Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Hasibe Özdemir’i, arkadaşı Sema Er ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Yazacağı öykünün tasarımı zihninde oluşmuşsa evde yazar. Yazdıklarına konsantrasyonu yoğun olduğu için özel bir konfor alanına ihtiyaç duymadığını söyleyebilirim. Her yerde yazabilir. Bilgisayarını koyduğu masada, mutfakta, gün içinde ışığını sevdiği ya da o an rahatlığına karar verdiği bir köşede de yazabilir. Bildiğim kadarıyla, onun yazı odası diye tanımladığı bir oda yok, kitaplarını toplu olarak tuttuğu bir odası var ama.
Dışarıda birlikte vakit geçirdiğimiz zamanlarda, özel bir yeteneğe sahip olduğunu düşündüğüm gözlemleri vardır. Benim belki de hiç dikkatimi çekmeyecek anlık bir görüntü, onun sosyolojik ve psikolojik tahlilleriyle farklı anlamlara bürünür. İnsan olmaya dair duygu ve davranışları sezme yetisi ve bunları aktarmadaki merhameti, öykülerinin de kaynağını oluşturuyor bence. Bazen kulağına gelen bir cümleyi, okuduğu ya da seyrettiği şeylerdeki izlenimlerini not defterine yazar. Bazen de çağrışım yapan minik kurguları unutmamak için hızlıca birkaç satır karalar. Not defterine ve de kağıt parçalarına yazdıklarını parça kumaşlara benzetiyorum, daha sonra bunları kırkyama ustası gibi bir araya getirerek öykülerinde kullanır.
Yazarken denk geldiğim özel bir anı olmasa da yazdıklarına yoğunlaştığı anlarda söylenen şeylere verdiği cevapların bazen “Şu an sana cevap veremem.” dercesine üstünkörü oluşu eğlenceli olabiliyor. Ya da epey zaman önce okunan bir haberin ya da tanık olduğumuz bir gözlemin zihin bohçasından tüm ayrıntısıyla ve o zamanlarda uyandırdığı duygularıyla çıkması, bazı öykü kahramanlarının sanki tanıdık biriymiş gibi aramıza katılması, onlardan yaşayan birisiymiş gibi söz edişimiz, bana o anları her zaman ilginç kılıyor.
Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Bizim arkadaşlığımızın en temelinde kitap okuma sevgisinin ortak oluşu var. Üniversite yurdunda birbirimizi kitap okurken görüp keşfettik. Sonrasında on yıl aynı evi paylaştık. İkimiz de çok okuyorduk. Bazen – hala yapıyoruz bunu- bir roman karakterinin repliği aramızda bir şifre gibi iş görürdü. Mesela o yıllarda, içimizden biri saçma sapan bir şey yapmışsa, bunu da karşı tarafa küçük bir şeymiş gibi yutturmaya çalışıyorsa, Nabokov’un İnfaza Çağrı kitabındaki bir karakter gibi “Martacık gene şaaptı” demesi yeterdi. Biz hem anlar hem çok gülerdik. Başkası gülmezdi. Şimdi buradan bakınca biraz tuhaftık evet. Birde çok şiir okurduk beraber. Yirmili yaşlardaydık. Edip Cansever’in toplu eserleri elimizde epridi. Bazen bir dizeye takılır, nasıl bu kadar güzel yazılmış diye birbirimizi coştururduk. Şarap ve mum lekeli olanlar ondadır hala. Yine o yıllarda maaşımızı aldığımız gün, elimizde Cumhuriyet Kitap ekinde tanıtımı yapılanlardan oluşmuş liste ile Bornova Küçükpark’taki Devrim Kitapevi’ne koşardık. Çok uzun zaman önce kapandı orası. Emekli olup kitapevi açmış, çok okuyan, kitap kurdu bir sahibi vardı. Bazen listemize bakar “bu kitaba para vermenize gerek yok, şunu okuyun “diyerek başka bir kitap koyardı önümüze. Kollandığımızı hissettiğimiz bir yerdi. Çayımızı içer bir köşede kitap karıştırırdık. Hasibe’ye neden düzenli yazmadığını sordu bir gün. O da “daktilom yok” dedi. Ertesi hafta “artık bahanen kalmadı, yaz bakalım” diyerek evdeki daktilosunu vermişti. O daktiloda fazla bir şey yazmadı ama hala sakladığını biliyorum.
O zamanlar yeni kitap ve yazarlarla tanışma yolu dergilerdi sadece. Yeni bir yazarı ya da sevdiğimiz yazarlara ait beğendiğimiz kitapları ilk kim keşfettiyse, koşa koşa ortaya getirir, diğerinin de okuması için heyecanla tanıtırdı. Sevdiğimiz kitaplar hakkında konuşmak bize her zaman heyecan verdi. Hele yeni, daha önce tanışıklığımızın olmadığı bir yazarı keşfetmişsek, hazine paylaşır gibi tanıtırdık birbirimize. Şimdi bile, tıpkı o zamanlardaki gibi okuduğumuz kitaplarda bizi etkileyen satırları birbirimize sesli okuyup, o satırlar üzerinden sohbetlerimiz oluyor. İyi metinler kadar berbat bir şeye denk gelmişsek, onu da birbirimize taşıyoruz hala.
Son yıllarda Hasibe’nin severek okuduğu öykücülerle ben de tanıştım. Ayrıca, dergilerdeki ve kitaplardaki öykülerin üslubu, kurguları hakkında duygu ve düşüncelerimizi, yeni öykü yazarlarını, okuma listelerimizi de sık sık paylaşıyoruz.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Öykülerini bitme aşamasında iken ya da tamamlandıktan sonra okutur. Ondan önceki halleri zaten serbest çağrışım metinleri gibi kısa paragraflardır ve de onlardan ne olacağı sadece onun zihnindedir. Yazma aşamasında öneri almaz. Öyküsünün bir cümlesinde içine sinmeyen bir şeyler varsa, farklı kelimeler kullanarak ya da yerlerini değiştirerek cümleyi son haline getirme uğraşında bazen fikir aldığı olur.
Yazdıklarının bir dergiye gönderilme ve dosya olarak hazırlanmasında birlikteysek öykülerini sesli okurum, o da mükemmel cümle terazilerinin hassas ayarını gözden geçirir. Yazmayı sinir bozucu bulduğu, “işçilik kısmı” dediği bu dönemde, olduğundan daha da titizlenir. Ufacık şeylere takar, öykülerini defalarca teftiş ederken kendine karşı acımazdır. Bazen durdurmak gerekebilir. Saatlerce sabır ve titizlikle çalışır. Böyle bir dönemde, noktalama işaretleri konusunda gözden kaçan bir şey var mı diye kontrol etmemi isteyebilir.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Hasibe çok pratik ve asıl yapması gerekene yoğunlaşan bir insan olduğu için olmazsa olmaz bir ritüeli yok, yazması için dikkat dağıtan bir gürültünün olmaması yeterlidir. Yazarken, öykü kahramanları kendi deyişiyle kurguya ayak dirediklerinde ara verir, “zamanı geldiğinde” yazmaya devam eder. Yazmak için düzenli bir rutine ihtiyaç duymaz. Her gün mutlaka yazacağım diye bir zorunluluk hissetmese de günlerce ve saatlerce yazma halinde de olabiliyor. Galiba esin perilerinin fısıltısı ile oluşan bir zamanlaması var. Yazarken kahve içer, mola verip yürüyüş yapar, ortaya, kendisinin “oldu artık.” dediği bir tamamlanma hali çıkana kadar bu düzenli düzensizlikle yazmaya devam eder.
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Yazdığı kadar okumayı da tutku derecesinde seven -hatta daha fazla sevdiğini söyleyen- arkadaşımın sehpasında her zaman okunan ve okunacak kitaplardan bir deste vardır. Son zamanlarda Tim Parks’tan Kader’i çok severek okuduğunu, hararetle tavsiye etmesinden biliyorum. Onun ağzından bir kitap tanıtımı duyduğunuzda, alıp okuyasınız gelir. Şu sıra Sartre’ın Bulantı’sı yeniden elinde olmalı. Böyle bir okuma şekli de var. Yeni yazarlar kadar, yıllar önce okuduğu bazı kitapları, şimdiki aklıyla yeniden değerlendirmek istediğini söylüyor.
Yeniden hasret giderdiği kitaplardan en son gördüklerim Albert Camus’tan Yabancı, Gabriel Garcia Marquez’den Kırmızı Pazartesi, Cortazar’dan Mırıldandığım Öyküler .