“Kitapçılığı asla yayıncılıktan ayırmadım. Asla. Bence ikisi aynı şey. Eğer kitapçılık da yapmadıysa ya da kitapçı değilse, insanın yayıncı olabileceğine inanamam” demiş Edmond Charlot. 1915’te Cezayir’de doğan 2005’te vefat eden Edmond Charlot, Fransız-Cezayirli bir yayıncı ve editördü. En çok Albert Camus ile olan dostluğu ve ilk editörü olmasıyla tanınırmış ama yayınladığı kitaplar listesi muhteşemdir. Yayıncılığının yanı sıra işlettiği kitapevleri ile de biliniyor. Nobelli üç yazarın yayıncısı olmuş efsane biri. Merak edenler Kaouther Adimi’nin “Zenginliklerimiz” (2018, Delidolu yay.) adlı romanında Charlot’un öyküsünü okuyabilir.
Alıntıyı yapan da Türkiye’de editörlük eğitiminin en önemli adı Sevengül Sönmez. Sevengül Sönmez bir süredir K24’te “İtalik Öneriler” başlığı altında “Editör olmak, yayıncılık alanında çalışmak istiyorum, bana kaynak önerir misiniz?” diyenlere ve yayıncılıkta kendilerini geliştirmek isteyenlere çeşitli önerilerde bulunuyor (İTALİK ÖNERİLER – 1: Doğru kitabı bulmak – K24 (k24kitap.org).
İtalik Öneriler’in beşinci yazısı “Yayıncı kitapçılık da yapmalı…” başlığını taşıyor. Sevengül Sönmez yazıya Edmond Charlot’dan bu alıntıyla başlamış ve “Edmond Charlot’nun düşüncesine yüzde yüz katılıyorum. Yayıncılığa gönül veren herkesin bir süre kitapçıda (sahaf ya da fuar standı da olabilir) çalışarak kitap almaya gelen kişileri gözlemlemesini tavsiye ediyorum” diye devam etmiş.
Hemen her yayıncının gönlünde kitapçılık yapmak vardır. Ama bu işi “kitap almaya gelen kişileri gözlemleme”kten çok kendi ürettiği kitapları doğrudan okurlara satarak daha güvenli bir gelir elde etmek için yapmak isterler. Tüm Dünya’da olduğu gibi bizde de kitap dünyası yayıncı, dağıtımcı, kitapçı zincirinden oluşur. Bu zincirde aslan payını kitapçının aldığı düşünülür. Çünkü günümüzde 100 lira üst fiyatı olan bir kitap yayıncıdan 50 – 60 TL toptan fiyatla çıkar. Dağıtımcı ve kitapçıya yüzde 40 – 50 pay kalır. Dağıtımcının riski büyük, aldığı pay küçüktür yüzde 15’i geçmez, yüzde beşlere kadar da düştüğü olur. Kitapçı ise yüzde otuz beşe varan indirimlerle dağıtıcıdan kitap alabilir. Yani yayıncı aradan dağıtıcı ve kitapçıyı çıkarırsa ve kitabını kendi satarsa bu yüzde elliye varan payı kendi kazanacağını yani yayınladığı kitaptan büyük kâr elde edebileceğini düşünür. Kitapevi işletmek için vakit ve nakit olarak ne harcayacağını düşünmez.
Yayıncılığımızın temelinde bu tür yayıncı – kitapçılar vardır. Ülkemizdeki ilk yayıncıların hemen hepsinin aynı zamanda kitapçı olduğunu görürsünüz. Eskiden yayıncılığın merkezi olan Cağaloğlu’na gittiğinizde Sirkeci’den yukarı doğru giderken bu yayıncı – kitapçıları yanyana dükkanlarda görürdünüz. Semih Lütfü, Suhulet, Kanaat, İnkılap, Remzi, Dergâh, Arkın, Ece Ajandası’nı yayımlayan Afitap Kitabevi, Kanaat Kitabevi… (Refik Durbaş, Babıâli kitapçıları (birgun.net)).
1984’te Bedrettin Dalan İstanbul Belediye Başkanı olduktan bir süre sonra Cağaloğlu’nu değiştirme projesini başlattı, ondan sonra gelen belediye başkanları da bu projeyi sürdürdü. Bölgeyi gazetecilik, yayıncılık ve tekstil merkezi olmaktan çıkarıp turistik merkez haline getirmekti amaç. Bu projenin ilk ve en önemli adımı gazetelerin merkezlerini Cağaoğlu’ndan çıkarmaktı. Daha sonra matbaalar da şehir dışına yollandı. Tekstilcilerin gitmesi biraz daha uzun sürdü ama Eminönü’nden başlayarak Cağaloğlu değişmeye başlamıştı. Cağaloğlu’na kamyon sokulmamaya başlandığındaysa kitap dağıtımcılarının da taşınması gerekti. Yayıncıların Cağaloğlu’nda kalma sebepleri de ortadan kalkmış oluyordu böylece. Çünkü aynı bölgede kitabınızı bastırıp depolayıp dağıtma kolaylığı varken artık Cağaloğlu kullanışsız bir hale gelmişti. Bir süre sonra yayıncılar da Cağaloğlu’ndan ayrılmaya ya özellikle Beyoğlu’na taşınmaya başladı.
1992’de Parantez Yayınları’nda çalışmaya başlamıştım. Yayınevini Gani Müjde, Metin Üstündağ, Can Barslan gibi dönemin genç ve tanınmış mizahçıları kurmuştu. Esas amaç haftalık mizah dergisi Deli’yi çıkarmaktı ama kitaplarını da yayınlamak istiyorlardı. Beni de o iş için çağırmışlardı. Birkaç yıl sonra biz de Cağaloğlu’nda duramayacağımızı anladık. Beyoğlu’na taşınalım, dedik. Beyoğlu’na taşınma düşüncesi bir kitapevi açma fikrini de beraberinde getirdi. O sıralarda bir furya halinde İstiklal Caddesi’nde kitapevleri açılıyordu. 17 kitabevi saymıştım ve bunların arasında Afa, Can, Sabah, Literatür gibi esas işi yayıncılık olanlar da vardı.
İstiklal Caddesi’nde kiralar çok yüksekti, bizim gibi küçücük bir yayınevinin boyunu aşardı. Ama çoktandır gözden düşmüş olan pasajlarda bir hareketlilik vardı. Beyoğlu Sineması’nın pasajında kitapçılar ve plakçılar açılıyordu. Atlas Sineması’nın büyük bir bölümü pasaj olmuştu ve plakçılar, kitapçılar, gençlere yönelik giyim satanlar, eskiciler açılıyordu. Atlas’ın arkasındaki Anabala Pasajı’nda ise sahaflar çoğalmaya başlamıştı. Atlas’ta yer bulamayınca Anabala’ya yönelmiştim ama orada bulduğumuz boş bir dükkâna sahibi öyle yüksek bir kira istemişti ki hemen vazgeçtik. Sonra yolumuz tamamen tesadüfen Galatasaray’da, hem de cadde üstünde, Yapı Kredi’nin tam karşısındaki Aznavur Pasajı’na düştü. Aznavur Pasajı yeni açılmıştı. Mısır apartmanın da mimarı, Hovsep Aznavur’un kendi inşa ettiği ve oturduğu evin restorasyonuyla dokuz katlı bir bina ortaya çıkmıştı. Binanın sahibi olan, Beyoğlu eğlence hayatının renkli isimlerinden Behlül Vural buradaki dükkanları ve üst katları sanatla ilgili kişi ve kurumlara kiralamak istiyordu.
Üst katlarda tiyatro grupları, resim atölyeleri ve sergi salonları, dans salonu, spor salonu, kafeteryalar ve Evrensel Yayınları’nınki gibi kültür merkezleri vardı. Bir ara Asım Bezirci Kütüphanesi de açılmıştı. Kapıda sürekli Paganini Bülent keman çalıyordu. Girişteki dükkanların çoğunu da hediyelik eşya satanlara kiralamışlardı. Alt kattaysa bir müzik aletleri tamir atölyesi, eskiciler ve liseli gençlerin uğrak yeri olacak bir kafe açılacaktı. Dükkanlardan birini gözümüze kestirdik.
Behlül Bey, dükkânı kitapçı yapmak istediğimizi öğrenince bize çok uygun gelen bir kira istedi, sözleşmeyi imzaladık. Dükkânın ön kısmını kitapçı olarak, arkadaki kapalı bölümü de yayınevi bürosu olarak kullanacaktık. Amacımız esas olarak kendi yayınladığımız kitapları satmak olduğu için karikatür, mizah ve çizgi roman kitapları ve dergilerde uzmanlaşmaya karar verdik. Dükkânın adını Metin Üstündağ koydu; Komikçi Dükkânı. Amblemini Can Barslan’ın bir çiziminden Gani Müjde oluşturdu. Badana ve boyadan sonra rafları bir demirciye yaptırdık. Sonra da hayatın gerçeği ile yüzleştik.
Kitabevi hazırdı ama raflarına kitaplar koymak gerekiyordu. O kitapları alacağımıza mahsuben dağıtımcılardan temin etmeyi planlamıştık. Bu aslında yayınladığımız kitapların satış geliriydi. Kitapçı raflarını doldururken gelecekte yayınlayacağımız kitapların sermayesini harcıyorduk. Raflara koyduğumuz kitaplar kitabevinin sermayesi olacaktı. Hepsini bir ay içinde satmak mümkün olmadığı gibi sattığınızın yerine yenisini koymanız da gerekiyordu. O kitapların satışından elde edilecek gelirin ancak yüzde 25-30’u bizim kârımızdı ve bu kârdan kira, çalışanların maaşları dahil birçok gideri ödememiz gerekiyordu. Tabii ki bunun bilincinde değildik.
Yayıncılık ve kitapçılık farklı meslekler. Yayıncı kitabı üretir, dağıtımcılara satar. Yayıncılıkta üretme kısmı yani entelektüel çaba ağır basar, satma aşaması ise sınırlı sayıdaki dağıtımcı aracılığıyla, vadeli çekler, senetlerle ticaret gerçekleştirilir. Bunları tabii küçük yayıncılar için söylüyorum. İdeali de az sayıda dağıtımcı ile çalışmaktır. Çünkü zamanınızın çoğunu kitap üretmeye vermek istersiniz. Ama kitapçılık perakendeciliktir. Doğrudan nihai alıcı diye tanımlanan okurlarla muhatapsınızdır. Bu muhataplık içinse dükkânınızda sürekli çalışacak ve kitap konusunda bilgi sahibi elemanlara ihtiyaç vardır.
Yayıncılık büroda yapılır, kitapçılık dükkânda. Günlük işleyiş farklıdır. Yayıncı hafta içi çalışır, mesai saatleri bellidir. Oysa kitapçı haftanın yedi günü sabahtan akşamın geç saatlerine kadar açık olması gereken bir yerdir. Kitapçı sürekli okurla ilişki halindedir ve Edmond Charlot’un dediği ve Sevengül Sönmez’in teyit ettiği gibi okurun eğilimlerini öğrenmeniz çok kolaydır. Hele bizim gibi yayın yaptığınız konuda kitaplar satıyorsanız…
Komikçi Dükkanı’nda biz de okurlarımızı tanıdık. Bir kere mizah ve karikatür kitaplarının esas okurları olan liseli ve üniversiteli gençlerin kitaplarını büyük kitapçılardan ve kitap fuarlarından aldığını anladık. Tüm tanıtım çabamıza rağmen hemen hiçbiri kitapevimize gelmedi. Ama tutkulu bir çizgi roman okuru grubu vardı. Aksoy Yayınları, Oğlak, Lal Kitap gibi yayıncılar Teksas Tommiks diye anılan İtalyan Western çizgi romanları yayınlamaya başlayınca bu durum daha da netleşti. Ardından da Amerikan çizgi romanları çıkmaya başlayınca iş daha da renklendi.
Çizgi roman okuru eksik sayıyı bulmak için dünyanın öbür ucuna bile giderdi. Pazar sabahı saat yedide arayıp “Dükkânı neden hâlâ açmadınız?” diye arayan okurlar anımsıyorum. Baba oğul Kars’tan otobüse binmiş, İstanbul’a iner inmez de bizim dükkânın kapısına dayanmışlardı. Çoğu çizgi roman okuru yeni sayıların ne zaman yayınlanacağını bilir, o gün satın almaya gelirdi. Koleksiyonlarını tam tutmaya önem veriler, haftada bir, ayda bir mutlaka uğrar, yeni bir şey var mı diye bakarlardı. Güzel sohbetler eder, onların bilgilerinden yararlanırdık. Dostlarımız oldu.
Tabii kitap ve kitapçı neredeyse mutlaka görüp bilmek isteyen kitap kurtları da geliyordu. Isis Yayınları’nın kurucularından Sâmân Helvacıoğlu, yazar dostumuz Coşkun Büktel ilk aklıma gelenler. İkisi de hem sevdiğimiz hem de bizi yoran dostlardı. Sâmân Bey uzun uzun kitapları incelerdi. Bu inceleme kitapların içeriği hakkında değildi. Zaten kitabı bilerek gelirdi. Merakı kitabın ne kadar temiz olduğu yani ellenip açılmamışlığı, ne kadar iyi basılıp ciltlendiğiydi. Sâmân Bey uzun incelemelerden sonra nihayet karar verince her kitaptan iki tane satın alırdı. Ama ikisi de aynı şekilde pırıl pırıl olmalıydı. Arama inceleme ikinci kopya için yeniden başlardı. Aynı kitaptan iki tane alan başka okurlar da vardı. Bir koleksiyon için diğeri okumak içinmiş.
Coşkun Büktel zaten tanıdığım bir arkadaştı. Kitapları çok severdi ama bütçesi kısıtlı olduğu için pek kitap satın alamazdı. Yeni kitapları uzun uzun inceler, içerik olarak uygunluğunu anlamak için çeşitli yerlerinden okur, kitabı sürekli açıp kapardı. Nadiren satın almaya karar verirse de incelediği kitabı bir yana koyar “Bunun hiç ellenmemişi, hatta poşetlisi yok mu?” diye sorardı.
Öte yandan kitapçı açmaktaki esas amaç yayınladığımız kitapları okura doğrudan ulaştırmak yani kazancı artırmaktır. Ama bu işe girmeden önce meşhur deyimi anımsamanız gerekli “Attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değer mi?” Kendi kitabınızı kendiniz satmak için ne kadar zaman harcayacağınızı ve ne kadar çok masraf edeceğinizi biliyor musunuz? Kitapçı demek sadece kira ve elemanın maaşı demek değildir. Akla gelen gelmeyen bin bir masraf vardır ve elektrik, su, sigorta, tanıtım ve sürekli yenisi gelen vergiler derken bunlar ciddi bir yekûn tutar.
15 yıllık deneyimden söylemeliyim ki, attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmez! Bir kere yayıncılık ve kitapçılık birbirine bağlı görünseler de apayrı iki meslek ve hakkını vermek için her birine tam mesai ayırmanız gerekiyor. Kitapçı açmak isteyen yayıncılar “bir kere kitapçıyı açayım, o zaten yürür, ben kendi işime bakarım, kitapçıdan da nakit para akar” diye düşünür. Hayır, işler kendiliğinden yürümez, sürekli ilgilenmeniz gerekir. Perakendecilik her gün aynı saatte dükkanınızı açmanızı gerektirir. Elemanınız hastalansa, önemli bir işi çıksa, hak ettiği izni yapmak istese kapıyı kim açacak, akşam kapanana kadar dükkânda kim duracak? Bu iş size düşer ya da bir eleman daha istihdam edip giderleri artırmak zorunda kalırsınız.
Kapıyı açtığınız anda da okurun aradığı tüm kitap ve dergilerin raflarda eksiksiz olarak yer alması gerekir. Bekara karı boşamak kolaydır, kitapçılığa yeni başlayan yayıncılar “dağıtımcıya sipariş verirsin gelir” diye düşünür. Evet, sistem budur, kitapçı dağıtımcıya sipariş verir, dağıtımcı yayınevinden alır kitabı teslim eder. Ama bu kadar basit bir mekanizmanın bile tam işlemediğini işin içine girince anlarsınız. Hiçbir dağıtım şirketi bir kitapçının siparişini tam olarak karşılayamaz, tam olarak karşılasa da günüde teslim edemez. Mutlaka eksikler olur listede. Ama sizin kitapçı olarak göreviniz okurun istediği kitabı temin etmektir. İki kere “yok” derseniz “yok satıyor” diye düşünen okur bir daha size gelmez. Okuru kaçırmamak için kitapların peşine bizzat düşersiniz. Bu da haftada birkaç gününüzü dağıtım şirketlerinde geçirmeniz, dağıtımlarda bulamadığınız kitapların izini yayınevlerinde sürmeniz ya da bu iş için bir eleman daha almanız demektir.
Bir başka acı gerçek ay sonunda dağıtımcı tahsilata gelince ortaya çıkar. Raflarınıza koyduğunuz, satılmayı bekleyen kitapların ödemesini ister dağıtımcı. Uygun vadede bir çek ya da senet yazmanız gerekir. Bu da yeni bir borç demektir. Yayıncılar bu çeki yazmamak için dağıtımcıya borcuna karşılık kendi bastığı kitaplardan vermek ister. Dağıtımcılar da “zaten rafımda o kitaplar var” diye takas işlemini kabul etmek istemez. Borca karşılık sizin yayınladığınız kitapları kabul etseler bile bu kez yayınevinin hesapları ile kitapevininkiler birbirine karışır. Siz kitapevi doğrudan satışla yayınevini finanse edecek diye beklerken bir bakarsınız yayınevi kitapevini finanse etmeye başlamış.
Yayıncılığa da kitapçılığa da tam mesai vermek gerektiğini anlayınca bir yol ayrımına gelirsiniz. Yayıncı mı olacaksınız, kitapçı mı? 15 yıl iki işi de yapmış biri olarak söylemeliyim ki her iki mesleğinde kendine göre zevkleri ve zorlukları var. Yayıncılıktan da kitapçılıktan da zevk almak mümkün. Ama ayrı ayrı yapılırsa. Yayınevinde çalışırken bir yandan da kitapçı dükkanını düşünerek iki işten de tat almak mümkün değil. Ne iş yapıyorsanız hakkını vermeniz gerekiyor ve bu da dediğim gibi ona tam mesai harcayarak mümkün. Esas işimin yayıncılık olduğunu biliyorum, sonuçta kitabevini kapayıp yayıncılığa tam mesai harcamaya başladım. Ama kitapçılığın da çok zevkli olduğunun farkındayım ve fırsat olsa sadece kitapçı olarak da çalışmak isterdim. Yeni bir eseri dosya halinden kitaba dönüştürüp okura sunmak nasıl haz verici bir işse o kitapların okurlarla buluşmasına aracılık etmek de ayrı bir zevk.
edebiyathaber.net (24 Mayıs 2023)