Yayıncı “düşünen/sorgulayan okur” istemiyor. Ona “tüketen okuyucu” gerek. Bu nedenledir ki, onların yayın listelerinde deneme/eleştiri kitaplarına pek yer yoktur.
1970’lerde Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’la başına gelenleri hatırladıkça, bir arpa boyu yol alamadığımızı düşünüyorum. Vüs’at O. Bener anlatmıştı. Daha kitabı okumayan yayıncının, elindekinin ne türden bir şey olduğunu bilmeden, “bu eleştiri kitabına benziyor, bu kadar hacimli kitabı basamayız üstelik, yarıya indirsin de bir bakalım,” dediğini anlatmıştı.
Bu aslında vahim bir durumdur. Bugün “kültür”ü bir “paket” ve “ihale” aracı gibi gören zihniyetin var olduğu iklim sanırım böyle yaratıldı.
“Satmıyor” denilerek yazan insanların önüne set vuruluyor.
Yayıncılığımızda işlemeyen bir sistem var: Geri dönüş, iletişimsizlik.
Erhan Bener, Yıldırım Keskin, Uğur Kökden’den dinlediğim kendi başıma da geldi.
Fransız yayıncıların bu konudaki özeni. Kendilerine sunulan bir kitap üzerine verdikleri “değerlendirme raporu”…Ders verici gelmiştir bana. Kitabı yayımlamak kadar önemli bir çabaydı bu da.
Şunca yıldır yayıncılığın içindeyim, ne editörlerime böyle bir rapor yazdırabilmişimdir ne de kendim almışımdır.
Danışmanlığını yaptığım yayınevlerine bu tür “iç rapor” yazdığım olmuşsa da; o da yayıncının çekmecesinde kalmıştır çoğunlukla. Yapmam ya, ama günün birinde bunlar kitap olsa, yayıncılığımız için ayna olabilir sanırım!
Dosyasını yayıncıya ileten yazar/yazar adayı; “programımız dolu”, “bize uygun değil” gibisinden bir “yanıt” beklemiyor; o, “neden yayınlanamadığının” izahını, yazdıklarına dönük birkaç doğru söz istiyor.
Yayıncı bunun yanıtını vermek, birkaç satır yazmak zorundadır. Bunu beceremiyorsa gidip kabzımallık yapmalıdır. Ama unutmayalım ki bunun da kendine göre kuralları vardır.
Dergi gazete okumayan, kültür/sanat ortamını izlemeyen yayıncı çoğu şeyden bihaberdir elbette.
Hem bu, hem de kuralsızlık yayıncımızı eleştiri/denemeye uzak tutan bir olgu.
“Satmıyor”, ama neye göre?!
Yayımladığım kitapların sayısını vermekten çekinirim. Bunların üçte biri denemedir. Okur bu tür kitapların da çoğunu kitabevi rafında bulamaz, tükenmiştir.
Ötede ise yayıncı satmıyor diyor.
Herhangi bir kitabevine girin, Nurullah Ataç’ın, Nermi Uygur’un, Uğur Kökden’in de kitaplarını bulamazsınız. Satmadığı için değil, dolaşımda olmadığı için.
İyi yayıncıların bu türden yayınlar, deneme/eleştiri için kotaları olmalıdır. Unutmayalım ki yayıncılık biraz da misyon işidir.
Buna soyunan iyi yayıncıların Gallimard’ı, Fischer’i, Diogenes’ı, Mondadori/Einaudi’yi, Suhrkamp’ı iyi irdelemelerini dilerim.
Bunlar birer dünya yayıncısıdır. Her biri yayıncılığın nasıl yapıldığını öğretir insana.
***
Ben yazarı bekleyen değil, yazarına giden yayıncı oldum hep. Bu, benim neyi istemediğimi gösteren bir olgudur.
Montaigne’in denemelerini Fransızcadan ilk kez dilimize eksiksiz kazandıran iyi çevirmen Temel Keşoğlu ile konuşuyordum geçen gün. Danışmanlığını yaptığım bir yayınevinin deneme dizisine Montaigne ile başlamak istediğimi söylemiş, bunun gerekçesini de anlatmıştım ona. Heyecanlanmış, olmazı yeniden oldurmak için kollarını sıvamıştı.
“İyi okur”u yaratmak için önce deneme okutmalıyız. Okullarda başlamalı. “Çocuk kitabı” yayıncılığı diye tutturulan anlayışın çabasını güdenlere bakın; çocuklara/gençlere roman/öykü/masal dışında pek bir şey okutmak gibi bir dertlerinin olmadığını göreceksinizdir. Birilerine göre “deneme” yazıları düşündürdüğü için “tehlikeli” olabilir. Ama bu yayıncı olmamalıdır.
Yayıncılık gitmektir. Misyondur biraz da. Siz gidin, bakın ne denemeciler/eleştirmenler çıkacaktır. Ama bunun için de o yayıncıya giden, irdeleyen, bilen, koklayan, okuyan, araştıran, meraklı, antrenör gibi çalışan editörler gerekmektedir.
Ardı ardına yayımlanan aylık yeni/eski edebiyat/kültür/sanat dergilerine (Bavul, Kafa, Kafka Okur, Ot, Duvar, Edebiyatist, Çoğul; Sözcükler, Notos, Kitaplık, Varlık, Dergâh, Hece…) göz atın; buralarda yazıp eden birçok yazar arasından o birikimi yayın dizinize taşıyacak nice yeni deneme/eleştiri yazarının olduğunu göreceksiniz.
İmlediğim gibi yayıncı biraz da iz sürendir. Başka dillerin kültürlerin birikimini kendi kültür ortamına taşırken; kendi dilinin yarattığı birikime de dönüp bakan, edebi sürekliliği sağlayan çabaları da göz ardı etmeyendir.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (19 Nisan 2016)