlar, “dava” uğruna yitirilen canlar, kayıplar aklımıza geliyor. Julian Fuks bunların tümüne değiniyor ancak onun kitabındaki “direniş”i başlattığı yer, yani çocukluk, kelimenin anlam çıkarımını çok başka ve haklı bir yerden yakalıyor. Yazarın üzerine basa basa değindiği, insanın ailesini, yurdunu, kimliğini “kendi tayin edememe” hakkı, çekirdekten bir “direniş”in kıvılcımının başladığı yer aslında kitapta. Kardeş Sebastian da geçmişe doğru açtığı her kapıda daha da yaklaştığı üvey kardeşinin “sessiz direnişine” ortak ediyor okuru. Henüz ana rahminde suyla boğuşarak başlayan “direnişin”, bütün bir hayat boyu sürdüğünü, kısaca “yaşamanın direnmek” olduğunun altını çiziyor Fuks.
edebiyathaber.net (13 Ocak 2023)