Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Çiğdem Sezer’i, yakın arkadaşı Ayşe Köse Bulut ile konuştuk.
1)Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Virginia Wolf’un “her kadının kendine ait bir odası olması ve yazma gerekliliği” düşüncesini anımsattı bu soru. Yazarlar ve yazdıkları mekânlar hep ilgimi çekmiştir. Kafka’nın evini gördüğümde, o küçücük mekânda onca kitabı nasıl yazdığını hayranlıkla düşünüp hayal ettim. Sevgili Çiğdem’in de böyle küçük, sıcak bir odası var. Duvardan duvara uzanan bir kitaplık… Yazılarını, şiirlerini yazdığı masası, bilgisayarı… Onu yazarken görmedim hiç. Sanırım kimsenin görmesi de mümkün değil. Kesinlikle yalnızken ve genellikle geceleri yazar çünkü. Kendisini uzun zamandır tanıyor, yazma sürecini ilgiyle izliyorum. Yıllarca aynı okulda öğretmenlik yaptık. O süreçte de gece üçlere dörtlere kadar çalıştığını, sabah erkenden kalkıp önce çocukları gönderip, sonra da kendisinin okula geldiğini biliyorum. Bu yönünü hayranlıkla izlemişimdir. Aklına düşen konuyu, kendi deyişiyle uzun süre “kafasında gezdirir.” Bunu, Çiğdem’le sohbet ederken de hissedebilirim. Sonra da o düşüncelerini bazen şiir bazen roman olarak yazıya döker.
2)Çiğdem Sezer’le yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Çok şey… Birlikte kitabevlerini, sahafları hatta sergide kitap satışı yapılan yerleri gezeriz. Birbirimize öneride bulunur, kitaplar üzerine konuşuruz. İtiraf etmeliyim ki bir dönem ara verdiğim okumalarıma onun sayesinde yeniden döndüm. Beğendiği kitapları bana önerir. Sık sık kitap değiş tokuşu yaparız. Kurtuluş Parkında gezerken, ikinci el kitap satan bir amcadan aldığımız kitapları unutmuyorum. Bu arada, okumak için aldığım ama hâlâ iade etmediğim birkaç kitabı bende…
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Yürürken, kitap seçerken ya da kahvaltı ederken, “Şöyle bir şey düşünüyorum. Nasıl olur acaba?” dediğinde, anlarım ki kafasında yazma süreci başlamış bile. Gözlerindeki parıltı, sesindeki heyecan… O, tasarlıyorum, der, ben anlarım ki o gece yazmaya başlayacak. Bazen de yazdığı dosyaları paylaşır benimle; şurası şöyle mi olsaydı, sonu bu mu olmalıydı gibi… Juju Beni Unutma’yı dosya halinde okumuştum. “Saklı Bahar”ı da gençlik romanı olduğu için kızım Arya okumuştu dosya halindeyken. Özellikle şiirleri, hele de yeni şiir kitabını elime aldığım ilk an… Çiğdem’in şiirlerini okumak beni hep heyecanlandırır. Belki de yazım süreçlerini bildiğimden, kendimi o şiirlerde bulduğumdan… Başucumda onun üç şiir kitabı durur hep. Şiir gündemini de yakından izlediğini biliyorum. Her kitabı almaz, beni de uyarır bazen bu konuda. Ne kadar özen gösterirsek gösterelim, bazen popüler olana aldanabiliyoruz. Bu anlamda özellikle şiirde popüler olanı değil, gerçekten okumaya değer olanı seçme konusunda onun düşüncelerini önemserim.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Yazarken görmem olanaksız ama sohbetlerimizden biliyorum; müzik (Mark Eliyahu, Lena Chamamyan, Farid Farjad…), kahve, bir parça bitter çikolata ve elbette yakın gözlükleri! Şiir yazıyorsa müzik dahil asla ses istemediğini biliyorum. Mümkünse evdekilerin de uyuyor olması… “Artık emeklisin, zaman sorunun yok. Neden hâlâ geceleri yazıyorsun?” diye sorduğumda, “Gündüz, dışarıdaki herkesin ayak sesleri beynimin içinde yankılanıyor sanki,” demişti. “Ben görmesem, bilmesem bile dışarıda rutin sürüyor. Oysa gece rutin yoktur. Herkes uyur ve sadece olağanüstü olan uyanık kalır. Hayat kadınları, ambulanslar, uzun yol sürücüleri, itfaiyeciler… Gecede hiçbir şey sıradan değildir ve şiir de sıradan olmayanlardandır.” Bu beni etkilemişti.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Okuması da uluorta değildir Çiğdem’in. Bu nedenle okurken görmem de zor ama üzerinde konuştuğumuz için biliyorum; son olarak Güzellik Bir yaradır (Eka Kurniavan) ve Katalin Sokağı ( Magda Szabo) okuduğunu biliyorum. Birkaç şiir kitabı masasında durur hep, zaman zaman açıp okuduğu ya da bazen sadece baktığı…
edebiyathaber.net (9 Nisan 2020)