Daha önce Ağa, Şeyh ve Devlet (1992, Martin van Burinessen’den çeviri), Keder Perileri (öykü, 2008), İmajdan Kimliğe: Cumhuriyet Dönemi Romanlarında Kürtler (Araşırma/İnceleme, 2015) adlı kitapları yayımlanan Remziye Arslan’ın ikinci öykü kitabı, Şevba’nın Yazılmamış Tarihi. (Red Yayınevi, 2023)
Elazığ/Maden doğumlu yazar. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu… Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanmış. İsmine de yazdıklarına da aşina olmadığım Remziye Arslan, kimi teknik hataya ve birkaç sözcük yanlışına rağmen iyi bir anlatım diline sahip. Girizgâh niteliğindeki Meçhul’deki ‘yol’ metaforu, bana ikinci baskısı Telos’tan(2000) yapılan Yaşamın Özge Yorumu adlı kitabımdaki hikâyelerden Işığı Görmeden’i anımsattı. 110 sayfalık kitap Zamane ve Evvel Zaman diye iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde 12, ikincisinde de 4 hikâye var.
Bence öykü/hikâye türü ancak kurgu ve dille ayakta kalır, gelişir ve de karşılık görür. Bu ikili bir paranın iki yüzü gibidir ve bu tür için de hayati önemdedir. Bu yüzden öyküde/hikâyede kurgusal da olsa yaşanmışlık, sahicilik duygusunu okura yansıtmak, okurun öyle duyumsamasını sağlamak pek de görmezden gelinecek gibi değil yazarlar için. Kurgu da olsa bir bütünlük ve kurgunun doğal akışı içinde söylenmesi gerekeni doğru ifade etmek kadar fazlalıklardan arındırıp daha rafine hâle getirmek de önemli. Yaşadıkları yerlerin, içine doğdukları ortamların yüzünden sıkışıp kalmışlığın bireylerde yarattığı sonuçları kurmaca edebiyatta yansıtmak gerçekten de bir olgunluk ve beceri gerektirir.
Remziye Arslan’ın anlatı dünyasında öne çıkan yazınsal çeşitliliğin bir yanı tanıklıklara, yaşamsal deneyimlerinden içselleştirdiklerine; bir yandan da okuduklarından kotardıklarına dayanıyor. Onun hikâyelerindeki izlek benzerliklerine rağmen yarattığı dünyanın insanları örselenip parçalandıkları noktasında buluşurlar. Hikâyelerde biz yaşanmışlıkları anlatılan kişilere eşlik ederiz. Öte yandan da anlatılanların nereye varacağına dair zihinsel bir yolculuğa da çıkarız. İşte bunu sağlayan kurgu ve dil bütünlüğü ve uyumudur. Merakı kaçınılmaz yapan da budur. Çünkü sahici hikâyecilerin derdi anlatıcılarına anlattırdıkları hikâyelere insanların kulak vermeyi istemelerini sağlamaktır. Bilirler ki bunu sağladıkları oranda iyi anlatıcı/hikâyeci olurlar. Masal atmosferini kimi hikâyelerine yedirip farklı farklı anlatıcılarla hikâyelerini anlatan/yazan Remziye Arslan da bunların bilincinde biridir.
Zamane, şimdiyle ilgili olduğu gibi öncesini ve sonrasını da kapsayan bir anlamı var. ‘Ben böyle, kafese kapatılmış bir şehzadenin hayalperestliğiyle dalıp gitmişken…’ diyen anlatıcı yaşı, mesleği, niçin yolculuk yaptığı bilinmeyen genç bir adam. Derin uykunun yarattığı unutkanlık yüzünden çıktığı tren yolculuğu aslında bir metafordur. Benöyküsel dille anlatır Tünel’in anlatıcısı içindekileri ve o akışta gördüklerini… Ünlü Kürt Şair Cegerxwin’e adadığı Gülün Kokusu elöyküsel anlatımlıdır. Anlatıcı eril mi, dişil mi anlaşılmaz. Yolda giderken bir bahçıvanın bahçe çöplerini atmak için koyduğu el arabasından düşen mis kokulu yedi güllü dalın peşine düşer. Ve adeta şairin ilgili şiirlerini hikâyeye yedirerek yedi gülün ulaştığı yedi kişinin hikâyesini anlatır. Bence en sağlam ve en etkili olanı da bu… Dert Yükü de benöyküsel dilli bir hikâye. ‘İzah edebilir miyim, efendim?’ cümlesinden anlıyoruz ki bu anlatıcı da bir erkek. Sebepsiz bir sıkıntı yüzünden uykusu kaçar. Pencereden dışarı bakarken bir yangın görür ve dışarı çıkar. O andan sonraki yaşadıklarını ve geçmişe dair düşündüklerini anlatır. Yağmurlu Bir Günde ise acılı ve kısa bir hayatı olan, şiirleriyle, yazdıkları ve yaptıklarıyla sonsuza doğan Furuğ Ferruhzad’a adanmış bir hikâyedir. Onun şiirlerini ve kendine özgü sesini anlatı içinde duyumsamak kaçınılmazdır. Benöyküsel dilli hikâyenin anlatıcısının, ‘Saçlarımdan süzülen damlaların koltuğu ıslattığının farkındayım,’ demesinden dolayı genç bir kadın olması kuvvetli bir ihtimal. Şairle duygudaşlık kurarak duyumsadıklarını ve kendini anlatır. Yatılı İlköğretim Bölge Okulu öğrencilerine adadığı Eve Dönüş üç ayrı hikâye gibi görünse de bana göre, bir değnekte üç boğum gibiler. Çünkü anlatıcılar ve hikâyeleri anlatılanlar içine doğdukları ailelerden, yerlerden ve bölgeden hatta egemen anlayıştan ve bunların yarattığı ortamdan ayrı değiller. İlk hikâyenin anlatıcısı küçük Bedirhan’dır. Benöyküsel dille annesinden ayrılışını, yatılı okula bırakılışını ve birkaç yıl sonra eve dönüşünü anlatır. İkincinin anlatıcısı da sanki Bedirhan’dır, yazar tarafından belirtilmemiş olsa da; bunu düşündürten bağlaç olan ana izlek: eve dönüş… Ablası Gülizar’ın acılı hikâyesini ve kendi dışında gelişen olaylar yüzünden yaşadığı hazin sonu anlatır. Üçüncüsü, elöyküsel dilli bir hikâyedir. Anlatıcı kişisel hikâyesini anlattığı İsmet’i ve çevresini iyi tanısa da cinsiyetsiz biridir. İsmet, kız kardeşi Zehra’nın evden kaçış nedenini bıraktığı kısa nottan öğrenir. Onu, neredeyse her gece tecavüz eden ağabeyini öldürür. Yirmi yaşında girdiği cezaevinden elli bir yaşında çıkar. Şiirsel bir dille anlatır bize anlatıcı onun hem kişisel hem de etrafındakilerle olan ortak hayat hikâyelerini… Küçük Mutluluk hikâyesinin anlatıcısı da bir erkektir. Benöyküsel dille yeni aldığı evde huzuru ve mutluluğu yakaladığını düşünürken tanığı olduklarından dolayı yanıldığını anlatır bize. Apartman adlı hikâyenin anlatıcısı da bir kadın üzerinden yabancılaşmayı anlatır elöyküsel dille. Nizamettin Bey tek ironik hikâyedir. Titiz ve işkolik Müdür Nizamettin’i anlatan kişi onun, eril mi, dişil mi olduğu belirtilmeyen, memurlarından biridir. Müdürü ve kendilerini, ona karşı duyumsadıklarını anlatır benöyküsel dille… Arzu adlı hikâye iki bölümdür. İlki Devekuşu diğeri de Ebabil… İlk bölümün anlatıcısı kurgu gereği farkındalık duygusu gelişmekte olan küçük bir devekuşudur. Benöyküsel dille anlatır, babasıyla çevresini, yaşam alanlarını ve burayı paylaştıkları başkalarını ve suyun aynasında gördüğü kendisini… Kanatları olduğu hâlde bir turna gibi uçamayışını sorgular. Öteki anlatıcı da efsanevi, mistik ebabil kuşudur. O da adeta devekuşunun anlattıklarını, düşündüklerini bir torba gibi tersyüz ederek özlemlerini ve neredeyse ömrünü uçarak yollarda tükettiğini; böyle bir kuş olmaktan bıktığını anlatır. Yazarın, pek çok hikâyesinde olduğu gibi bu hikâyede de masal dili var. Masal anlatımlı hikâyeler sanırım onun seçimi.
Evvel Zaman, ”günümüzden çok önce” ve ”yıllar yıllar önce” anlamına gelir. Sözlü edebiyatın kalıplaşmış sözüdür. Masalların başında okunur. TDK’ya göre bu deyim, belirsiz ve tam olarak bilinmesi mümkün olmayan zaman demek ama Remziye Arslan, bu bölümdeki hikâyeleri masal ağırlıklı bir dille anlatıp bu kalıp sözün anlamına ters köşe de yaptırıyor demek isterim. Çünkü eskiye dair olsalar da özünde insanı barındırdıkları için şimdi yaşananlara da karşılık geliyor hikâye izlekleri. Benden İçeri’nin anlatıcısı, ‘ata yadigârı bir malikânenin yaşayan son sakini…’ olan bir erkek. Uzak ülkelerden ülkesine, tüysüz bir kuşun kanadında gelen hastalıktan dolayı iç yolculuğa çıkıp şimdisini, geçmişini ve geleceğini anlatır. Yaşadıklarını da sorgularken kendisinden kendine giden yolları bulmaya çalışır. Haberci de hikâye anlatımlı bir masal atmosferi taşır bu bölümdeki öteki hikâyeler gibi. Anlatıcı, kimin, niçin ve nasıl başlattıklarını bilmedikleri savaşa giden ve yaralı olduğundan dolayı yardım istediği için kayınbiraderi Şero’yu getirmeye giden eniştedir. İkinci bölümün anlatıcısı kim olduğunu bilmediğimiz biridir. Elöyküsel dille eniştenin gidişinden sonraki endişeli bekleyişi ve mahalledekileri anlatır. Üçüncü bölümdeyse enişte kendi hikâyesini, Şero’yu bulamayışını ve atını kaybedişini; ‘gidip de dönmemek, dönüp de görmemek,’ sözüne uygun biçimde güç olan dönüşünü, adeta mahalledeki tüm evleri insansız görmesini çarpıcı bir dille anlatır. Pastoral Bir Aşka Ağıt hikâyesi ilk sözcüğe atıftır bir biçimde. Anlatıcısı bir çoban Zino’dur, bir de Zino’yu ve imkânsız aşkı Şadiye’yi tanıyan biridir. Cinsiyetsiz anlatının anlattıklarıyla, Zino’nun anlattıkları ayrı düşmez, aksine hikâyeyi tamamlar. Son hikâye de kitaba ad olandır: Şevba’nın Yazılmamış Tarihi. Benöyküsel dillidir ve anlatıcılar da Bîşar, Tajdin, Ziya, Yadin ve karısı Feriza’dır. Bir Kasaba olan Şevba’nın ahşap köprüsünün bir gece yok edilmesiyle yerine yapılan taş köprü ile başlayan olaylar anlatılır. Bir yönüyle Deli Dumrul’a da gönderme yapılır adeta.
Remziye Arslan daha çok Sadık Aslan, Esma Ocak, Suzan Samancı damarından bir hikâyeci bence, izleklerini özgün bir anlatım dili ve kurgu içinde eritiyor. Merak öğesi de okuru saran bir atmosfere sahip. Bir kadın olarak içselleştirdiği kadın bakışını yalnızca Gülün Kokusu’nda gördüğümün de altını çizmek isterim.