Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Burçak Gönül’ü, eşi Gürbüz Gönül ile konuştuk.
1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Burçak özel bir mekan-zaman aramaz yazarken. Yeter ki bir şeyler ona ilham versin. Bazen bir şarkı dinlediğinde, bazen gördüğü bir rüyanın sabahında, kimi zaman seyahatte otel odasında yazmaya başlar. Bazen bakarım, yatağa oturmuş, önünde bilgisayar açık, ama yaprak kımıldamıyor. Çoğu zaman, çalışma masasında, karakterler onu almış kim bilir nerelere götürmüş, dış dünyayla iletişimini sıfırlamış ve tek duyabildiğiniz klavyenin tuşlarının tıkırtısı. O zamanlar benim için de en keyifli anlar, çünkü biliyorum ki Burçak üretiyor. Farkında değil ama yazarken her zaman benim radarımda o, gizli gizli gözlemliyorum onu. Enerjisine, motivasyonuna tanık olmayı seviyorum. İlginç anı dendiğinde ise aklıma, kitaba adını veren Aysel teyzesinin ölüm haberini aldığı zaman geliyor. O haberi aldığında oturdu ve ağlaya ağlaya romanın finalini yazdı.
2) Eşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
İkimiz de okumayı severiz ama okuduklarımız üzerinde çok fazla konuşmuyoruz, en azından derinlemesine tartışmıyoruz. Bunda ilgi duyduğumuz türlerin hayli farklı olmasının rolü olsa gerek. Bazen yeni jenerasyonun ilgilendiği veya çocuklarımızın yazdığı yazıları birlikte okuyup anlamaya çalışırız. Genellikle ikimiz de anlayamayız. Şöyle bir düşünüyorum da, her ikimizin ortak okuduğu kitap, roman sayısı epey sınırlı. Ama sanırım üzerine en çok konuştuğumuz roman, Falezlere Götür Beni – Aysel oldu. Hem yazma sürecinde, hem de sonrasında. Bunun dışında, Burçak’ın instagramda “ayağımın_tozuyla” adında bir seyahat bloğu var. Daha çok duygularını yazdığı bir günce diyebiliriz. Genellikle birlikte seyahat ettiğimiz için, kendi gözlemleri kadar benim hatırladıklarımdan da faydalanarak o günceyi yazıyor.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Burçak’ın betimlemeleri ve kurgusu zaten çok güçlüdür, benden ve hatta başkalarından da, daha çok insana dair duygularla ilgili fikir alır. Soru sorar, dinler ve eleştirilerimi dikkate alır. Her zaman gözlemlere, yeni fikirlere açık olmuştur. Hiç bir fikri dinlemeden, anlamadan kesip atmaz. Yazar egosu yok, en azından henüz yok.
Zaman zaman
benden gelen çılgın önerilere kulak asmadığı da oluyor elbette. Mesela, kitabın sonunda, Aysel’in, Azra
tarafından zehirlenerek öldürülmesi önerim gibi. En başta söylemiştim ya, ilgi
duyduğumuz roman türleri epey farklı diye.
Bunun dışında, bu romanın arka planında çok uzun ve meşakkatli bir araştırma
süreci var. Hikaye neredeyse bir asırlık bir sürece yayıldığından, farklı
şehirleri farklı dönemlerde doğru yansıtmak ve o şehrin dokusunu aktarmak
istedi Burçak. Bu da zorlu bir iş elbette. Kah bir burma bileziğin 70 yıl
önceki fiyatını öğrenmek, kah Iğdır’ın iklim şartlarını orada yaşayanlarla
konuşmak. Bu süreçte araştırmacı olarak elimden gelen yardımı yaptım ben de.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Kırmızı çerçeveli gözlükleri ve az sütlü Americano’su. Gözlerimi kapayıp Burçak’ı yazarken düşündüğümde derhal bu vazgeçilmez ikili gözümün önüne geliyor. Sanırım bunların onun yaratıcılığına sihirli bir etkisi var. Bir de ortam sakin ve düzenli olmalı. ‘Etraf dağınık olursa, kafam da karışıyor, kelimeler akmıyor’ der hep, karmaşık bir ortamda yazı yazamaz.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Burçak iyi bir okuyucudur, elinden kitap eksik olmaz. Bazen aynı zamanda farklı türde birkaç kitap okur. Bir de farklı bölümlerini tekrar tekrar okuduğu başucu kitapları vardır; Tamer Dövücü’nün “Optimum Denge Modeli” ve Philippe Petite’in “Creativity- The Perfect Crime”. Elinde en son, Ercan Ersoy’un ona imzalı hediye ettiği “Orfoz” vardı. Bir de Günseli İnal’ın “Ruhların Gardiyanı” adlı şiir kitabı.
edebiyathaber. net (3 Eylül 2020)