Günün ağarmak üzere olduğu saatteyim. Çalışma masamın önündeki camı açtım. Sabahın serinliği yüzümü okşuyor. Karşı bahçede olmasına rağmen dalları neredeyse önüme dek uzanan ceviz ağaçlarının dallarından kuş cıvıltıları mutluluk saçıyor. Çatılardaki martıların sesleri ara ara bastırsa da bu cıvıltıları… Onlarınki de kendine has bir güzellik aslında.
Martıların etkisi olsa gerek, kendimi deniz kenarında bir yerde düşledim şu an. Oysaki olmaktan en çok keyif aldığım mekândayım bir yandan da. Bunu da uzun süredir kapalı kalmanın etkisine bağlıyorum. Karantina süreci başladığında “benim hayatım karantina gibiymiş zaten” diyerek ne kadar uzarsa uzasın rahatsız olmayacağımı, etkilenmeyeceğimi ifade etmiştim. Şimdi öyle bir haldeyim ki, yanıldığımı görebiliyorum. Denizi olan bir kentte 25 Haziran’ın sabahında hâlâ denize girememiş olmanın iç sıkıntısını yaşıyorum. Öyle ki bir karavanın düşlerini de kuruyorum bu günlerde. Bu tür bir yaşamın bana uygun olmadığını bile bile. Düşlerimi gerçekleştiremeyeceğimi bile bile. Sabahları gökyüzüne bakarak uyanmayı, her akşam başka kıyıda uyumayı düşlüyorum, güzel olur diyorum. Fakat bu kadar. Yüzüme yerleşen tebessüm geçene kadar. Sonra yine buradayım işte.
Bugünlerde bu düşüncelerde yaşarken Ömer Açık’ın kitabı çıkageldi. “Yaz Gezgini ile Hapşu Teyze.” Güneşin kızılını barındıran bir paraşütün üzerinde yazıyor kitabın adı. Yemyeşil bir çimen ve üzerinde özgürce koşan çocuklar. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ece Zeber’in bu çizimi üzüntü ve umudu aynı anda yaşatıyor. Üzüntü yakın geçmişin izlerini taşımasından, umut gelecekte yeniden bunların yaşanma ihtimali olduğundan. Her ne kadar ana kentlerde çocuklar bu görüntüler için yer bulamasalar da artık, yaşanmışlıklar da var işte. Kitabın arka kapağı ise günlerdir düşlediklerimin resme dökülmüş hali adeta. Turuncu bir karavan ama sıradan bir karavan değil. “Başımı alıp gideyim buralardan” diyen herkesin zihninde canlanan görüntünün kendisi bu. Düşlerimizin aracı!
Hâl böyle olunca başka bir anlam kazanıyor tabi kitap daha kapaktan itibaren. O halde gelelim içeriğe…
Roza, yaz gezginimiz. Ebeveynleri geleceklerine dair onu da ilgilendiren bir karar vermenin eşiğindeler. Bu süreçte Roza’yı ortamdan biraz uzak tutmayı istiyorlar. Burası klasik bir başlangıç olmuş aslında. Çocuk büyükanne-büyükbaba ya da amca/teyze/hala/dayı vs.nin yanına gönderilecekse mutlaka bir nedeni oluyor işte. Nedensiz, sadece tatil amaçlı gidenlerle sık karşılaşmıyoruz kitaplarda. Bu kitapta da Roza, ebeveynleri daha rahat düşünebilsin diye yaz tatili için teyzesinin yanına yollanır. Teyze ki yine başka kitaplarda karşılaştığımız karakterler gibi biraz çılgın. Karavanda yaşıyor. Tabi bu yaşamı sayesinde biz de kendimizi doğanın içinde buluyoruz. Roza için de farklı bir deneyim oluyor bu. Kent yaşamında hayal edemeyeceği yerler görüyor. O yerlerde an geliyor bir film çekiminde figüran oluyor, an geliyor köylülerin yağmur duasına katılıyor ve an geliyor yamaç paraşütü ile kendini boşluğa bırakıyor. Okurken kendimizi Roza’nın yerinde düşlememek elde değil.
Kitap bir dramla başlasa da sonrasında bunu çok çabuk unutturuyor. Roza’nın, Hapşu Teyze’nin yanına geliş sebebi akıllardan uçup gidiyor. Kapaktaki gibi rengârenk bir doğanın içinde geziniyor okur. Oysa ki Roza’nın başına gelen de zor bir durum. Bir bakıma bir çocuğun/ bir insanın zorluklarla baş etme çabasını da okuyoruz, denilebilir.
Ömer Açık’ı ilk olarak “Menekşe İstasyonu” ile tanımıştım. Bir direniş hikâyesiydi bu kitap. Yayınlandığı dönem itibariyle de çok etkilemişti beni. Ve hâlâ yazarın adını duyduğumda ilk aklıma gelen “Menekşe İstasyonu” olur. Sonrasında “Benim Babam Ömür Adam”, “Montsuzlar” ve “Taşkafa” yı da okudum kendisinden. Her biri, Açık’ın titiz anlatımı sayesinde ayrı bir değer. Fakat Menekşe İstasyonu bir başkaydı. İçinden geçtiğimiz karantina sürecinde de renkli düşlere daldıran “Yaz Gezgini ile Hapşu Teyze” de bu dönem için anımsayacağım kitaplardan olabilir.
Hapşu Teyze’nin şu dizeler de değerini bilmeden yaşadığımız keyifli günlerimiz için kulağımıza küpe olsun. “Uçuktur yaşamın rengi/ Penceremizi boyar/ Gökkuşağıdır ölümün rengi/ Bahçemizde konaklar/ Ardında öyküler bırakmadıysan/ Yaşamışsın neye yarar!”
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (29 Haziran 2020)