Bir yazarın dünyasını tanımak için yazdıklarına bakmak yeterlidir, denilir. Bir yanıyla doğrudur bu. Flaubert, “Madame Bovary benim!” derken; yaratıcılığının da sırlarını veriyordu bizlere.
Bir roman, bir öykü, bir şiir yaratıcısının dünyasından izler getirir elbette. Acaba, tümüyle, yazarın/şairin hayata bakışını, duyup hissettiklerini bu kanallardan öğrenebilir miyiz?
Belki de bu ve bunun gibi sorulardır bizi/bizleri sanatçılarla ilgili başka yapıtların
yazılmasına, okunmasına yönelten. Ötesinde yazarın/sanatçının anıları, özyaşamı, günlükleri, mektupları da bize o dünyasının sırlı yanlarını açabilir..
Bu anlamda tutkunu olduğumuz yazarların/sanatçıların izlerinden gittiğimiz olmuştur. Çehov’la Gorki’nin, Gorki ile Tolstoy’un mektupları eşsiz bir dünya sunar bize. Onlara daha da yakınlaşırız. Kazancakis’in, Henry Miller’ın, James Joyce’un, Kafka’nın mektupları da o sırlı dünyalara bir kapı aralamaz mı? Rafael Alberti’nin özyaşamı Yitik Koru’da şairin dünyasının tanıklığına çıkmaz mıyız?
Bir bakıma yazarların/sanatçıların günlükleri de öyledir. Bir sanatçıya en yakın durduğumuz; onu bütün boyutlarıyla kavrayabildiğimiz yer ‘günlük’leridir. İçtenliğin ötesinde; iç dünyasına yolculuğun, dışa bakışın; düşünce ve duygu dünyasının, yaratıcılığının izlerini/yansılarını buluruz burada. Gün gün yazılanlar hayata ve zamana karşı ‘ben’in tanıklığını içerir.
Yazarların daha dışsal, yani gezilip görülen, tanık olunan yer/mekânlara dönük günlükleri/günceleri (gezi izlenimleri, yazıları değil kesinlikle) bu içgözlem günlüklerinden biraz farklıdır. Yine ‘ben’in gözlemevinden bakarız hayata, zamana, yaşanılanlara. Ama bir farkla; yazar/anlatıcı güncesine ağan tanıklığını çerçevelemiştir artık: belirli bir yer, yolculum, kent, mekân, zaman dilimi, hatta insan üzerinedir yazılanlar.
Albert Camus’nün Yolculuk Günlükleri böyledir. 1946’da ABD’ye,1949’da da Güney Amerika’ya yolculuklarının güncesidir. Katherine Mansfield’in Bir Hüznün Güncesi (1914-1922) yazarın içsel yolculuğunun tanıklığına çıkarır bizi.Dostoyevski’nin Bir Yazarın Günlüğü 1873 ise; yazarın yazma serüveninin tanıklığını içeren ‘açık günlük’tür. Edebiyatımızda da bunun örnekleri var.Özellikle Nurullah Ataç’ın Günce’lerini; Salah Birsel’in, Oktay Akbal’ın günlüklerini içsel yolculuğun tanıklığının ‘günce’si olarak almak gerekiyor.
Bir yazarın dünyasını tanımaktan söz ettim. Görüldüğü üzre; bizi yazarın dünyasına tanıklığa ulaştıran günce’nin (ya da günlük’ün) türsel bir zenginliği var.
1972 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi çağdaş Alman yazarı Heinrich Böll’ün İrlanda Güncesi bir bakıma böylesi bir yapıt. Böll, 1956’larda, ailesiyle birlikte İrlanda’ya gider. Bu ülkeye adım attığı günden (gemi yolculuğundan) ayrıldığı
güne; (hatta sonrasına, kitabın sonunda yer alan “On Üç Yıl Sonra” başlıklı yazıda bunu anar) kadarki tanıklığını günü döker. On sekiz bölümün (“Varış I”, ”Varış II”, “Michael O’Neill’in Ruhu İçin Dua Et”, ”Mayo-Tanrı Yardımcımız Olsun”, ”Bir Yerleşim Yerinin İskeleti”, “Gezgin, Politik Diş Hekimi”, ”Bir İrlanda Kentinin Portresi”, “Tanrı Zamanı Yarattığında”, ”İrlanda Yağmuru Üzerine Düşünceler”, ”Dünyanın En Güzel Ayakları”, ”Duke Sokağı’ndaki Ölü Kızılderili”, ”Gözler Ateşte”, ”Seamus’un Canı İçki İsteyince”, ”Bayan D.’nin Dokuzuncu Çocuğu”, ”Batı Mitolojisine Küçük Bir Ekleme”, ”Görünürde Hiçbir Kuğu Yoktu”, ”Şiveler”, ”Ayrılış”) yer aldığı İrlanda Güncesi; öncelikle bir yazarın dünyasını tanıtır bize. Hayata bakışını, gözlemevine girenleri yorumlayıp değerlendirişini; duygu, düşünce izlerini, tepkilerini, sevinçlerini, hüzünlerini… tümüyle burada buluruz. Bir yanıyla da yaratıcılığının kaynaklarını; neyi/nasıl anlattığının tanıklığına uzanırız. Böll, bunların ötesinde; güncesinde bir ülkeyi, bir ulusu, bir kültürü, bir coğrafyayı insanının karakteristik özellikleriyle tanıtıyor bizlere. Kalemiyle bir kamera gibi dolaştırıyor kentlerin sokaklarında. İnsan yüzleri tanıyoruz. Kenti soluyoruz bir an: ”Yoksul mahallelerin bazı yerlerinde kir, pencere camlarında siyah topraklar halinde durur; sanki birisi onu bacalardan, kanallardan bilerek oralara fırlatmıştır; ama burada hiçbir şey öyle kolay kolay bilerek yapılmaz; kendiliğinden olan şeyler şunlardır ancak: burada içilir, sevilir, dua edilir ve sövülür, Tanrı aşkla sevilir ve elbette ki yine aynı şiddetle nefret edilir ondan”(s.25)
Dublin’i adımlıyoruz birlikte. İrlanda’yı İrlanda yapan gerçeklere uzanıyoruz.
1950’den itibaren yazarlığı tümüyle meslek edinen Böll, 1951’de Gruppe 47 diye tanınan edebiyat ekolünün ödülünü,1952’de Renes-Schickele,1953’te de Güney Almanya öykücülük ödülünü, yine aynı yıl eleştirmenler ödülünü; 1954’te Eduard-vo-der Hegdt ödülünü almıştır. İlk kitabı Trenin Tam Saatiydi 1949’da yayımlanmıştır. Bu seyahati döneminde tanınmış bir yazardır o. Özellikle öyküleriyle özgün bir yer edinmiştir. İrlanda Güncesi, bir bakıma onun yazarlığının bu yanını sergileyen niteliktedir.
Bir yazarın dış’a, başka bir yer’e bakışının ilginç bir örneğidir. İmlediğim gibi bir tanıklıktır; hem yazarın yaratıcılık dünyasına, hem de bir ülkenin gerçeğine. Bir yazarın gözlemevine ağanların neler olabileceğini, bunların yazıya dönüşümünü gözleriz. Bir ayrıntı, gözlem ustasıdır, Böll. Geçen günlerin izlerini yansıtırken hayata, zamana ve mekânlara dair ayrıntıları incelikle işler güncesinde. İnsanların giyimi, konuşma biçimi ilgisini çeker. Bir ulus’un, yer’in tipik özelliklerinden söz eder. Örneğin: “Batı Avrupa nektarının-çayın- bolkepçe ve ucuza satıldığı gişenin önündeki kuyruk gitgide uzuyordu. Sanki İrlandalılar, İngiltere’nin az farkla önünde oldukları bu dünya rekorunu da ne olursa olsun ellerinde tutmaya çabalıyorlardı; İrlanda’da yılda kişi başına çay tüketimi hemen hemen beş kilodur; demek ki her İrlandalının boğazından yılda bir küçük yüzme havuzu dolusu çay akıyor.” (s.12).
Bakılıp görülenlerin çağrıştırdıkları, anımsananlar ve geriye dönüşler bu günceyi bezer adeta. Westport’a tren yolculuğu bir başka tanıklığı yansıtır bize: “Bataklıktaki küçük istasyonda gülümseyen çocuk başı kaldı orada. Katırtırnakları çiçek açıyor, küpeçiçekleri goncalanıyordu; vahşi yeşil tepeler, turba yığınları; evet, İrlanda yeşil, çok yeşil, ama onun yeşili yalnızca çayırların yeşili değil, aynı zamanda yosunun da yeşili, özellikle burada, Roscommon’un ötesinde, Mayo’ya giderken; yosun, boyuneğmişliğin bitkisi, kimsesizliğin. Terk edilmiş bir ülke burası, yavaş ama sürekli olarak halkı azalıyor; bizi – içimizden hiçbiri ne İrlanda’nın bu tarafını görmüştü ne de Batı’da bir yerlerde kiraladığımız evi gezmişti -, bizi hafif bir korku sardı; kadınlar boşuna bir çabayla demiryolunun her iki yanında patates tarlaları görmeye çalıştılar, sebze tarlaları, salatanın taze, açık yeşilini, bezelyenin koyu yeşilini.” (s.34).
Terk edilmiş köyler, görkemli bir doğa…
“Mutsuzluğun şiirselliğini” seven (s.47) bir halkın yaşamından kesitleri birer öykü tadında yansıtıyor, Böll. İrlanda Güncesi’ni okurken, Böll’ün yazar kimliğinin arka planına bakarken, onunla yolculuğunuzda yeni yerler, hatta yeni duygular da keşfediyorsunuz.
Günce’nin içtenliği, yaratılan sıcak atmosfer yazarın yaratıcılığıyla buluşunca; zengin bir okuma şölenine doğru pupa yelken gidiyorsunuz. Kuşkusuz burada kitabı Almanca aslından Türkçeye kazandıran İlknur Özdemir’in pırıl pırıl Türkçesinin payını anmalıyım. Böll’ün dünyasının zenginliğine doğru yol alırken bizden bir yazarın duygu ipiltilerini hissederiz. Bir yaz yolculuğunda bu kitabı yanıbaşınızda bulundurun, sözcüklerin tınısını duyarak yeni bir yolculuğa çıkacağınızdan eminim.
(*) İrlanda Güncesi, Heinrich Böll, Çeviren: İlknur Özdemir, 1999, Can Yayınları,146 s.
Türkçede Heinrich Böll:
- Savaş Bitince, Çeviren: Hayrullah Örs, 1966,Remzi Kitabevi,163 s. (öyküler)
- Ve O Hiçbir Şey Demedi, Çeviren: Behçet Necatigil, 1.basım:1966,Cem Yay.,(roman).
- İlk Yılların Ekmeği, Çeviren: Zeyyat Selimoğlu,1967, Yankı Yay., Yeni Basımı: E Yay.: 1973, 160 s. (roman)
- Trenin Tam Saatiydi, Çeviren: Zeyyat Selimoğlu,1967, Bilgi Yay., 157 s..Yeni Basımı: Yay., 1996, 119 s.
- Ademoğlu Neredeydin?, Çeviren : Zeyyat Selimoğlu,1971, Cem Yay., 230 s. (Roman)
- Cüce ile Bebek, Çeviren: Kamuran Şipal,1972 Cem Yay.,145 s., (öyküler)
- Saat Dokuz Buçukta Bilardo, Çeviren : Mehmet Harmancı,1972, Milliyet Yay., 317 s.(roman)
- Dokuz Buçukta Bilardo, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, 2000, Can Yay., 260 s. (roman)
- Solgun Köpek, Çev.: Yadigar Eğit, 2000, Can Yay., 168 s. (öyküler)
- Palyaço, Çev.: Ahmed Arpad, 2013, Can Yay., 253 s. (roman)
- Melek Sustu, Çev. Yadigar Eğit/Kasım Eğit, 2004, Can Yay., 202 s. (roman)
- Yolcu, Sparta’ya Varırsan eğer, Çev.: İlknur İgan, 2011, Can Yay., 205 s., (öyküler)
- Denemeler, Çeviren: Kâmuran Şipal, 1984,Cem Yay., 195 s.
- Gül ve Dinamit, Çev.: Kâmuran Şipal, 2000, Cem Yay., 272 s.
- Frankfurt Konferansları, Çeviren: Dr. Gül Akman,1985,Kültür ve Turizm Bak.Yay., 79 s.
- Frankfurt Dersleri, adıyla, Çeviren: Kasım Eğit, 1998,Can Yay. 98 s.
- Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru, Çeviren: Ahmet Cemal,1991, Afa Yay., 112 s.. Yeni basım: 1999, Can Yay., 126 s. (roman)
- Fotoğrafta Kadın da Vardı, Çeviren: Sezer Duru,1998, Can Yay., 370 s. (roman)
- Babasız Evler, Çeviren: Ahmet Cemal,1999, Can Yay., 302 s. (roman)
- Romancı Yönüyle Heinrich Böll, Gürsel Aytaç, 1975, Ankara Ünv.DTCF Yay.,312 s. Yeni basımı: Gündoğan Yay.
edebiyathaber.net (14 Aralık 2021)