Video öykü uygulamamızda yayımlanmak üzere “üç” kısa öykü seçtik. Öyküsüyle katkıda bulunan herkese teşekkür ediyoruz.
Mine Egbatan
“Bir boşluğun seni tüm isteklerine kavuşturabileceğini düşündün mü hiç?”
“Bilmem.”
“Bir boşluk düşün. Koca kara bir delik. Elini o delikten içeri sokarsan her istediğine sahip olacaksın.”
“Şu şarkıdaki kara delikten mi bahsediyorsun sen Allah aşkına?”
“Onların hangi kara delikten bahsettiğini bilmiyorum ki.”
“Bırak yahu, ne dediğini bilmiyorsun sen.” dedi Mehmet. Sigarasını söndürüp içeri girdi.
Burak bir sigara daha yakıp düşünmeye devam etti. Bu tekdüze hayatı başkalaştıracak ne olabilirdi? Kaç gündür bir boşluk hayal ediyordu. Kocaman, kara bir delikten o boşluğa süzülecek, sıkıcı dünyanın kurallarından ve alışkanlıklarından sıyrılacaktı. Fakat bu kara deliği nerede bulacaktı? Böyle bir delik yoktu muhtemelen. Peki, o kara deliği nasıl yaratacaktı?
Bu sorulara tek başına yanıt vermek çok zordu. İçeri girdi. Divanda bağdaş kurmuş kitap okuyan Mehmet’in yanına ilişti. Mehmet yan gözle baktı arkadaşına sonra kitabına geri döndü. Burak konuşmak istediğini göstermek için elini Mehmet’in dizine koydu.
“Seninle bir iki laf da edilmiyor artık” dedi.
“Derdin nedir senin kaç gündür?”
“Çok sıkıldım be Mehmet. Bu hayat; hep aynı evler, aynı sokaklar, aynı insanlar, bir türlü gerçekleştiremediğimiz hayallerimiz… Bizim sonumuz ne olacak?”
“Sen ne sanıyorsun hayatı? Ne bekliyorsun?”
“Bilmiyorum. Sadece bu kalıplaşmış şeylerden kurtulmak onlardan uzaklaşmak istiyorum.”
“Şu kara delikle mi?”
“Evet. Yani neden olmasın? Her istediğimi yapabildiğim, tamamıyla özgür olduğum ve bu sayede arzuladığım her şeye sahip olduğum bir boşlukta olsam fena mı olurdu?”
“Nerede o boşluk?”
“Hiçbir yerde. Ama onu yaratmanın bir yolu olmalı.”
“Yaşamak istiyorsan eğer doyasıya, özgür olmak hele, hayattan koparak yapamazsın bunu. İmkânsız. Hayatı yaşayacaksın, sömüreceksin dibine kadar. Bir boşluktan medet ummak da ne demek? Senin aradığın sonsuzluk önünde… Adımlarında, yollarda, sokak aralarında, güzel bir kızın gözlerinde, bir çocuğun kirli ellerinde, bir çingenenin fütursuzca savurduğu, ağız dolusu küfrün içinde. Savaş, barış, masumiyet, aşk, dostluk, ihanet, mutluluk, hayal kırıklığı ve bir dolu his sonsuz ve tükenmez bir şekilde ruhtan ruha akıp gidiyor. Tek yapman gereken ne istediğine karar vermek. Tek yapman gereken şey yaşamak… Bir boşluktan medet ummaya gerek yok. Hayat her şeyi sunuyor bizlere. Her duyguyu tatmamız için çırpınıyor. O kara deliğin sonsuzluğu ve sükûneti sana şimdi cazip gelebiliyor olabilir ama bu doğamıza aykırı. İnsan her istediğine ulaşarak mutlu olamaz. Elbet çıkmak ister o delikten. Ama o deliğe girdin mi bir kere çıkabilir misin Burak? Yeniden capcanlı bir hayata başlayabilir misin? Bir kere kapatırsan kendini, kapılırsan bir rehavete bunun sonu pişmanlık olur. Yeni bir başlangıç istiyorsan eğer, sadece yaşayacak ve en değersiz eşyaya dahi bir mana vererek bakacaksın. İyi ve kötü her şeyin bir değeri olduğunu anlayana dek bakmaya ve anlamaya devam edeceksin.”
Burak yarı şaşkın baktı arkadaşının yüzüne. Sonra da Mehmet’in söylediği gibi her şeye yeniden değer biçmeye bir an evvel başlamak istercesine odayı baştan aşağı süzdü. Mehmet gülümsedi.
“Gel” dedi. “Gecekondu manzaramıza karşı bir sigara içelim seninle. Susup etrafa kulak verelim. Gör bak bir daha o boşluğun lafını ediyor musun?”
***
Yenilgi | Selma Harnupçu
Asi, aksi ve sevimsiz… Beni böyle olmaya iten bir kuvvet vardı içimde. Bu, belki de “annesinin eve dönerken sokakta unuttuğu çocuğu” derinlere gömebilmek için bir kalkandı. Hem bir bahane hem bir mekândı kaçışıma. Gözlerimi kapattım ve unutulduğum o sokakla birlikte bıraktım o çocuğun ruhunu çağlayan bir nehre. Çırpınışlarını duydum lakin uzatmadım elimi. Vazgeçen ben değil miydim? Kendimden arındıktan sonra, kendim olup ağlayabilir miydim ardımdan?
Yeniden başlamak için en zor olanı başarmıştım: Geçmişi yıkmıştım. Üzerinde küçük gemiler yüzdürdüğüm çocuk ruhumu kendi sularında bıraktıktan sonra sarp kayalıklarda güçlü bir kale olabilmekti niyetim. Hiç kolay olmadığını fark ettikten sonra içimde yanan başka bir ruhla karşılaştım. Sadece erekler sıralıyor ve onları gerçekleştirmek için yanıp tutuşuyordum. Başarmalı, kazanmalı, takdir edilmeli, üstünlük sağlamalı, kaderin sunduğunu değil kendi hayatımı yaratmalıydım tek başına. Yüksek bir kalenin her zaman fırtınalara açık olduğunu unutmamalı ve hiçbir zaman ereklerim olmamalıydı yıkılan. Herkesi ve her şeyi geride bırakan diğer insanlar gibi, pişmanlığın girdaplarına kapılmamak için kendime başarmaktan başka bir seçenek bırakmadım. İnsanlara, mekâna, zamana serzenişin bir yolu muydu bu hırs?
Başardım. Kazandım. Ve daha fazlasını başarmak, daha fazlasını kazanmak istedim. Sonra bir gün ansızın fark ettim ki elimde tuttuğum kum saatini çoktan düşürmüşüm yere. Kumlar ayaklarımın çevresinde dağılmış. Birbirine girmiş geçmiş, hâl ve gelecek. Ve bana biçilen tüm zamanların içinde kaybetmişim kendimi. İşte o an, içimdeki çocuğu eceline salıverirken kapattığım gözlerim açılıverdi. İnsanlarla girdiğim savaşta kendime yenildiğimi anladım. Zümrüd-ü Anka yalnızlığı yoktu yaradılışımda, geç fark ettim.
***
Zaman | Elif Külah
“Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında.”
Sabah sabah bu şarkı içime nerden takıldı diye düşünüyorum. Rüya görmüş olamam; zira bu ara gerçek hayatı dahi gördüğümü söyleyemem. Dalgınım. İşime istekli gitmiyorum. Zaten bu işi yapmayı da istememiştim. Yıllarca bunun sadece benim başıma gelen bir dehliz olduğunu düşünmüştüm. Oysaki ne çok insan varmış istemediği bir hayatın kenarında barınan ve o kenardan düşmemek için çırpınan. Kimisi benim gibi zihninde başka hayatlar kuruvermiş. Halüsinasyonlar yani. Durmadan gördüğüm ve bazen gerçek mi, sahte mi olduğunu anlayamadığım anlar oluyor. Aynı insanların yüzlerindeki ifadeler ve bana karşı olan davranışlarında düştüğüm yanılgılar gibi… Olmasını istediğim bir ömür biçiyorum kendime.
“Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında.”
Hâlâ gitmiyor şarkı. Ofisimden çıksam, sekreterimin işlerini üstlenip kafamı oyalasam, şu zaman kavramından uzaklaşsam diyorum. Boşluk mu demiştim? İçimi yiyip bitiren koca dişli boşluk. Bir kâğıdın içine gerçekten mi girdi, yoksa aynı hayal kuruntularım mı? Yo, yo bu sefer gerçek… Şöyle söylenmişti ofisimde geçen bir toplantıda:
“Direnç ne kadar azsa arkadaşlar, hafıza kartının bilgiye göstereceği hassasiyet az olacaktır. Daha fazla bilgi böyle depolanır!”
Kâğıdın bana gösterdiği direnç sıfır, öyle mi? Aman Tanrım! Peki ya duvar, peki ya şu içeceklerin hepsi? Çikolatanın tadı da pek güzelmiş, bedava ya hani! Peki ya şu… Hayır, olamaz, kendime hâkim olmalıyım. Bunların hepsi hayal, daha önce de olmuştu ya! Olmaz ellerim titriyor. Kimse görmeden… Hayır, bu bir oyun değil, yapmamalıyım. Başka türlü o çok istediğim hayatı nasıl kurabilirim? Bu kendilerinin ayıbı! Bana layık olduğum değeri verselerdi! Yapacağım, onların hak ettiği bu, elbette yapacağım!
Duvara, kapıya ve bana karşı direnci sıfır olan bu kâğıt, hayallerimin kapısını demir kasaya karşı sıfır direnç göstererek açıyor. Biraz daha, biraz daha! Kaybettiğim her şeyin karşılığı; hepsini almalıyım hepsini! Bu benim doyumsuzluğum değil, onların cimriliği bu! Nasıl da çoklar hepsi, nasıl da saklamış lanetler! Bir de içine girsem! Çığlık atmak istiyorum, hepsi benim artık! Ama bir rüzgâr, bir esinti beni birden karanlığa hapsediyor. Şimdi anlıyorum şarkı neden dilimde saatlerdir. ARTIK NE İÇİNDEYİM ZAMANIN NE DE BÜSBÜTÜN DIŞINDA…
edebiyathaber.net (1 Ekim 2013)