Durum teşhisi
Yazmaya gönül verenler kimi zaman sözcük kuraklığının hüküm sürdüğü anlatım çöllüğünü deneyimler. Boş bir ekranın ya da açık bir defterin önündeki düşünce hâllerinin adını koyabilir miyiz? Bazen isimsiz bir durgunluk, tembellik ve kaynak sıkıntısı, kimi zaman hayatın akışı içinde önümüze çıkan engeller akışı aksatırlar. Yazı durur. Pek çok ünlü yazar kendi yöntemleriyle sorunu aştıklarından söz eder. Okumalar yeterli ve nitelikli olmadığında, disiplin bozulduğunda ya da yazar tekdüzeliğe saplanıp kaldığında sözcükler geçici olarak kuruyabilir. Sadece sözcükler değil kavramlar da güdükleşebilir. En çok gereksinim duyduğumuz anda yaratıcılığın sesi kısılabilir.
Jonathan Franzen, Lydia Davis ve Joyce Carol Oates gibi yazarlar benzer bir noktada hemfikir. Yazarın zihni, fiziksel olarak yazma eylemine geçmeden hazırlanmış, metni önceden yazmış ve iyi bir araştırma yapmış olmalı. Oates, “Boş sayfanın karşısına geldiğimde söyleyecek çok şeyim var” diye ifade eder kendini. Yaşar Kemal’in romanlarını kafasında önceden tasarladığını, yazmaya yoğunlaştığında ise taşların yerine oturduğunu biliriz.
“Bir yazarın tıkanıklığı hakkında yazmak hiç yazmamaktan iyidir” der, Charles Bukowski. Demek ki konuşmak, paylaşmak, durumu gözardı etmekten daha yapıcı bir tutum.
Eleştirilme ve mükemmel olana ulaşamama korkusu, eksiklik duygusu, kendini sürekli başkalarıyla karşılaştırma, yeterince iyi olamadığını düşünme ve bir türlü kendini yazar olarak konumlandıramama hâlleri, ortamda varlığını hissettiren dikkat dağıtıcılar, yapmak zorunda olduğumuz diğer işlerin kaosuyla buluşurlar. Yazmak eylemi hayatımızı kazandırmaya yetmediği için bir türlü merkezdeki işe dönüşemez. Hepsinden öte, bizi azarlayan, gözdağı veren iç eleştirmenimiz nedense susmak bilmez.
Salgın dönemine özgün gibi görünen sıkıntılar, yoğunlaşmaya giden yollara taş döşemeye başlamıştır bile. Yazan kişi engelleri önce kendi yoluna kendisi dizer.
Tıkanma eğer tek bir kelimeyi ya da cümleyi arama yolculuğunda meydana gelmişse bu süreç, elimizden gelenin en iyisini yapabilme, edebiyat dediğimiz aynanın içindeki yansımalarımızı kağıda dökme gayretine dönüşebilir.
Yazdıklarımızı silmeye kıyamadığımız da olur. Bazen cümleleri daha sonra kullanma umuduyla bir kenarda biriktiririz. Dilediğimiz yapıyı bir türlü kuramamanın tedirginliği aklımıza kasvet bulaştırır.
Başka konulardan ve uğraşlardan fedakârlık ederek yarattığımız zamanı gönüllü olarak sözcüklere adamak, seçimin biricik parçasıdır.
İşe yarayan teknikler
Yazamadığımızı düşündüğümüzde sığınacağımız köşelerde yaratıcı birtakım teknikler yedekte beklemeli. John Steinbeck’in “tek kişiye yazma” stratejisini uygulamalı belki de. Hedef kitlemizin hayali bir kişi ya da tanıdığımız sevdiğimiz yakın birinin olabileceğinden bahseder Steinbeck. Kime ilham aşıladığımız, kimden veya neden ilham aldığımız hep belirsiz.
Hilary Mantel’in “masanızdan uzaklaşın” yöntemi de etkili olabilir. Onun deyimiyle “yürüyüşe çıkmak, duş almak, uyumak, turta yapmak, çizmek, müzik dinlemek, kelimeler için boşluk açmak, alan yaratmak” gerekir.
Eğer zihnimizde boşluk yaratabilirsek, bizi büyüleyecek sözcükler orada küllerinden doğabilirler. Derin okumanın, yazımızı canlandıracak, dilimizi zenginleştirecek nitelikli metinleri içselleştirmenin peşine düşeriz. Metinlerin kalbinden birliğe ulaşırız. Yazamadığımızı bir başkası yazsa bile okur olarak kazanan yine biz oluruz.
Empati ve şefkat duygusunu içimizde tomurcuklandıracak metinler çok değerliyken, zihnimizi rahatsız edenler de bizi geliştirebilir, farklı bakış açıları ile tanıştırabilirler.
William Faulkner, “Sadece ilham aldığım zaman yazarım. Çok şükür ki, her sabah saat dokuzda ilham geliyor” demiş. Aklımızın kuytularından sızan cümleleri, kelimeleri, imgeleri, ya da fikirleri onlar kaçıp gitmeden, hemen bir yere not etmek, renklerle beyin haritaları çizmek gerekir.
Yazıda en zor şeylerden birinin ilk paragrafı kaleme almak olduğunu vurgulamış, Gabriel García Márquez.
Mükemmelliği değil ilerlemeyi seçerek, her gün yazıyı bir parça daha geliştirmek, böylece kendimizi var etmenin mutluluğuna ulaşmaktır hedef. Bu söylendiği kadar kolay değil elbette.
Ferit Edgü Yazarın Kuramı’nda yazmayı düşündüğü ama nereden başlayacağını tam bilemediği bir öykünün veya şiirin çıkış noktasını, karşısında bulabildiği bir anda yaşadığını ve gerisinin de çorap söküğü gibi geldiğini anlatır.
Tarık Dursun K. yazarın çözümsüzlüğünden dem vurur, yaratıcılığa şaşırdığını ifade eder. Ayrıntılara inmeden konu bütünlüğünü düşündüğünü, bunların yazarken diğerlerinin kendiliğinden geldiğini, eklenip bütünlendiklerini anlatır.
Hasan Ali Toptaş ise yazmanın kendi deyimiyle “kalabalık bir tenhalık hâli” olduğunu, sezgiyle yazdığını, romanın ilk cümlesinin ses tonunu, notasını veya akordunu bazen çok uzun süre aradığını, eserin içine sindiği zaman tamamlandığını anlatmıştır.
Hayatın yükünden kurtulmak, anlam bulmak, alternatif evrenler oluşturmak için okuyor ve yazıyorsak, kendimizi sinesine mahkûm ettiğimiz karanlık odalarda sözcüklerin aydınlığı yolumuza ışık tutacak. Edebiyatın bize sırtını dönmesi mümkün değil. Her yazarın başına gelen kuraklık mevsimi başımıza gelmişse, kılı kırk yarmaya başlamışsak ne mutlu. Belki de doğru yoldayız demektir.
Kaynakça
- Köklügiller Ahmet, Nasıl Yazıyorlar. IQ Kültür Sanat Yayıncılık 2010. 237.
- Reyna İshak. (Derleyen). Yazarın Kuramı. Eserimi Nasıl Yazdım. İletişim Yayınları. 2010. 337
- Toptaş Hasan Ali. Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız. Söyleşiler Kitabı. İletişim Yayınları. 2014. 21
Gamze Haklı Geray – edebiyathaber.net (24 Eylül 2020)