Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Cemile Çakır’ı, arkadaşı Gülay Bulut ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Biz Cemile ile yatılı okuldan, yani orta ikiden beri tanışıyoruz, köyüne de gitmişliğim vardır lise birdeyken, üniversitedeyken de beraberdik, sonra yaşamlarımız doğal olarak başka yönlere doğru aktıysa da yıllar sonra yine birbirimizi yeniden bulduk. O Dikili’de ben İstanbul’dayım. Dolayısıyla şimdi yazma anında yanında olamıyorum. Ama yazdıkları üzerine hep konuşuyoruz. Yatılı okuldayken de etütlerde boş bulduğu zamanlarda hep bir şeyler yazardı ve kafasındaki romanlardan öykülerden hep söz ederdi. Ha bi de çizerdi, Cemile güzel resimler de çizer. Yazılarında hep güzel, yaşanabilir bir dünya kurgusu vardır; barış içinde, demokrasi içinde, kadın duyarlılığı ile kimsenin kimseye haksızlık edemeyeceği bir dünya. Herkesin hiçkimseye zarar vermeden kendini gerçekleştireceği, sanatla, edebiyatla, güzelliklerle dolu bir hayat. Bu yüzden muhalif bir duruşu vardır. Hatta lisede fikri olarak uyuşmadığı bir edebiyat hocası ona sen “Türkiye’nin Aleksandr Soljenitsin’i mi olacaksın?” demişti. Üniversiteden yıllar sonra sanırım 2000’lerde Asos’ta bir kitap sergisinde bir romanını gördüm. Aaa, “Gümüş Ay” dedim, kitap beni çekti kendine, baktım, evet yazarı Cemile’ydi. Sonunda yazmıştı, sonradan dörtlemeye çevirdiği nehir roman üçlemesine başlamıştı, ilkiydi bu, çok heyecanlanmıştım, romanı o gün okudum, yuttum, evet, hem olay örgüsü heyecan vericiydi hem de tanıdığım bir coğrafyada geçiyordu; Karadeniz’de. Hem fantastik gerçekçi, hem de masalsı bir anlatımı vardı. O zamanlar sosyal medya falan yok tabi, baktım kitabın arkasında mail adresi var ve ona yazdım, sonra onu çalıştığı gazetede buldum, yine romanlardan söz ettik, öykülerden ve şiirlerden, yaşamlarımızdan. Sonra Cemile yatılı okuldan diğer kızları buldu tek tek ve artık bi grup olarak 2010’dan beri buluşup görüşüyoruz. İlk kalabalık buluşmamızda Cemo kızlara dedi ki, ‘Size bi şey anlatayım mı kızlar?’ Kızlar da, ‘anlat’ dediler, ‘Gülay yatılı okula geldiğinde bizim yatakhanede yanımdaki ranzaya verilmişti. Akşam saat dokuzda yatma vakti gelince yataklarımıza girdik, ışıklar söndü. Gülay ne yaptı biliyor musunuz, bana döndü ve dedi ki, ‘Sana bir türkü söyleyeyim mi?’ O kadar güldük ki. Kısacık iki üç cümleyle beni anında karakterize etmişti. Yatılı okul koridorlarında türkü söyleyerek gezinen bir küçük kız çocuğuydum ben. Sonra ben sanırım 2013’te Dikili’ye yanına gittim, bi süre kaldım onunla. Roman, öykü, şiirlerden oluşan kocaman bir külliyatı oluşmuş, hepsini imzalayarak bana hediye etti, nasıl mutlu oldum, anlatamam. Cemile sabahları yazıyor genelde. Çevirileri de var. Mesela birisi de Amanda Vaill’in Hotel Florida’sıdır. Çalışkandır. İki omzunda iyilik ve güzellik kuşları ötüşür, iç müziği vardır onun, sürekli.
Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Bütün okuduklarımızı, yaşadıklarımızı paylaşıyoruz biz; kafasında henüz fikir halinde cıvıldaşan, kıpırdaşan öyküleri, romanları. O yazarın dili söyle, şunun şurasında etkilendim şeklinde, o kadar çok ki bunlar hangi birini anlatsam. Yaşar Kemal’den başlarız, Sait Faik’le devam ederiz, hiç bitmez bu. Güncel üzerine de, hayal ettiğimiz dünya üzerine de, barış, demokrasi, dostluk üzerine de çok konuşuruz biz. Sadedir Cemo, çok sade. Yaşamı da, sözcükleri de… Hayata bakışı da. Nettir de. Çok kolay yazar. Su gibidir. Berrak. Yemek yer gibi, su içer gibi yazar.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Romanlarını bitirdiğinde önce bana anlatır zaten, aslında yazma sürecinde de anlatır, sonra ham haliyle bana gönderir, ben okurum, üzerinde genel hatlarıyla konuşuruz. İşte olay örgüsü, kişiler, kişilikler, yer, zaman, olaylar ve kişiler arasındaki ilişkiler, yazım tarzı, sözcükler falan herşeyi konuşuruz. Sonra üzerinde çalışır, tekrar gönderir. Ben bu sefer inceden inceye yazım hatalarına, anlatım bozukluklarına varıncaya kadar oturur altını çizerek bi güzel çalışırım, şurası fazla olmuş, buraya şunu eklesen mi derim, o da tekrar çalışır, son halini verdiğinde ben bir kez daha okurum. Şu kişilikte, şu olayda biraz daha derinleşsen mi derim, söyle bir kişilik de eklesen mi derim, şurayı atsan mı derim. Ona uyanları uygular. Bir bakarım romanı zenginleştirmiş. Hem zaten Cemo’nun romanlarında hepimiz bir karakter, kişilik olarak geziniriz. Adımız başka, yerimiz başka ama ordayızdır. Çok keskin bir gözlem gücü vardır Cemo’nun. Bizimle yaşar ama bi yandan da yaşadıklarımızdan öyle öyküler çıkarır ki hem bizim çok özelimizdir o, hem de hepimizin yaşadığıdır. Süreğen bir gözlem halindedir ve bunun için özel bir çaba sarf etmez, kendiliğinden böyledir.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Sabahları önce her birine karakterlerine göre Filozof, Kırık gibi adlar verdiği sokakta yaşayan kedilere mamalarını verir. Dolaşırken çiçek, böcek, dal yaprak, kedi, deniz fotoğrafları çeker, çektiği fotoğraflarda da bir öykü okursunuz, çarpıcıdırlar, ilginçtirler, yaşayan fotoğraflardır onlar. Sonra gelir kahvaltısını eder. Etamin vb eşliğinde Açık Radyo dinler. Ardından çalışmaya başlar, sistematik bir biçimde sabahları yazar. Tek ritüeli yazarken bir kupa filtre kahve içmesidir. Arkeoloji merakı vardır, antropoloji de. Tarihi sürecin, toplumsal değişim ve dönüşümün siyasetin belirlediği, etkilediği insan psikolojisini gözlemler, bağlamlarında anlamaya çalışır, buna dair okumalar yapar, üzerinde konuşuruz, bunları romanlarına da yansıtır. Çok yönlüdür Cemo. Dışardan, uzaydan, kenardan köşeden, , çağlar öncesinden, çağlar sonrasından bakar insana.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Şu anda bana elinde Kenan Karabağ’ın Kura Çözüldü dörtlemesinin olduğunu söyledi. Ayrıca elinde Aaron Bobrow-Strain’ın White Bread / A social history of the store-bought loaf adlı kitabı da var. Birincisini gece yatarken, ikincisini ise gündüz, ders çalışır gibi okumaktadır.
edebiyathaber.net (30 Mart 2023)