Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Ayşe Kaygusuz Şimşek’i, yazar arkadaşı Hatice Eroğlu Akdoğan ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Mutfakta yazar. Evet, kadının en çok zaman geçirmek zorunda olduğu ev alanı olan mutfak Ayşe’nin aynı zamanda yazı köşesidir. Belki pişirdiği yemeğe biraz edebiyat ya da yemeklerden edebiyata bir tutam tat katıyordur diye düşünmeden edemiyor insan. Evde mutfak, mutfakta küçük yemek masası, masanın da bir arka köşesi Ayşe’nın yazı yuvası. O köşe ile Ayşe’nin yazın serüveni fazlasıyla içli dışlıdır. Masadaki bilgisayarın başında ya düşünür ya hayattan süzdüklerini, yazarlardan taşıdıklarını oturup kalkıp oya gibi işler. Ocakta yemek varsa yazdığı süre içinde kontrol eder. Masaya kahvaltı ya da yemek servisi açar ama bilgisayarın yeri sabittir. O yüzden Ayşe mutfaktaki köşesiyle yazı eyleminin kaynaşmış olmasını oğlunun yorumuyla yanıtlar. O da, oğlunun “anne bir gün gelecek mutfaktaki masaya senin bir büstünü yaptıracağım” demesidir. Hep aynı, özel bir köşede kalıyor olmanın yazar ya da yazıların kolay motivasyonu açısından önemli olduğunu düşünürüm. Bunun sonucunun da yazılarındaki başarıyla kendini belli ettiğini söylemek gerek.
Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
İnsanların genel olarak birbirleriyle paylaşacakları ortak nokta bulmaları zor değildir. Her insan başka herhangi bir insanla kaynaşacak bir şey bulabilir. Yazanlar olarak yazarların da birbirleriyle paylaşacakları şeyler edebiyat yolculuğunun uzunluğu ile doğru orantılıdır. Ayşe Kaygusuz Şimşek’le 2018 yılında kendisi de bir yazar olan şair Hasan Hüseyin’in eşi Azime Korkmazgil’in Ağlasun’daki kütüphane niteliğindeki evinde tanışmıştık. Birkaç günlük birlikteliğimizde kişisel yaşantı noktasından başlayarak edebiyatın kıyısına kadar olabilecek sohbetler ettik. Ayşe Ağlasun’a kitaplarıyla gelmiş ve bazılarını bana da vermişti. Kitaplarını okumamla kendisine, edebiyatına dair bildiklerim çoğaldı. Her ikimiz de ayrı ayrı şehirlerde bulunan evimize döndüğümüzde ilişkimiz devam etti. Zaman zaman yine edebiyat etkinlikleri kapsamında o İstanbul’a geldi, ben Ankara’ya gittim. Ortak söyleşi ve imza günlerimiz oldu. Yazarlar üzerine, yazdıklarımız üzerine konuştuklarımız çoğaldıkça yakınlaşmamız da arttı. Dergilerde de Ayşe’nin yazılarını okuyor o konuda yorumlarımı kendisine açıyordum. Yazar ilişkisi de aynı zamanda okurlara birlikte ulaşmak açısından dayanışma ilişkisidir. Dayanışma arttıkça üzerine konuşacağımız şeyler de çoğaldıkça çoğalıyordu. Ayrı kentlerde olduğumuz için iletişimimiz haliyle telefonla oluyor. Birtakım gelişme ya da planlar üzerine telefon edip konuşma ihtiyacı doğduğunda, görüşmenin bir saat sürdüğü oluyor ve bitiminde bir şey kalmadığı için değil aksine konuşulacak yeni konular ortaya çıkıyor ve mecburen bir yerde kesmek zorunda kaldığımız için görüşmeyi öyle sonlandırıyoruz. Yazdıklarımız, okuduklarımız, katılmayı düşündüğümüz etkinlikler, yeni çıkan kitap ya da kitaplarımız, yazarların etkinliklerdeki tutumu üzerine akla gelebilecek her şey sohbetimizin konusu olabiliyor. Açıkçası sohbetin alanı çok geniş ve her görüşme de doyumsuzlukla, yeniden görüşme dileğiyle kapanıyor. Geçtiğimiz mayıs ayı ortasında Ayşe Kaygusuz Şimşek’i oğlunun geçici olarak hayvancılıkla uğraştığı Tokat’taki köyünde ziyaret ettim ve orada beş gün geçirdim. Dağların eteğinde, yeşil bir doğanın arasında Ayşe’nin yapacağı iş çoktu. Ben de bazı işlerin kıyısından tutuyordum. Hem çalıştık hem araya edebiyata dair işler, ilişkiler üzerine de sohbet ettik. Yazarların iletişiminin, dayanışmasının en güzel yanı yazmak noktasında birbirlerini motive edici, harekete geçirici bir rollerinin olmasıdır. Biz ya da bizler de bunu yaşıyoruz.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Yazmaya inanmış, edebiyatına güvenen her yazar, içeriğini, yazısının taşlarını kendisi yerine koyar. Ayşe Kaygusuz Şimşek de öyle. Görüş alışverişimiz daha çok birtakım yazarlarla, birtakım yazılar konusunda ilişkiye geçip geçmek üzerine oluyor. Bununla birlikte edebiyat dergilerinden hangisi var, hangi tür yazı hangi dergilerde gider gibi değerlendirmemiz oluyor. Yazar için en önemli konulardan biri yayınevi konusudur. Bu konudaki deneyimlerimizi de birbirimize aktarırız. Aynı şey yayımlanmaya hazır kitapların arka kapak yazıları, önsözü, kitabın adı konusunda da aramızda konuşmalar geçer.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Kendisi sigara tiryakisi olmadığı halde yazarken üç beş tane birden içtiği görülür. Sık sık bilgisayarın başından kalkıp evin içinde bir tur attığını ve ellerini sık sık soğuk suya tuttuğunun söylemişti. Ne ilginç bir ritüel değil mi? Bazen de arada bir duraksar, masaya dirseklerini dayayıp ellerini birbirine kenetler ve dakikalarca düşünürmüş. Tabi yazmada yol almanın temel taşlarından biri düşünmektir.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Ayşe yaptığı söyleşilerde hem edebiyata katkı sunan hem yazar ve şairleri görünür kılmaya çalışan biridir. Söyleşi yapacağı kişinin kitaplarının çoğunu önceden okur, o kişi ve edebiyatı hakkında bilgilendirici bir metin ortaya çıkarır. Bu alanda ”Düşe Yazanlar”, “Düşe Yazanlar 2” adında benim de yararlandığım okur açısından çekici olan iki ayrı kitabı bulunmaktadır. Şu günlerde üçüncü kitaba doğru yol almaya devam ederken, Attila Aşut’un, “Proleteryanın Büyülü Kutusu”, “Sivas Kitabı/Bir Toplu Öldürüm Öyküsü”, “Acının Kül Rengi” kitaplarını okumakta. Yazarlarla söyleşi yapma onun aynı zamanda edebiyatçılarla olan dünyasını genişleten bir işlev de görmektedir. Ayrıca kalemine inandığı yazar arkadaşlarının kitaplarını önemser ve elinden geldiğince değerlendirir. Kitap hakkında yazdığı metinleri de edebiyat dergilerinde ve gazetelerin sanat sayfalarında yayımlar. Bu bağlamda da Serpil Aygün Cengiz’in “Psikanalitik Bir Okuma/ Reklama Düş Olarak Bakmak” ve Fulya Bayraktar’ın “Yan Yana” öykü kitabı elinin altında olanlar diye biliyorum. Bir de bunların dışında ayrıca okuduğu kitaplar var. Giovanni Guaresch kitabı olan “Acele Koca Aranıyor” ve Fatoş Güney’den “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” kitaplarıdır. Fatoş Güney dediğimde türk sinemasının vazgeçilmezlerinden Yılmaz Güney’i anlamışızdır herhalde. Sinema dendiğinde Ayşe’nin bir davranışını belirtmeden geçemeyeceğim. Özellikle dinlenmek istediği zamanlar bilgisayarını açar ve film listesine göz atar. Çünkü uzunca bir film listesi var. Günde iki film birden izler ve bu günlerce devam edebilir. Üstelik izlediği filmin ilk görüntüsünü, ilk sesini, tarihini ve geçtiği yeri not alır ki bazı film tavsiyelerini ben notlarından edinirim. Bunu yapmak filmi unutturmuyormuş ya da zamanı geldiğinde kolay hatırlamasını sağlıyormuş.
edebiyathaber.net (10 Ağustos 2023)