Kitap fuarlarının tanıtan/gösteren bir yanı var. Bu hem okur hem de yayıncı bağlamında birtakım veriler için göstergeleri getiriyor bizlere.
Şu bir gerçek ki, sayısal artış her açıdan var. Yayıncı, yayın çeşitliliği ve okur. Üstüne üstlük yayıncılık mecrasının evrildiği noktaları göstermesi açısından da kayda değer verilerle karşılaşıyorsunuz fuarlarda.
Burada sayısal verilerden söz edecek değilim.
CNR Fuarcılık tarafından düzenlenen kitap fuarını gezerken, katılımcı yayınevlerinin stantlarındaki yayınları irdelerken gözlediğim şu: İslami kesimin yayıncılığı keşfi.
Birçok yayınevinin kitaplarının/yayın katologlarının içeriğine göz atarken, bu keşifte salt “din”/ “inanç” eksenli bir yayıncılık algısının önde olduğunu görüyordum.
Anlaşılan, CNR fuarcılık kültür yayıncılarını ikna edemeyince, fuar ekseninde böyle bir yolu seçerek bu yayıncıları öne çıkarmış.
Kuşkusuz birçok kadim yayınevi işin kültürel boyutunu kavramış, bu mecrada yayınlarını sürdürüyor. Gene de içimde bir kuşku var, ülkemizde bu denli bir yayın mecrası oluşturmada hiçbir geleneğimiz yokken, pıtrak gibi böylesi “pahalı” işleri yapmaya soyunan yayıncılar hangi desteklerle acaba yayın işlerini kotarıyorlardı. Çünkü, gözlediğim, öyle çoksatar kitaplar yok göz önünde. Eğer İskender Pala vari örnekleri verecek olursanız, o da bu kulvarın dışına düşmüş durumda, bence. Çünkü bu fuarda onun gibi prim yapan yazarların adı sanı bile yoktu.
Burada bir açmaz, bilinmezlik vardı benim gözümde.
“İslam Rönesansı”nı yaşıyordu ülkemizde, diyemezdik!
Öyle bir entelektüel aklın cılız kıpırtıları bile yansımıyordu yayınlara. Çünkü birçoğu “ithal”, birçoğu da “taklit” söylemlerle kendilerini var ediyorlardı belli ki.
Dayanamadım, televizyonlarda “tarih”/ “gündemdışı” konular ekseninde programlar yapan bir sunucunun kitabının imza kuyruğunda bekleyenleri gözledim, sonra da kitabına göz attım. Program için alınmış notlar bir araya getirilerek derleme bir kitap yapılmıştı. O sıradaki okur neyi merak ediyordu acaba? Bir oyuncu edasıyla karşısında duran sunucuyu mu, yoksa o derleme bilgileri okuma heyecanını mı?
Bu tip birçok örnek daha çıktı karşıma. Ama sorun yayıncılığımızın bu cenahının yaşadığı açmazdı.
Derleme tarih kitapları, bir tür “din propagandası” içeren yayıncılık. Edebiyata, sinemaya, sanata, kültüre dair çoğu konudan biharberlik!
“Entelektüel akıl”ın olmadığı yerde yayıncılık yapamazsınız. Yaparsanız eğer kitap kirliliğine ve vasat okur yetiştirmenin değirmenine su taşırsınız.
Türkiye, bu alanda da, “körler sağırlar birbirini ağırlar” ülkesine dönüşmüş durumda ne yazık ki!
“Yeşil sermaye” bu alanı da kuşatma altına almış durumda. “Soğuk savaş” döneminde bu iki kutup için söylenirdi. Ama şimdi görünen o ki, her şey alenen yapılıyor.
Ben, bu ülkede, bu denli İslami entelektüel birikimin olduğunu sanmıyorum. Bir İran’la karşılaştırdığımızda, bu alanda ne denli yoksul olduğumuz bilinir.
Ali Şeriati’yi okuduğumda şaşırmıştım. Ama beni daha da şaşırtan Abdülkerim Şuruş olmuştur. Yazdıklarıyla, İslam’a bakışı ve entelektüel birikimiyle etkileyici biriydi benim gözümde.
Bu iki düşünürün izlerini fuardaki yayınlarda boşuna aradım.
Demem o ki, yayıncılığımızın “bu taraf”taki açmazı daha büyük. Kitap henüz kültürel bir meta olarak algılanmış değil.
Fuarı birlikte gezdiğimiz dostum, dayanamamış olmalı ki şunu söylemişti: “Hacılar ile bacılara yayın yapılmış, gelin bizden olduğunuzu kanıtlayın dercesine üstelik!”
Belki dün benzer şeyler “sol yayıncılık” için söylenirdi; uydu değil kendiniz olun!
Bugün yayıncılık için de en temel ilkedir bence önce yerli, sonra dünya yayıncısı olmak.
Yoksa, “kargo yayıncı” olarak başkalarının ürettikleri (ürettiklerini) taşır durursunuz, üstelik para dışında ne için taşıdığınızı da bilmeden.
Evet, yayıncılıkta da “entelektüel akıl” olmayınca halimiz budur. Tıpkı siyasetteki gibi!
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (15 Mart 2016)