Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Esra Erdoğan’ı, şair eşi Ömer Erdem ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Esra, mekan ve bağlam dışı bir öykücü. Çekiniklik ondaki temel vasıflardan birisi. Adeta öyküden sakına sakına ama öyküyü kollaya kollaya yazdığı için, bir ve biricik olanın çemberinde kalmaya özen gösteriyor. Kendisi olarak kalabileceği her mekanda yazabilir, ama sanırım sevdiği bir kafe olursa onu tercih eder. Ev onun için çekici bir yazı ortamı değil sanıyorum. Belki yazdıklarını kontrol için güvenli ve poetik bir mekan ev, ancak öyküyü söküp çıkardığı bir yer değil. Yüksek tavanlı, nezih, sessizliği zevkle örtmüş bir kafe canlanıyor gözümde. Onun doğrudan bir yazma anında denk gelmedim. Çünkü sürekli meşgul olduğu için o anda, bilgisayar başında iş mi yapıyor, yoksa öykü mü yazıyor kestiremiyorum. Ancak, öykü yazma anlarında sanırım daha bir kendine sıkışıyor. Onu öyle, sorup sormadan bırakmak, size açacağı anı beklemek daha doğru. Ben de öyle yapıyorum zaten.
Eşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Esra, dikkatli bir okur. Ben çok dikkatsiz birisiyim. Benim için yazıyı bulmak uzun sürer. Yazmak ise hemen oluverir. Yazdığımdan kurtulmak isterim. O bu halimi bildiği için, beni zorlamadan, sıkmadan, yazdığımı görmek ister. Ben de ona güvenirim. Beni kolladığını ama eleştirmekten, önermekten çekinmeyeceğini bilirim. İnsanın böylesi etkin bir eleştirmenle yaşaması şans. Benim için öyle. Biz çok konuşuruz. Mutfakta, yemekte, kahvaltıda, kahve içerken. Çoğunca öyküler uçuşur havada. Yaz, derim, bak öykü eşiğine gelmiş, oturmuş. O yazmak konusunda çok iştahlı değil. Zaten kendisini bir yazar, bir öykücü iddiasının çemberine de almak istemez. Kendiliğindenlik, ama çalışılmış, ince elenip sık dokunmuş bir kendiliğindenlik bu. Okuduğum kitapları merak eder. Ben de ona sürekli söz açarım. Bazen teorik konuları konuşuruz. Sinema, resim, tiyatro vb. sanatlarla edebiyat arasındaki bağlantıları tartışırız. Verimli ve kaliteli bir yazı hayatı için neler gerekli, kim nasıl yazıp yaşamış onları konuşuruz. Bazen de tartışırız elbette. Genç öykücü ve şairleri özellikle merak ederiz. Onların kitaplarını alır okuruz. Üzerlerine konuşuruz.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Genellikle tereddüt içindedir. Yazdım ama, bilemiyorum, sanki daha başka türlü de olabilir mi? Sen ne düşünüyorsun, eleştirel bakar mısın der? Oysa bilirim, hayli sıkıntı çekmiştir. Yaştan kıvılcım toplaya toplaya çoktan bir alev topu yontmuştur. Ben bazen kip üzerinde dururum. Zaman, kişisel geçişkenlik ve kurguya bakarım. Çok az müdahale etmişimdir, çünkü genellikle bitirmiştir öykülerini. Onları düşünür. Uygun bulduklarını düzeltir. Şunu söyleyebilirim, metne soğukkanlılıkla bakabiliyoruz. Kendimizle metni ayrıştırabiliyoruz. Benim önerim daha sık ve daha çok yazması yönünde. Ondaki öykü selini görüyorum çünkü. Umarım bu önerime uyar.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Çok özel bir ritüeli yok. En çok ihtiyaç duyduğu şey zaman ve sakinlik. Anne olmak, üzerinde bir iş yükü taşımak, kolay değil. Kahvesi yanında olsun, çok içmez ama günde bir kez olsun o yudumun tadını almak ister. Sanırım asıl ritüelleri daha çok içinde, iç dünyasında. Dışarıya salkım saçan, ritüel saçan bir yazar değil.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Olga Tokarczuk, “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde”
Jules Payot, “İrade Terbiyesi”
Lyudmila Petruşevskaya , “Evler, Cinler, Perdeler”
Julio Cortazar, “Edebiyat Dersleri”
edebiyathaber.net (24 Aralık 2020)