Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi ana başlıklı dörtlemesinin sonuncu romanı Çıplak Ada Çıplak Deniz, büyük ustasının son harikası. Roman edebiyat öldü diyenler için, Yaşar Kemal’in adını edebiyat tarihine kazıdığı en önemli romanlarının özüyle harmanlanmış bir can suyu sanki … Hatta, Nobel Edebiyat Ödülü’ne bile “Gel gel…” diyen bir affediş çağrısı…
Unutturulmuş öyle çok dram var ki
Türkiye siyasi tarihinin unutulmuş ve unutturulmuş büyük acıları var. Bunların en önemlilerinden biridir mübadele… Bir harf değişiği mücadele ile de ikiz sayılır yaşananlardan ötürü… Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Yunanistan ile oturulan barış anlaşması masasında iki ülkede yaşayan Müslüman ve Hıristiyanların değişimi konusunda anlaşmaya varıldı. 1923-1930 yılları arasında, Türkiye’de Hıristiyan olarak yaşayan ve hiç Yunanca bilmeyen bir milyon Türkiyeli jandarma-silah zoru ile toprağından, evinden, komşusundan koparılıp Yunanistan’a; Yunanistan’dan da çoğunluğu Türkçe bilmeyen bir yarım milyon Müslüman, Türkiye’ye gönderildi. İki ülkenin de sosyo-ekonomik yapısında büyük değişim ve kayıplara neden olan bu nüfus mübadelesinin üstü Türkiye’deki resmi tarih anlayışı nedeniyle ustaca kapatıldı, gelen kuşaklar nüfus mübadelesini tarih kitaplarında bir sayfa bile yer tutmayan, önemsiz ve hatta gerekli bir uygulama olarak bildi. Yunanistan ile nüfus mübadelesi dramı da, onu yaşayanların özel tarihlerinde kaldı. Ta ki, Yaşar Kemal bu dramı ete kemiğe büründürene, okuru Poyraz Musa, Nesibe, Melek Hatun, Zehra, Ağaefendi, Musa Kazım, Hayri Efendi, Nişancı, Doktor Salman Sami, Kadri Kaptan, Peri, Kerim, Şerife Hatun, Üzeyir Bey, Lena Ana, Niko, Aleko ve Hıristo ile tanıştırana kadar…
Bir adada ütopik değil gerçek bir Anadolu yarattı
Büyük ustanın mübadeleyi anlatan ilk romanı 1997’de yayımlandığı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana idi. Bu eseri 15 yıllık zaman sürecinde toplam 1500 sayfada 2002 yılında ardı ardına yayınlanan Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları ve son olarak da 2012 Ekim ayında yayımlanan Çıplak Ada Çıplak Deniz ile takip etti ve dörtleme tamamlandı.
Ege’deki Karınca Adası’nda, kimi Çanakkale’de Osmanlı ordusu için İngiliz gemilerinin bacasından top mermisi indirmiş çarpmışmış savaş kahramanı Türkiyeli Hıristiyanları, kimi Kafkaslardan, Çukurova’dan, Erzurum’dan, Karadeniz’den kopup ülkesi için Balkanlar’da, Yemen’de, Sarıkamış’ta, İnönü’de, Afyon’da çarpışmış, bu uğurda annesini, eşini, çocuklarının ya izini yitirmiş ya da toprağa vermişlerin hikayelerini anlattı Yaşar Kemal.
Kara toplumu olduğundan üç tarafı denizlerle çevrili de olsa ada ve deniz sözcücüklerinin sahillerin en kıyılarından başka sözünün pek kullanılmadığı ülkede, bir ada yarattı. Her romanda, Anadolu’nun küçük bir kopyası olduğunu gördüğümüz Karınca Adası’nda bir ütopya yaratmak yerine, gerçeğin çelikten zırhını delen daha gerçek öyküleri yazdı. İstiklal Savaşı kahramanı, madalyalı Poyraz Musa için Karınca Adası’nda insanın imi timi yokken oraya yerleşmek kolay değildi. Ağaefendi’nin sürüldüğü Yunanistan’daki paşalık, zenginlik dönemini unutamaması da… Lena Ana’nın üç oğlunun da Kurtuluş Savaşı’nda öldüğünü kabul etmeyip (Oğulları son romanda bulacaklar onu), Ankara’ya vararakMustafa KemalPaşa’nın sarayına gidip, oğullarını geri isteme ümidi de… İnsan olmanın zorluğunu, mübadelenin yarattığı toplumsal acıyla birleştirerek ele alan Yaşar Kemal, yaşadıkları topraklardan zorla göç ettirilen insanların yarattığı kültürel boşluğun nasıl çirkin bir diş çürüğü gibi üstelik vatandan ve kurtuluştan her ağız açışta görüldüğünü gösterdi. Ne göç ettirilenler artık eski benliklerine sahipti, ne de onların bıraktıklarını sahiplenmek zorunda olanlar. Herkes her şey değişmiş; değişmeyen ise göç etmemek için saklananları, yahut dayanamayıp dönenleri bulup toprağından, yurdundan koparmak isteyen bürokrasi kalmıştı. Bürokrasinin dişlilerinde amaçları sadece cennetten bir köşe olan Karınca Adası’nda komşularıyla, sevdalılarıyla, umutlarıyla, acılarıyla yaşamak olan Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı Türkiyelilerin ezilişini anlattı.
Ardıl romanları ayrı ve bütün olarak tasarlar
Yaşar Kemal, ardıl romanları ile ünlüdür. Bu sıralı romancılık işi de, aynı mekan ve kişiler üzerinden anlatılan romanın her eserde farklı üslup ana konudan sapmadan güçlü diğer öykülerle anlatılması uğraşıdır. Esasında yüksek yazı zekası gerektiren bir yazma eyleyişidir. Çünkü bir romanda yaptığını ötekinde yazamayışın, yazarın yollarını tıkayan çığ olsa da her seferinde avının ayağının değdiği taşa basa basa onu kovalayan usta avcı gibi takibi gerektirir. Roman zekasının keskinliği ve kullanışlılığı dünya edebiyatında çok nadir rastlanan isimlerden olan Yaşar Kemal, özellikle ardıl romanlarının hepsini ayrı bir roman ve bir araya getirince de biriyle çok uyumlu bir bütün olarak kurgulamıştır. Bunu Dağın Öteki Yüzü ve İnce Memed adlı sıralı romanlarında görmek ve şaşmak pek mümkün iken, Bir Ada Hikayesi adlı dörtlemesinde bugüne kadar yaptığından daha fazla şaşırtır bizi. Özellikle Dağın Öteki Yüzü üçlemesinde Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır ve Ölmez Otu birbirinden ayrı roman olma özelliğini, Yaşar Kemal’in diğer ardıl romanlarına göre çok daha fazla gösterir. Burada Yer Demir Gök Bakır romanı, 1890 – 1950 yılı arasında dünyaya hakim olan klasik roman tarzının Türk edebiyatındaki en iyi örneği olması bakımından önemlidir. Ve bu roman Yaşar Kemal’in uyguladığı roman tekniği değerlendirildiğinde yazarın en değerli eserleri arasında ilk üç sırada yer alır. Bu üç sıralamasını da; Batı roman tarzında, özellikle de Anglosakson edebiyata temelleri dayanan ve Anadolu’dan beslendiği için, Anglosakson edebiyatın başarılı diğer taklitlerinin de olduğu Türk edebiyatında özgünlüğü ile ön planda duran Demirciler Çarşısı Cinayeti’ni ve yine ustanın adı geçtiğinde akla ilk gelen ve destansı özellikleri ile bir deyime dönüşmüş olan İnce Memed serisinin ilk romanı olarak yapmak gerekir. Bir Ada Hikayesi Dörtlemesi de özellikle son romanı Çıplak Ada Çıplak Deniz ile, ardıl romanlar konusunda Yaşar Kemal’in çıtayı yükseğe çıkarttığının kanıtı. Çıplak Ada Çıplak Deniz, içerdiği roman tekniği ve kullanılan biçem bakımından ustanın bütün büyük romanlarının en iyi kullanılmış niteliklerini taşıyor. Aynı zamanda romanın finali de, Türkiye’de bugün hala en büyük devlet sorunları başında geldiği su götürmez bürokratik üstünlük kavramının devlet için kendini hiçe sayan Hıristo’ya nasıl bir son hazırladığını göstererek ülkemizin sorunlarının istikrarlığı noktasına da çok büyük vurgu niteliği taşıyor…
Son romanı romancılığının özü gibi
Biri bize ‘Yaşar Kemal külliyatından bir özet yapın ya da Yaşar Kemal’in öyle bir romanını söyleyin ki, onu okumamak için insanın elinde gerekçesi kalmasın’ dese, bu sorulara eskiden farklı yanıtlar verebilirken bugün Çıplak Ada ve Çıplak Deniz’i okuyun derim. Mitolojideki ölümsüzlük iksirleri nasıl ki dünyadaki tüm sağlıklı madenlerin ya da bitkilerin özünden yapılma ise, Çıplak Ada Çıplak Deniz de, Yaşar Kemal’in gören gözler için bilhassa tasarladığı şekilde tüm romanlarının kokusunu ve özünü barındıran bir can suyuna benziyor. Türk edebiyatında yaşanan yılda 2.000’i geçen yeni roman yayını konusunda yaşanan kaygılar, ‘Edebiyat ölüyor mu’ şeklinde sorulara dönüşürken, Yaşar Kemal gibi ustalar ne roman patlamasının yaşandığı Türkiye’de ne de yaşanmadığı söylenen ama durumu bizden pek farklı olmayan dünya edebiyatına ‘Her zaman için edebiyatın imkanları vardır’ diyor bu son romanı ile… Yaşar Kemal bu romanıyla ‘Yazılmadık konu, kullanılmadık biçem kalmadı’ diyerek edebiyatı klasik formundan uzaklaştırarak çok farklı alanlara hem de kalıcı olmayacağı yerlere götürenlere de uyarıda bulunuyor denebilir. Hatta, 1970’li yılların sonunda kendisine verilmesi konusunda Nobel Edebiyat Komitesi’nin karara vardığı, fakat kimi karmaşık nedenlerden ötürü vazgeçilen fakat en az üç romanıyla da çok çok hak ettiği Nobel Edebiyat Ödülü’ne de 89 yaşında göz kıprıyor; bir anlamda da Nobel Komitesi’nin o dönemki hatasını affediyor Çıplak Ada Çıplak Deniz ile Yaşar Kemal…
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal olduğu için okunur
Sayılan nedenler bir yana, bir Yaşar Kemal romanı onu Yaşar Kemal yazdığı için okunur… Yürüdüğü yolda hiç tökezlememiş, yaşına inat bir hızla ve inançla yazmayı sürdüren Yaşar Kemal, yolunu arayanların, yolda kalmışların da en büyük yardımcısı oldu yazı hayatı boyunca; olmayı da sürdürüyor. Yazarlığı ve insanlığı eşit büyüklükte olabilen nadir insanlardan Yaşar Kemal, kendisiyle ilgili her türlü övgüyü de, sevinci de sonuna değin hak ediyor; bizi de kendisinin binde biri olmak için teşvik ediyor. Homeros’umuz, Dede Korkut’umuz, İnce Memed’imiz Yaşar Kemal, Anadolu’yu Anadolu’ya ve dünyaya anlatmaya kendi dediği gibi ‘Ölüm meleği gelinceye kadar’ sürdürsün istiyoruz…
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (28 Kasım 2012)