Edebiyat Haber’in de medya destekçilerinden olduğu Yayınlama Özgürlüğü Yolunda Projesi Ankara Bölge Toplantısı dün Eyüboğlu Hotel’de gerçekleştirildi. Çeşitli meslek örgütü temsilcileri, yazarlar ve akademisyenlerin katıldığı toplantıda Türkiye’de yayınlama özgürlüğü önündeki engellerin biçim değiştirerek devam ettiği vurgulandı.
Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından İsveç Yayıncılar Birliği ortaklığıyla gerçekleştirilen Yayınlama Özgürlüğü Yolunda adlı proje kapsamında Ankara’da gerçekleştirilen toplantıya yazar Haluk Gerger, yayıncı Hayri Erdoğan ve hukukçu Tora Pekin konuşmacı olarak katıldı.
Toplantının açılışında konuşan Proje Koordinatörü Metin Celâl Zeynioğlu, yayınlama özgürlüğünün “düşünce ve ifade özgürlüğü” başlığı altında yer alan temel hak ve özgürlüklerden biri olduğunu vurguladı. Proje kapsamında hem Bakanlıklar hem de Avrupa Birliği nezdinde ziyaretlerde bulunduklarını, 9 ilde kapalı bölge toplantıları gerçekleştirilerek yayıncıların görüş ve önerilerini bir rapor haline getirileceğini belirtti.
“Tablo raporlara yansıyandan vahim”
Yayıncı Hayri Erdoğan, her ne kadar kitapların toplatıldığı, yayınevlerinin basıldığı, yayıncıların cezaevlerine girdiği günler geride kalmış gibi gözükse de bunun nicel bir değişiklik olduğunu ve yayınlama özgürlüğü önündeki engellerin biçim değiştirerek sürdüğünü söyledi. Yeni bir yasaklar dönemine girildiğini ifade eden Erdoğan, “Televizyonlar aynı yayını yapıyor, gazeteler aynı manşetle çıkıyorsa, o zamana burada düşüncenin üretim ortamı yoktur. Düşünceyi üretme ortamı çoraksa yayınlama özgürlüğünün de bir anlamı yoktur. Meseleye böyle bakarsak, raporlara yansıyandan çok daha vahim bir durumla karşı karşıya kalacağımızı söyleyebiliriz. Aksi buzdağının tepesini görmek olur ve gerçeği kaçırırız,” diye konuştu.
“Tartışma değil, biata dayalı bir rejim”
Yazar Haluk Gerger de, yayınlama özgürlüğünün en temel insan haklarından biri olduğunu dile getirdi. İnsan haklarının bireyi ve toplumu devlete ve egemen çıkar odaklarına karşı korumanın temel aracı olduğunu ifade eden Gerger, Türkiye’de 12 Eylül’den sonra hak ve özgürlükler konusundaki sorunların Kürt sorunu ve savaş ile organik bir bağı olduğunu görmek gerektiğini söyledi. Gerger görüşlerini şu sözlerle dile getirdi: “Savaş ortamında bu sorunla ilgisiz gibi gözüken pek çok konu insan haklarının ihlali çerçevesine giriyor. Bu süre içerisinde yanılgıya düşüldü. İnsan hakları özünden kopartılıp günü kurtarmanın bir aracına dönüştü. Ana mesele, yani Kürt sorunu ve savaş, bir kenara bırakıldı. İnsan haklarında bir iyileşme, reform ve demokratikleşme görüntüsü yaratılmaya çalışıldı. Bu bir dolandırıcılıktı aslında. Ama buna hepimiz katkıda bulunduk.”
Türkiye’yi çok daha tehlikeli günler beklediğini belirten Gerger, Başkanlık sistemi tartışmalarına değindi. Türkiye kapitalizminin yönetememe krizi yaşadığını, bunu aşmanın bir yolu olarak da Başkanlık sisteminin önerildiğini ifade eden Gerger, “Farklılığa ve tartışmaya değil, en fazla istişare ve biata dayalı bir yeni rejim. Bu yeni rejimden hayırlı bir şey çıkmaz,” diye konuştu.
“Yeni bir 301. maddemiz var”
Hukukçu Tora Pekin de, basın-yayın alanında artan ceza davalarına, verilen tazminat cezalarına dikkat çekti. Özellikle 17-25 Aralık sonrası mahkemelerin, muhalif yayın organlarında yer alan haberlere ilişkin çok kolay cevap ve düzeltme kararları verdiğini anlatan Pekin, yapılan yasal düzenlemelerle bu kararlara itiraz hakkının da ortadan kaldırıldığını söyledi. Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Yurt gazetelerine ilişkin tüm taleplere hakim ve savcıların olur verdiğini, bu gazetelerin itirazlarının da tamamının reddedildiği ifade eden Pekin, internet sayfaları hakkında verilen erişim engelleme kararlarına ilişkin, “Toplumun belleğinden bazı olayları silmek istiyorlar. Geçmişte birileri o dönemi araştırdığında konuya ilişkin bir şey bulamayacak,” değerlendirmesi yaptı.
Geçmişte Hrant Dink’in ölümüne neden olan 301. maddenin yerini şimdi 216. maddenin aldığını kaydeden Pekin, “nefret suçlarını önlemek” amaçlı maddenin adeta ezici çoğunluğu korumak amacıyla kullanıldığını söyledi. Pekin, bu maddeye dayanılarak verilen cezaların muhatabı olan yazar, çizer, yayıncı ve basın organlarının hedef haline gelip tehditler aldıklarını aktardı.
“Bandrol sansüre dönüştü”
Toplantının ikinci bölümünde katılımcılar da söz aldı. Türkiye’nin demokrasi ve yayınlama özgürlüğü bakımından karanlık günler geçirdiğini belirtildi. Son dönemde yerel mahkemelerin kitaplar hakkında verdikleri kararlar karşısında birlikte mücadele etmek gerektiği vurguladı. Bandrol uygulamasının farklı bir sansür aracına dönüştürüldüğünü belirten yayıncılar ve yazarlar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çocuk kitaplarına ve klasiklere ilişkin tutumunun da yayıncıları zor durumda bıraktığına dikkat çekti. Halk kütüphaneleri ve okul kütüphanelerinin tasfiye edilmesinin gelecek kuşaklar için önemli sorunlara yol açacağı dile getirildi ve telif bilincinin önemi vurgulandı.
edebiyathaber.net (20 Mart 2015)