Yaşar Kemal anlatı dünyasını incelerken karşımıza çıkan birçok gerçeklik vardır. Bunu ilkten insan – doğa ilişkisi olarak temellendirerek, dönemsel gerçekliklere bakışına yöneliriz.
Bu yerinde bir tespit olsa da eksiktir. Yaşar Kemal bir anlatıcıdır. Anlatısının başat öğesi kurmacadır.
Yazınsal serüveni ta başlangıçtan beri kurmacaya dönüktür. Onun sözel dünyanın içinden çıkıp gelmesi, sözel dünya gerçekliğini bilmesi kuracağı modern roman anlatısı için etkileyici kaynaktır, ama yönlendirici değildir. Onun için yönlendirici olan Stendhal’dır, Dostoyevski’dir…
Faulkner’a, Steinbeck’e bu anlamda yakındır; modern roman, anlatı yoluna katılarak yeni şeyler söylemektir çünkü.
Bu anlamda ne/yi anlattığına bakarak bir ayrım / tespit yaparsanız gene eksik kalır. O nedenle Yaşar Kemal anlatı dünyasını oluşturan anlatı adalarına bakarak onun takımada ve anlatı anakarasını ancak böyle değerlendirebiliriz.
Bu açıdan baktığımızda; “İnce Memed” başlı başına bir “ada”dır. “Dağın Öte Yüzü” de “Akçasat’ın Ağaları”, “Kimsecik” üçlemesi, “Bir Ada Hikayesi” de…
Denizi ve kenti anlattığı “Deniz Küstü”, “Al Gözüm Seyreyle Salih”, “Kuşlar da Gitti” anlatıları da bir adayı oluşturur. Buna da salt kenti yazdığı / anlattığı için bakmamalı.
Onun anlatısının en temel öğesi olan SARMAL ANLATI bu kez “Deniz Küstü”nün anlatım doğasında kendini var eder.
Yaşar Kemal burada bir labirentte gezinircesine anlatısının örgüsünü kurar.
Onu bir anlatıyı kurma biçimi ilginçtir. Bunu şöyle dile getirir; “Yazmaya karar verdiğimde bir konuyu kafamdaki birçok konu içinden o anda yazmaya niçin karar veriyorum, çok düşündüm, bunu sebebini bir türlü bulamadım. Bu günlerde kafamda yazmaya hazırlandığım İstanbul’da geçen üç tane küçük roman var. Bir tane de uzun roman var. Bunlardan hangisini seçeceğim, küçük romanları mı yoksa uzununu mu? Bu seçmeyi niçin yapıyorum, bilemiyorum.
(…) Kafamdaki bu romanları çoğunlukla önce hep yakın arkadaşlarıma anlatırım.” (s.152 / YKK Anlatıyor)
İşte onun anlatıcılığının kilit noktalarında biri budur. Başkasına anlatması. Sonrasında ise giderek kendini bir anlatı sarmalının içinde bulması. O süreci de şöyle dillendirecektir:
“Şimdiye kadar romanlarımı ilkten İstanbul yakınındaki bir deniz kasabası olan Şile’de yazdım. Kaldığım otelin önünde kilometrelerce uzanan bir kumsal vardır. Ben o kumsalda, her sabah erken kalkar yürümeye başlardım. Dönünce de masaya otururdum. Orada hep kışın çalışırdım…” (s.153)
Onun bu, yazma yordamı, yazma ortamı / mekanına göre kendi yazma adasını kurdurur. Labirent sarmalı da burada iyice belirir.
“Deniz Küstü”de bunun bir başka boyutunu da gözleriz: Başlayan ve süren anlatının sarmallaşan ritmi.
Roman şöyle başlar:
“Kahvenin kabaca yontulmuş kapısı sert bir tekmeyle ardına kadar açıldı, içeriye, elinde bir toplu tabanca tutan Zeynel’den önce, tozla toprakla birlikte, dışarıda denizi kudurtan lodos girdi. Zeynel önce kapıda bir an ikirciklendi, sonra ağır, temkinli, eşikte durup yolu kesti, tabancasını İhsan’a doğru çevirdi, üst üste ateş etmeye başladı. Kahvedekiler bir an öylece dondular kaldılar.” (s.7)
Ardından, ikinci paragrafta o sarmal anlatı açımlanarak döngüsel biçimde akıp gider.
Zeynel’in eylemi, atmosfer, etkisi, Balıkçı Selim’in gelişi, İhsan’ın ölümü, Selim’in Zeynel’i tokatlaması…
Romanın bu 1. bölümü anlatının sarmal ritmini gösterir. Aynı ritmi 25. bölüme erdirir Yaşar Kemal.
Roman, neredeyse başladığı yazın ritmi ve sarmallaşan seyrinde biter.
“Selim Balıkçı yağmurlu bir sabah Menekşe’ye koşarak geldi. Bir şaşkınlık, bir dehşet içindeydi. Gözleri de pörtlemişti. Yağmur altında yordamlayarak yürüyor, küçük alanda bir uyur gezer gibi dolanıyor, hiç kimseyi, hiçbir şeyi görmeden deniz kıyısına gidiyor, bir köprüye çıkıyor, bir kıyıya çekilmiş sandalların, teknelerin arasına giriyor, bir teknenin yanına varıp motoruna uzun uzun bakıyordu. Yarası da durmadan kanıyordu. Sargı bezleri kızıl kana batmıştı.” (s.370)
Yaşar Kemal anlatı dünyasını kurarken çağrışımsal yöntemi de başat kılar. Anlatıyı sarmallaştıran bir öğedir bu da. Kendi anlatı biçiminden esinlenen; anlatılan/yansıtılan bir gerçekliğin çağrışımsal edimi o anlatıyı katmanlaştırır. Yani anlatılanın çağrıştırdıklarına uzanır. Anlatıcı hatırlayarak yazdığının bilincindedir.
“Deniz Küstü” de bu özel katmansal bir yapı oluşturur. Yaşar Kemal, okuruna kentin bir kapısından adım attırarak deniz kentinin o sarmal /labirentimsi yanına yolculuklara çıkarır.
Zeynel’in Karadeniz’den, Rize’den 11 yaşında çıkıp gelerek Menekşe’ye yerleşme öyküsünü anlatırken (5. bl/s.68 – 84) denizle buluşması, Selim Balıkçıyı tanıması, onun içindeki korku labirenti (s.69) …
Ötede ise Yaşar Kemal bize İstanbul’un binbir yüzünü göstermektedir o labirentimsi anlatıda.
Göç alan kentin dokusundaki değişim, buna bağlı olarak Marmara denizinin tükenişi…
Ve denizin sarmal biçimde anlatımı: “Daha deniz apakken Hayırsız adanın önüne geldi, günbatıdan yana üç yüz kulaç öteye teknesini demirledi, oltasını salıverdi. Selim balıkçı bugün yorgundu, kollarını geniş geniş açarak geriniyor, gerinirken de esniyordu, çene kemikleri acıyarak… Oltası denizde, durmadan hesap kitap ediyordu.
(…) (s.133-148 / 9.bl)
Bu bölüm romanın sarmal anlatı yanını gösteren öğeleri barındırır:
*Selim Balıkçı’nın gerçekliği
*Geçmişi
*Yaşadıkları
*Denizle bağı / İlişkisi
*Denizin ona / onun denize yaptığı
*Özleyişleri / ütopyası
*Uzandığı geçmişi, Kafkasya …
*Ev / bahçe düşü
*Düşlerinin uzandığı yerler / insanlar / mekanlar
*Veziroğlu gerçeği
*Menekşe
Dursun Kemal ise, bu anlatının tanığı / kurucu motifidir. (s.240)
İşte Yaşar Kemal bu sarmal anlatısında kent labirentini anlatırken bir kenti romanının ana kahramanı kılarken; insanın ruh labirentlerinde de gezdirir.
Kentin düşüşü, düşkünlüğü insanın da düşüşü ve düşkünlüğünü anlatır bize.
Yaşar Kemal anlatısının kapılarından geçmek, onun kent/deniz gerçekliğine bakmak için “Deniz Küstü”yü bir başlangıç kalabiliriz.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (27 Şubat 2018)