Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Ayşen Bayazıt Melik’i, oğlu Baran Melik’le konuştuk.
1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Genellikle evimizin salonunda yazar; büyük yemek masasını kendi köşesi ve ofisine çevirmiş durumda, annem. Sandalyelerden birinin yerinde çalışma koltuğu var. Yemeğe misafirimiz geldiğinde bu koltuk kalkar, yerine sekizinci sandalye konur. Tam arkasındaki geniş duvar nişi, başta öyle planlamadığı halde, zaman içinde kütüphaneye dönüştü. Orada da yer kalmadı, kitaplarının bir kısmı şimdi yerde duruyor. Onları yakınında istiyor, bence baya bağlılık hissediyor. Sık sık içlerinden birini eline alıp bakar. Mimar olarak tasarladığı mekanı yazar olarak biraz bozdu diyebilirim.
Yazarken denk gelince hemen dosyayı kapatıp başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapar. Yazılarını görmemize pek izin vermez. Bence yazmak, edebiyat onun büyük tutkusu ama bize önceliğinin biz olduğumuzu hissettirir. Belki de o yüzden salonda yazıyor.
2) Annenizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Annem bana sık sık kitap önerir ve hediye eder. Aynı zamanda söyleşilerden haberdar eder, birlikte izlediğimiz birkaç söyleşi de oldu. Bu konuda benim biraz eksikliğimi kabul etmek lazım ki annemin her önerdiği kitabı okuyacak zamanı bulduğumu söyleyemem. Öte yandan, İngilizce kitapları da annem bende görür genelde. Kolejde bize okutulan tüm kitapların çevirilerini annemin de okuduğunu söyleyebilirim. O aslında edebiyatın hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyor ve buna üzülüyor. Bazen okuduğu kitaptan beğendiği bir parçayı bize de okumak ister. Babama ve bana, “Dinleyecekseniz bir şey okuyacağım,” der. Ve okur. Sonra “Nasıl?” diye sorar. Onunla aynı heyecanı hissetmemizi umarak. Ama onun gördüğü gibi görmemiz zor tabi.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Daha önce söylediğim gibi annem yazılarını okumamızı pek istemez. Çünkü yazılarıyla ilgili konuşmayı sevmez, tavsiye istemez; nadiren bir kelimenin cümledeki yeriyle ilgili seçenek okuyup, kulağa nasıl geldiğini sorar. Fakat, öykü ve romanlarında bizim yaşadıklarımızdan, hayatımızdan veya kişiliklerimizden ilham almış parçalar görürüz genelde. Ya da ben görürüm diyeyim.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Annemin kahvesi her zaman hazırdır yazı yazarken. Filtre kahve makinemiz hep doludur ve fincanındaki kahve bittikçe gidip yenisini koyar. Çok içtiğini düşünmüyorum aslında. Yavaş ve az az içiyor bence. Bazı zamanlar ise, bir yazarlık klişesi olarak gördüğüm konyak veya viski ile görürüm annemi; fakat enteresandır ki normal bir viski bardağı kullanmak yerine küçük bir shot bardağından yudumlayarak tüketir bu içkiyi. Ve ne yazık ki sigara içer. Ama bana sık sık, bırakacağım, çok kötü bir şey bu demeyi ihmal etmez. Yazma ritüeline ilişkin bir şey değil ama benimle paylaştığı ilginç bir şey var. Çok içine sinen bir cümle yazdığında yazmayı o anda bırakıp yerinden kalkıyormuş. Bir süre ara verdikten sonra yeniden devam ediyormuş. Bu halini kendisi de tuhaf buluyor. Bir de masada yanında hep bir defter vardır. Notlar alır. Bu defter hep açıktır. Çünkü notları yazdıklarına dair değil, günlük işleriyle ilgilidir. Yapılacaklar listesi gibi. Unutmamak için değil, unutmak için yazdığını söyler. Her biten işin kafasından atılmış olması ona yazı için yer açıyor sanırım. Yazıya dair notlarını ses kaydıyla telefonuna alıyormuş. Genellikle yürüyüş yaparken. Bunu sordum ona.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Son zamanlarda evde gözüme çarpan kitaplar Thomas Hardy: “Hayatın Küçük Cilveleri”, Giovanni Papini: “Gog”, Elizebath Harrower: “Kimi Muhitlerde” ve Ulus Baker: “Aşındırma Denemeleri”. Bunlar masanın bir ucunda gördüklerim.
edebiyathaber.net (20 Şubat 2020)