Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Gülşah Elikbank’ı, Prof. Dr. Uğur Batı ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Şunu biliyorum. Her zaman her yerde yazıyor. Kalemi eline aldığında yazıyor, almadığında da yazıyor. Ben biliyorum ki Gülşah’ın zihninin bir tarafı, beynimin bir tarafı hep yazdıkları veya yazacaklarıyla meşgul. Diğer taraftan sessizliği çok sever, sükûneti çok sever. Önce Seferihisar, sonra İzmir’e taşınması bu nedenleydi. Genelde geceleri yazdığını biliyorum. Masasında bol bol kahve olur, o net. Bir de romanın içeriğine uygun müzik dinler. Rüyaları ona epey ilham verir. Gülşah, her zaman yazarın bir meselesi olmalıdır, der ve o meseleyi bulmadan masa başına oturmaz. Kalbini kıran, ona dünya ağrısı çektiren ne varsa, onu yazar.
Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Biz Gülşah ile pek çok ortak çalışma da yapıyoruz. Bir Yazarlık Akademimiz var. Oradaki kurguyu paylaşırız. Sürekli tartışarak yeniliyoruz. Pek çok kitap konuşuruz. Yazma teknikleri, özel kurgu biçimleri. Okuyucu ilgilerini, algılama biçimlerini hep konuşuruz. Birlikte okumalar da yaparız. Sektördeki gelişmeleri anlamaya çalışırız, yeni fikirleri öyle üretiriz. Çok eğlenerek çalışırız. Gülşah, uluslararası ekolleri takip eder, zaten epey seyahat eder, geçen sene İsveç’e yazar olarak davet edildiğinde çok heyecanlanmıştı.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/öneri alır?
Gülşah işlediği konuyu çok iyi bilmeyi önemser. Yazdığını sezgisel bir bilgiyle yazar. İçselleştirir. O hadiselere kitabi bakmaz, içselleştirerek bakar. Bir de bilgiyle yaşamak onun için çok büyük bir değer taşır. O nedenle bir kişi, olay ya da tarihi bir bilgi fark etmez pek çok bilgi alışverişi yaparız. Aynı zamanda temaları konuşuruz. Yeni bir roman konusu aklımıza geldiğinde mutlaka tartışırız. Türüne, biçemine, anlatı biçimine… Trendlere bakarız. Okuyucu eğilimlerini konuşuruz. İçimizden ne geldiğini anlamaya çalışırız. Önsezileri çok güçlüdür Gülşah’ın. Bir de olay yeri incelemeyi çok sever. Yalancılar ve Sevgililer kitabında Dracula’yı doğru anlatmak için beş kere Transilvanya’ya gitmiş birinden söz ediyoruz neticede.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Ritüelsizdir. Masasında su ve bir fincan kahve olduğu sürece başka hiçbir şeye ihtiyacı yok. Hep yazmanın kendisinin zaten bir ritüel olduğunu ifade eder. Lakin evinde yaşadığı ortamda ayrı bir yazı yeri oluşturur. Hiç kimseyi sokmak istemediği bir oda bu. Orada kendi kendine konuşur, tartışır, dans eder hatta. Zaman zaman yazdığı türe göre de ortamını değiştirdiğini biliyorum. Konu üstünde yoğunlaşabilmesi için evde bitkin bir sessizlik arar. Cafelerde de yazar. Kalabalığı sevdiği zamanlar da vardır. Kaosun içinde kaybolmayı bilir. Odaklandığı zaman gözü kimseyi görmez. İlhama değil, çalışmaya inanır zaten.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Gülşah sahaflardan kitap almayı çok sever. O yüzdene elinde mutlaka sevdiği bir yazarın ilk baskı kitabını ya da imzalı bir romanını görebilirsiniz. Ama bir de yazdığı roman için yaptığı araştırmalar neticesinde aldığı kitaplar vardır. Aynı anda üç dört kitap okuduğu olur. Bilime de çok meraklıdır. En son Büyük Patlamanın Işığı kitabını okuyordu. Okuduklarından öğrendiklerini paylaşmayı çok sever zaten. Bir de en son hayranı olduğu Ingeborg Bachmann’ın Frankfurt Dersleri kitabını okuyordu.
edebiyathaber.net (7 Ocak 2021)