Üç sevgili Yaşar Kemal dostuyla taziyeleştim yitim haberini alır almaz koca ustanın. Ardından diğerleri geldi…
Adnan Binyazar, Yaşar Kemal’i en iyi anlayan/yorumlayan bir edebiyat insanıdır. Yazdıklarıyla yalnızca onun dil evrenini değil, yansıttığı dünyanın ruhunu (da özlüce) ortaya koyar.
Emin Özdemir, bilgece bir bakışla, duyarlılıkla onun dil/yazı yurdunu imbikten geçirircesine incelemiştir. Dilinin yaratısal yanından, kurmaca dünyasındaki ustalığının benzersizliğiyle temellendirdiği düşünceleri yeni yorumlar için önayak olacak düzeydedir.
Osman Şahin ise, yazınsal varoluşunu onun dil/anlatı yurduna borçlu olma bilinciyle, bir geyik avcısı gibi koca ustanın anlatı coğrafyasının ardına düşerek yazıp anlatmıştı onu.
Kemaliye’den beni arayan Lütfi Özgünaydın’ı nasıl unutabilirim! Yaşamının son on yılını adeta belgeleyendi. Kalkıp Toroslar’ı, Çukurova’yı adım adım gezerek Yaşar Kemal anlatısının anakarasını yeniden fotoğraflayarak getirip bize sunandı. Onunla günlerce söze durandı…
Ya Nedim Gürsel’in geçiş dönemine tanıklığını tutup anlattığı, irdeleyip dillerarasına taşıdığı Yaşar Kemal tutkusunu unutmak mümkün mü?
Bu adları çoğaltabilirim.
Bilmem, saymaya da gerek var mıdır?
Gelin görün ki; daha nefesini alıp gitmeden bu dünyadan ona dair söz edenlere bakıyorum da; nasıl bir iğretilik, bilir bilmezlik akıyor her bir sözlerinden. Eğer dönüp andığım yazarların yazdıklarına göz atsalardı, Yaşar Kemal’e dair ettikleri sözlerden yüzleri kızarırdı. Yaşar Kemal’in, yalnızca, dillerine doladıkları İnce Memed’in yazarı olmadığını daha iyi görürlerdi. Üstelik hangi İnce Memed? Acaba dördüncü cildini okuyup da bir bakış/görüş/yorum ortaya atan var mıdır bugüne kadar bu andığım adlar dışında? Ya “Kimsecik” üçlemesinin neden bir başyapıt olarak Yaşar Kemal’in anlatı dünyasında en uç yerde durduğunu yorumlayıp değerlendiren?
Yılanı Öldürseler’in nasıl bir tragedya anlatısı olduğunu dillendirebilen… “Dağın Öte Yüzü” üçlemesindeki mit yaratma ustalığını görebilen, bir toplumun bilinçaltını, kapalı bir dünyanın ruhunu bir kazıcı gibi dillendiren bu anlatı ustasının dil yaratmadaki derdini bilebilen…
Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı toprak sorununu nasıl çözemediğinin epik anlatısı Binboğalar Efsanesi ‘ne bakılabildi mi hiç?
“Akçasazın Ağaları”nın destansı romanları Demirciler Çarşısı Cinayeti ile Yusufcuk Yusuf’un getirdiği tanıklık yeterince incelenebildi mi acaba? O doğanın yabancılaşması, toprak kavgası ve tarımsal kapitalizmin inşa sürecinde yükselen vahşi savaş ve insanın trajedisine tanıklığını ne ölçüde yorumlayabildik?
Peki, onun röportaj yazarlığına farklı bir bakış/tanım getirdiğini irdeleyip söyleyebilen oldu mu?
Yazdığı denemelerindeki dünyayı karşılayan tavrını, insanlığın vicdanı olma tutumunu bir bilinç aşısı gibi alabilmeyi başaran bu usta anlatıcıya reva gördüklerimize ne demeli şimdi?
Peki ya, kör ve sağır, basiretsiz yayıncılara/medyaya ne demeli?
Ya da “zamanı gelir” düşüne yatanlara, pusuda adeta bekleyenlere ne söylemeli?
Yozlaşma her yerde…
Yeni medya düzeninin bilisizliği, densizliği medya maymunlarıyla uğraşıp dururken; ülke edebiyatının, Türkçenin dil ustasının adına yakışır tek söz, görüntü, kayda geçmiş belgesel, onu bilen/anlayan birinin tınısı yoktu hiçbir yerde.
Bu durum, aslında, ülkenin getirildiği yerin; çürümenin, yozlaşmanın, kimliksizleştirilmenin, aidiyetini yitirmenin bir göstergesiydi.
Sözüm ona, denk gelen bir “çözüm süreci” yalanıyla da buluşturup; onu yitirme gününe rastlayan açıklamayı da neredeyse “ilahi gün” gibi görme aymazlığıyla anmaya çalışmak. Oysaki, edilen sözlerin ise hiçbir dayanağı, o koca ustanın anlatı dünyasına anlamaya dönük bir bakışı yoktu.
Yaşadığımız cahiliye döneminde söz ebeliğini kimseye bırakmayan medya maymunlarının bu pervasızlıklarını, yalan yanlış sözlerini görmek duymak bile tiksindiriyor beni.
Yaşar Kemal’i anlayacak bir toplum ancak ülkenin geleceğini kurabilir. Onun özlediği bir dünyayı yaratabilir. Ama o usta yaratıcının yazdıklarını anlamak için okumak, yorumlamak, yeniden yeniden okuyup okutmak gerekecek.
“Yandaş” denilen medyadan, sözüm ona “gazeteci” yaftasıyla her yerde arz-ı endam eden biri şunları söylüyordu:
“Onun okuyamadığımız, ülke sorunlarını anlatan o önemli röportajları bir araya getirilebilse de bugün okuyabilsek…”
Bir başka cepheden de şunları işitiyorduk:
“O, Kürtçe yazmak yasak olduğu için Türkçe yazmak zorunda kaldı! Kürtlüğünü hep sakladı…”
Yaşar Kemal’i bilenlerin, tanıyanların, anlayanların edemeyecekleri sözler uç verince, öfke duymaktan başka bir şey yapamıyorsunuz ne yazık ki!
Evet, ortalık haymatloslardan da geçilmiyor. Bekleyin, daha ne sözler edecekler, ne payeler çıkaracaklar kendilerine…
Yaşar Kemal hep dik yaşadı, ödün vermedi. Bu yanını görmek için sanırım yazıp bıraktığı birikimi okumaya/anlamaya/anlatmaya daha çok ihtiyacımız var.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (3 Mart 2015)