Edebiyat Haber’in de iştirakçilerinden olduğu, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin yürüttüğü “Yayınlama Özgürlüğü Yolunda Projesi” yerellerde yapılan toplantılarla devam ediyor. İzmir’deki toplantıda bir araya gelen yayıncı, edebiyatçı, gazeteci ve hukukçular yayınlama özgürlüğü önündeki engelleri konuştular.
İzmir Sanat Merkezi’nde gerçekleşen toplantıda ilk olarak konuşan Akif Kurtuluş, 40 yıldır darbe anayasasının çizdiği temel hak ve özgürlükler sınırları içerisinde yaşandığını hatırlatarak düşünce özgürlüğüne değindi. Kurtuluş “Düşünce ve özgürlük yan yana gelmiş iki sözcük olarak çok soyut aslında. Bu soyutluğuyla biz düşünce özgürlüğünden bir anlam çıkaramıyoruz. Düşünme ve düşünmek bizi özgürleştirebilir ancak düşünme yayınlanmadıkça özgürlükle yan yana gelemez. Yayınlanmayan bir düşüncenin özgürlüğünden de bahsedemeyiz. Adorno, edebiyatı insanlığın en özgürleştirici varlığı olarak tanımlıyordu. Edebiyat, adı ve kaynağı ne olursa olsun kendisini sınırlamaya kalkan her türlü müdahaleyi varoluşuna hakaret sayar. Bu müdahalenin sahibi her kurum ve düzenleme edebiyatın gözünde meşruluğunu yitirmiştir. Edebiyatın kırmızı çizgileri veya kutsalı yoktur. Yayın özgürlüğünü konuşuyoruz bu akşam. Teklifim şudur; edebiyatı bunun dışında bırakalım bu akşam. Düşünce özgürlüğünü ve bunun bütün sınırlarını konuşabiliriz ama edebi sözü yayma için edeceğimiz tek bir cümle var: Hiç bir sınırı yoktur. Bundan sonra ‘ama’ ile kurulacak her cümle, bu çalıştayın edebi yayıncılıkla ilgili bölümünü bence anlamsızlaştıracaktır,” dedi.
“Butik kitapevleri yok olma sınırında”
Yayınlama özgürlüğünü tartışmaya açtığı için Türkiye Yayıncılar Birliğine teşekkür eden Can Öz ise yayınevlerinin neoliberal gelişmeler karşısında yaşadığı sorunları ele aldı. Neoliberal dünyanın yayıncılıkta engeller yarattığını dile getiren Öz şunları söyledi: “Bir ülkede yayıncılığın sağlıklı yürümesi ve yazarların, şairlerin kendilerini yayın aracılığıyla düzgün ifade edebilmeleri için olmazsa olmaz, sermaye grubu dışında kalan yayınevleridir. Yaklaşık bin 800 sertifikalı yayınevi olmasına rağmen yaşanan sıkıntılar önü alınamayacak noktaya geldi. Bir yayınevi, çıkarttığı bir yazarı tanıtmak için çok büyük bir çapta faaliyet göstermediği sürece kitabevlerine söz geçiremiyor veya reklam anlaşmalarını yürütemiyor. Dolayısıyla gittikçe daralan sesler karşımıza çıkıyor. Bu bugünkü sorun ama bundan daha kötü olma olasılığı var. Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi ve Türkiye’deki sermaye gruplarının bir araya gelmesi ile aslında daha önü alınamaz bir duruma gelebilir bu. Büyük kitabevlerinin istediği şartlar butik kitabevlerini yok edecek seviyede. Can Yayınevi’ne de yabancı sermayeden satın alma teklifi geldi”.
Zaman zaman çocuk kitapları ile ilgili velilerden tepkilerin geldiğini söyleyen Öz, “Birçok şeye hazır olduğumuzu düşünürken gelen bu tepkiler bizi şaşırtıyor. Sadece siyasi değil aynı zamanda çok daha fazla toplumsal ve neoliberal baskıya hazır olmamız gerekiyor,” dedi.
“17-25 Aralık erişime kapatılıyor”
Cumhuriyet Gazetesi avukatı Tora Pekin de yakın zamanda medyada yaşananlardan örnek vererek, Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını dile getirdi. Devleti, toplumu, kurumları rahatsız edebilecek yazılar yayınlanamıyorsa yayınlama özgürlüğü olmadığını belirten Pekin, “Buradan bakınca da Türkiye’de yayınlama özgürlüğünün olabileceğini söylemek imkânsız. Buna en yakın örnek olarak mahkemeler tarafından erişeme kapatılmış olan 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla ilgili haberleri gösterebiliriz. Yakında bu operasyonların izlerini bile internetten okuyamayabilirsiniz ancak merkezi kütüphanelere gidip
gazetelerin örneklerinden bakabilirsiniz. Çok kolay bir şekilde TİB vasıtasıyla sansür uygulanabiliyor,” dedi.
“Dün TCK 301, Bugün TCK 216 ve 299″
Medyanın önünde engel olan kanun maddelerini anlatan Pekin, şunları söyledi: “Bizim meşhur maddelerimiz bitmez. Dün TCK 301’den yargılanan gazetecileri konuşuyorduk. Siyaset evrildi, bazı şeylerin değişmesine sebep oldu. 301 sorunu biraz hafifledi ki devam ediyor hala. Yerini TCK 216 aldı bu sefer. Aslında nefret suçunu önlemek için düzenlenmiş bir madde ama uygulaması çoğunluğu korumaya yönelik. Türklüğü ve Müslümanlığı korumak için kullanılan bir madde. Charlie Hebdo Dergisi’nin karikatürlerini yayınladığımız için soruşturma başladı hemen”.
“Medyaya otosansür getiriliyor”
TCK 299’da düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret maddesini de ele alan Pekin, “Daha yaygın ve daha vahim olan ise, eleştiri özgürlüğü önünde büyük bir engel teşkil eden TCK 299. Sezer ve Gül döneminde hiçbir tutuklama olmadı ama şimdi hukuka aykırı bir şekilde tutuklamalar yaşandı. Bunun fikir özgürlüğünü ilgilendiren kısmı şu ki; siz iki satır tweet atanı tutuklarsanız, cumhurbaşkanı hakkında doğru dürüst araştırma yapılmasını engellemiş olursunuz. Ne doğru düzgün yazı veya kitap yazabilirsiniz ne de belgesel çekebilirsiniz. Bu ilk olarak bir otosansür doğurur. Bu konu hak ettiği kadar konuşulmuyor henüz. İlk gazeteci tutuklandığında bu daha çok konuşulacak, gidişat da o yönde. Gazetecilere cumhurbaşkanına hakaretten dolayı dava açılıyor ama daha tutuklama istemediler. İlk tutuklama istendiğinde bu konu daha çok gündeme gelecek. Bence gerek yok, testi kırılmadan da tartışabiliriz,” dedi.
İfade özgürlüğü ile iktidar arasındaki ilişkiye de değinen Pekin şu ifadeleri kullandı: “AKP’nin iktidarındaki ortağından ayrıldıktan sonra yaptığı ilk iş Gülenci şirketlerin yayınlamış olduğu Said-i Nursi risalelerine bandrol üzerinden bir yasaklama getirmek oldu. İşin teknik tartışmasına girmiyorum ama sonuçta on yıllardır basılan bir yayındı bu. Daha da büyüğü olarak, STV ve Zaman gazetesine yapılanlar hatırlanabilir”.