Toplumun her alanına bulaşan çürüme, edebiyatın kendine özgü kimyasını da bozdu. Sadece ekonomide değil kültürel seviye kaybı içinde yazar, edebiyat da bu çürümeden etkilenmekten kurtulamadı. Sadece paramız değer kaybetmedi, ne yazık ki yazarlar ve yazdıkları da, edebiyatta değer kaybına uğramaya devam etmektedir. O zaman şöyle bir soru akla geliyor; edebiyat dünyasında bir yazarın ağırlığını belirleyen unsurlar nelerdir? Bu soru, edebi eserlerin etkisini, fikir derinliğini, yazarın kültürel ve sanatsal yaratıcı kimliğini ve okuyucu üzerindeki etkisini sorgulayan derin bir sorudur. Cevap, yazarın kim olduğuna ve yazın dünyasında nasıl bir etki bıraktığına bağlı olarak değişir. Ancak bu soruyu “özgül, öznel, özgür” kavramları çerçevesinde ele almak, yazarın özgün kimliğini daha net bir şekilde ortaya koymamıza ve onun edebi ağırlığını daha derin anlamamıza olanak tanır.
Özgül ağırlık kavramını anlamak için, önce fiziksel dünyadaki karşılığına bakalım: özgül ağırlık, bir maddenin yoğunluğunu ve diğer maddelere kıyasla ağırlığını belirler. Aynı hacimdeki farklı maddelerin ağırlıkları arasındaki farkı anlamak için bu kavram kullanılır. Edebiyata uygulandığında, yazarın özgül ağırlığı onun eserlerinin edebi sahadaki yerini, etkisini ve anlamını belirler. Özgül ağırlığı yüksek olan bir yazar, edebiyata kattığı anlam, sunduğu yeni bakış açıları ve dile getirdiği özgün fikirlerle diğerlerinden ayrılır.
Örneğin, Marcel Proust, “Özgün bir zihin, okumayı kişisel etkinliğinin emrine vermeyi bilir” der. Bu, özgül ağırlığı yüksek bir yazarın, okuyucuya sadece kelimelerle değil, aynı zamanda düşünce ve duygularla hitap ettiğini ifade eder. Dolayısıyla Özgül ağırlığı yüksek olan bir yazar, edebiyata kattığı anlam, sunduğu yeni bakış açıları ve dile getirdiği özgün fikirlerle diğerlerinden ayrılır. Yazdıkları, okuyucunun zihninde yankı bulur ve zamanın ötesine geçerek kalıcılığını korur. Örneğin, Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway”i, yalnızca bir günlük olayları anlatan basit bir hikâye gibi görünse de, bilinç akışı tekniği ve karakterlerin iç dünyasını derinlemesine yansıtmasıyla edebiyatta özgül ağırlığı yüksek bir eser olarak kabul edilir. Woolf’un eserinde oluşturduğu atmosfer, sıradan bir günü, insan zihninin karmaşıklığını ortaya koyan bir ortama dönüştürür. Bu özgül ağırlık, eserin edebi kimliğini pekiştirir ve onu diğerlerinden ayırır. Türk edebiyatında da bilinç akışı tekniğini romanlarında kullanan Yusuf Atılgan, Oğuz Atay, Orhan Pamuk gibi yazarlar örnek olarak verilebilir. Atılgan, Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarında bilinç akışı tekniğinden faydalanmıştır. Bazı tartışmalar olsa da Oğuz Atay, Tutunamayanlar da anlatı teknikleri içinde bilinç akışını da kullanmıştır. Orhan Pamuk’un, Sessiz Ev romanında bilinç akışı tekniğini birden fazla karakter üzerinde kullandığı da kabul edilmektedir. Yani bu yazarlar da bilinç akışı tekniğini kullanarak benzer bir özgül ağırlık yaratmışlardır.
Her yazar, kendi öznel deneyimlerinin, düşüncelerinin ve duygularının bir yansımasıdır. Bu, onun öznel ağırlığını oluşturur. Bir yazarın eserlerinde taşıdığı öznel ağırlık, onun dünyaya nasıl baktığı, nasıl gördüğü, nasıl algıladığı neyi önemsediği ve neleri sorguladığı ve nasıl yorumladığıyla doğrudan ilişkilidir. Bu öznellik, yazarın eserlerine ruh katar ve onları diğerlerinden ayırarak benzersiz yapar. Yazarın öznel ağırlığı, onun kendi iç dünyasını ne kadar cesurca ve samimiyetle ortaya koyduğuyla da ilgilidir. Yani yapaylıktan uzak doğallık yazarın öznelliğini, “kendine münhasır” olduğunu gösterir. Bu cesaret, okuyucuyla kurduğu bağın gücünü belirler. Öznel olanın evrensel olana dönüşebilmesi, yazarın sanatındaki ustalıkla mümkündür. Bu ustalık, okuyucuyu sadece bir hikâye ile değil, aynı zamanda derin, duygusal ve düşünsel yolculuğa çıkarmasıyla anlaşılır. Başka örnekler de verilebilir ama Marcel Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” adlı eseri, bu öznel bakışın en çarpıcı örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Dikkatli okuyucular Proust’un, çocukluk anılarını, duygularını ve hafızasını inceleyerek, zamanın geçişini ve insan deneyimini derinlemesine irdeleyen bir anlatı oluşturduğunu anlayacaklardır. Onun öznel yaklaşımı, sadece bireysel bir hikâye değil, aynı zamanda evrensel bir insanlık deneyimine dönüşür. Proust’un öznel ağırlığı, onun iç dünyasını okuyucuya açarken, aynı zamanda edebi bir devrimin de öncüsü olur. Öznel olanı evrensel bir dille ifade etmek, yazarın kaleminin ne kadar güçlü ve etkileyici olduğunun bir göstergesidir.
Özgür ağırlık, bir yazarın bağımsız düşünce yapısını ve bu yapının edebi eserlere yansımasını ifaden bağımsız düşüncenin gücünü ifade eder. Onun kalemi, herhangi bir otoritenin etkisi altında eğilmez. Yazar, kendi yolunu çizme cesaretini gösterir. Bu özgürlük, yazarı diğerlerinden ayıran en temel unsurlardan biridir. Çünkü özgürlük, yazarın sadece bireysel bir varoluş mücadelesi değil, aynı zamanda toplumsal bir direnç noktası oluşturmasını sağlar. Özgür ağırlık, bir yazarın bağımsız düşünce yapısını ve bu yapının edebi eserlere yansımasını ifade eder. Böyle bir yazar, kendi doğrularını savunmaktan çekinmez ve bu sayede zamanla bir ekol haline gelir. Örneğin George Orwell’in “1984” adlı eseri, özgür ağırlığı olan bir yazarın yaratıcı cesaretinin bir örneğidir. Orwell, totaliter bir rejimi ve onun toplum üzerindeki baskısını cesurca yazarak, sadece döneminin değil, tüm zamanların en etkili politik distopyalarından birini kaleme almıştır. Onun kalemi, hiçbir otoritenin ya da ideolojinin etkisi altında eğilmez; aksine, kendi doğrularını ve özgün bakış açısını savunmaktan çekinmez. Orwell’in bu özgür ağırlığı, eserlerinin halen günümüzde de geçerliliğini koruyan evrensel mesajlar taşımasını sağlamıştır.
Yalnızca belirli grupların alkışladığı, kendi yayın organlarında yer vererek popüler yaptığı bir yazarlık özgür ağırlıktan yoksundur. Bu tür yazarlar, olayların veya ilginç konuların peşinde koşan katipler olarak adlandırılabilir. Bir yazar, özgür ağırlığını kazanmak için slogan zincirlerinden ve ideolojik saplantılardan sıyrılmalıdır. Her yazı, insanı anlatıcı yapabilir, ancak bu “yazarlık” anlamına gelir mi? Yazarın özgür ağırlığı, onun bağımsız düşünce yapısına, yaratıcı cesaretine ve bu unsurları eserlerine yansıtma yeteneğine bağlıdır.
Bir yazar, sayılan özgül, öznel, özgür ağırlık türü arasında denge kurduğunda, edebiyat sahnesinde kalıcı bir yer edinme şansı artar. Örneğin, Gabriel García Márquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adındaki eseri, hem özgül hem de öznel ve özgür ağırlığı bir araya getirerek evrensel bir anlatı sunar. Márquez, Latin Amerika’nın tarihini, mitlerini ve toplumsal yapısını büyülü gerçekçilikle harmanlayarak özgül bir ağırlık oluşturur. Bu eserdeki öznel bakış açısı, karakterlerin iç dünyalarının derinlemesine incelenmesi ve onların yaşadıkları olaylara verdiği duygusal tepkilerle ortaya çıkar. Ayrıca, Márquez’in yazdığı her satırda, onun edebi özgürlüğünü, kendi tarzını yaratma cesaretini ve bu cesaretin sonuçlarını görmek mümkündür. Her insan düşünür ama düşünen yazar; özgünlüğü arayan ve öznel olmayı başaran veya özgünlükle öznelliği birleştirerek özgür ağırlığını artıran yoğunlukta ve derinlikte ürün yaratır.
Edebiyat dünyasında kalıcı bir iz bırakmanın, edebi ağırlığın sırrı, özgül, öznel ve özgür ağırlıklar arasında kurulan dengeyle doğrudan ilgilidir. Bu dengeyi kurabilen bir yazar, sadece edebiyat dünyasında bir yer edinmekle kalmaz, aynı zamanda bu dünyayı şekillendiren ve ona yön veren bir figür haline gelir. Bu dengeler, yazarın eserlerinde ne kadar derin bir iz bıraktığını, ne kadar kalıcı olduğunu ve hangi ölçüde özgün bir ses yaratabildiğini belirler. Özgür ağırlığı olan bir yazar, hem kendini hem de okuyucusunu sürekli olarak dönüştürür, geliştirir ve sorgular. Bu nedenle, böylesi bir yazar, sadece bir anlatıcı değil, aynı zamanda bir düşünür, bir yol gösterici, fikirsel olarak kışkırtıcı ve bir ilham kaynağıdır. Kısaca iyi bir yazar, bu üç ağırlığı birleştirerek kendine özgü bir edebi kimlik oluşturur. Bu kimlik, yazarın eserlerinde kendini gösterir ve okuyucu üzerinde derin bir etki bırakır.
Edebi eserlerin özgül ağırlığı, onların edebi değerini; öznel ağırlığı, yazarın kişisel izlerini; özgür ağırlığı ise bağımsız düşüncenin gücünü temsil eder. Edebiyat dünyasında kalıcı olmanın sırrı da işte bu özgül, öznel ve özgür ağırlığın dengesinde yatar. Özgür ağırlığı yüksek olan bir yazar, kendi yolunu çizme cesaretine sahiptir ve bu onun edebi sahada kendine özgü bir yer edinmesini sağlar. Edebiyat dünyasında kalıcı olmanın sırrı, bu dengeyi kurmaktır. Sonuç olarak, edebiyat dünyasında kalıcı bir iz bırakmanın anahtarlarından biri de özgünlükle öznelliği birleştirerek özgür ağırlığı artırmaktır.
edebiyathaber.net (12 Ağustos 2024)