Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Şair Ceren Avşar’ı, kardeşi Erdem Avşar ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Her yerde yazar, üstelik çoğu zaman pek çaktırmadan yazar. Bunca zaman sonra bana hala çok acayip gelen bir tarafı bu. Bir anda karşına “Bak, şöyle bir şeye çalışıyorum” diye çıkıverir. “Gürgen masam olmadan asla çalışamam”, “mutlaka loş bir köşem olmalı” filan gibi basmakalıp yazarlık huylarına kapıldığını hiç görmedim. Eskiden defterlere çok düşkündü. O sırada hangi evdeyse kendi odası ya da köşesi bellediği bir yere sığınır, sayfalarca yarı günlük yarı kurmaca metinler yazardı. Sonradan (sanırım çoğumuz gibi) defterlerden teknolojiye geçti, benim inanamadığım bir başka yönü de öyle ortaya çıktı. Evin herhangi bir köşesinde oturup telefonunda bile yazabiliyor mesela. Ne yazacağını bildikten sonra otobüste de, yolda da, herhangi bir kafede de, aile evinde de, her yerde yazar.
Kardeşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Her şeyi! İkimizin 35 yıllık ilişkisini günlük meseleler, hayat kaygıları ve verilmesi gereken büyük kararlar kadar edebiyat ve sanat da yönlendirdi. Birbirimizden uzak, ayrı şehirlerde ve ayrı ülkelerde geçirdiğimiz çok zaman oldu. Okuduklarımız ve birbirimize anlattıklarımızla birlikte büyüdük, büyüyoruz. Ben İstanbul’da edebiyat okurken, o İzmir’deydi. Bulduğum her fırsatta yanına kaçar, kalabildiğim kadar onunla kalırdım. Giderken tüm ders notlarımı dev bir klasörün içine koyar yanıma alırdım. Yaz tatiliyse üç dört ay boyunca her gün tüm o notların üstünden birlikte geçerdik. Beni heyecanlandıran, yeni keşfettiğim ne varsa ona anlatırdım; sonra soluğu artık neredeyse arkadaş olduğumuz mahalle kitapçısında alır, eksik kitapları tamamlardık. Lunapark gibi günlerdi. William Blake de konuşurduk Goriot Baba da, dramatik yazarlık da, Rancière de. Parçalarına ayıra ayıra okuyup tartışırdık metinleri. Ama öyle akademik bir çerçeveye oturtma gayesiyle filan değil. Okuduklarımız ve konuştuklarımızla hayatımızı değiştirmeye gayret ettiğimiz, ikimizin üstünde de çok büyük bir etki bırakmış; tamamen hevese, meraka, heyecana dayalı bir faaliyetten bahsediyorum. Bunları paylaşmaya hala devam ediyoruz ama odağımız sanırım son birkaç yıldır kendi yazdığımız metinleri konuşmaya evrildi.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Az önce bahsettiğim şey biraz da buydu. Konuşmalarımızın, yazışmalarımızın çoğunda birbirimize yazdığımız şeyleri yolluyor, fikir soruyoruz. Merkeze bu oturdu kısacası. Yazdığı her şeyi genelde önce bana okutur. Bu bazen bir metnin ilk taslağı olur, bazen bitmiş bir dosya. Yayımlanmaya hazırlanan bir kitapsa, kapağını da konuşuruz, arka kapak yazısını da. Başından sonuna kadar gelişimini, evrimini takip etmediğim metni yok desem yeridir sanırım. Yazdıklarının bazılarını sadece “okur musun?” diye yollar; o sorunun benim zihnimdeki tercümesi az çok “oku ama şimdi çok da bir şey söyleme” gibi bir şeye denk düşüyor. Kimi zaman o soru çok daha spesifik bir şeye işaret eder. Onun tercümesi de genelde “burada yapısal bir sorun var gibi geliyor, ne dersin?” oluyor. O zaman oturup o metin nasıl evrilir çevrilir, yapısına nasıl müdahale edilebilir, onu rahatsız eden şey tam olarak ne, oturup uzun uzun bunları konuşuruz. Editörlük hayatımın en sevdiğim tarafı hep metinleri evirip çevirmek oldu. Yani tahmin edebileceğiniz gibi “burada işlemeyen bir şey var galiba” dediğinde çok mutlu oluyorum çünkü biliyorum ki en az 2-3 hafta bir şeyleri altüst edip biraz yaramazlık yapacağız.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Başta dediğimi biraz tekrar edeyim: gürgen masa meraklısı olmadığı gibi, “papatya çayım olmadan hayatta yazamam” gibi ritüelleri de yoktur. Fakat bana çok daha hakiki gelen bir yazma rutini var; o da yeniden yazmaktan hiç korkmaması. Yok, biraz eksik tarif ettim. Yalnızca korkmamak da değil, yeniden yazımı sahiplenmesi ve onsuz yapamaması gibi bir düşkünlükten söz ediyorum. Yazdıklarına dönüp bir yerlerini çekiştirmekten, onları başka şeylere dönüştürmekten hiç çekinmez. Benim şansıma ben de o yeniden yazımların hepsini görüp takip ediyorum. Yani yazma ritüellerinden biri de her yazdığını önce bana göndermesi dersem herhalde hem doğru söylemiş olurum hem de burada kayda geçtiği için günün birinde bu alışkanlığından vazgeçme ihtimalinin önüne geçmiş olurum.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Son birkaç yıldır aramızda binlerce kilometre olduğu için elindeki kitapları pek “görmüyorum” ama duyuyorum ve sık sık konuşuyoruz. Yakın zamanda ilk taslağını bitirdiği novellası için Gaston Bachelard’a döndü örneğin. YKY’den çıkan Su ve Düşler’i parça parça tekrar okuduğunu biliyorum.
edebiyathaber.net (12 Ocak 2023)