Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Hatice Dökmen’i, arkadaşı Münire Çalışkan Tuğ ile konuştuk.
- Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Neredeyse her odada masası olmasına rağmen genelde koltuğunda, dizüstü bilgisayarında yazar. Bir yandan da salondaki masasının üstünde daima açık bir bloknotu vardır. Dışarı çıkamadığı zamanlar evinin girişindeki holde yürüyüş yapar, telefon görüşmesi sırasında “Bir dakika,” deyip salona koştuğu çok olmuştur. Çünkü o sırada üzerinde çalıştığı dosya ile ilgili bir fikir gelmiştir aklına, onu bloknota kaydedecek. Yazarken denk geldiğim öyle özel bir anım yok ama şöyle ilginç bir olay yaşadık. Ona,Tekirdağ Belediyesi’nce düzenlenen benim de katıldığım ve oldukça umutlu olduğum yarışmaya öykü göndermesini önerdim. Göndermemek için direndi. Oraya gönderebileceği öykü başka bir yarışmaya gönderdiği dosyada da yer alıyordu. Dosya derece alırsa sıkıntı yaşamaktan çekiniyordu. Sanki Tekirdağ’da birinci oldun da yaşayacağın sıkıntı kaldı, onu o zaman düşünürüz, dedim. Sonunda öyküyü gönderdi ve öykü birincilik ödülü aldı.
2) Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Hemen hemen yazdığı her şeyden haberdar olurum. Sohbetlerimizin çoğu edebiyat üzerinedir. Onun yazmak istedikleri, benim yapmak istediklerim, yeni çalışmalarımız… Hatice benim editöryel çalışmalarıma çok güvenir. Ne zaman ki kendince “Oldu artık,” der, dosyayı bana o zaman gönderir. Yaptığım eleştirileri olgunlukla karşılayıp kendisine mantıklı gelenleri değiştirir. Zaten ben de içeriğe çok müdahale etmem. Kurgu, bağlantılar, varsa olaylar ve durumlar arası kopukluklar, karakterde oturmamışlık, dosyanın adı, öykülerin sıralanması gibi daha çok teknik yanlara bakarım. Son öykü kitabı Kemik Çayı’na dosya adı olarak Ufumdan Öp Beni Anne’yi düşünmüştü. Bu adın çocuk kitabı izlenimi uyandıracağını, Kemik Çayı olursa daha çok ilgi göreceğini söyledim. Böylece Kemik Çayı’nın isim annesi oldum.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Oldukça uzun sayılabilecek bir zaman dilimine yayılan bir arkadaşlığımız, hatta dostluğumuz var. Neredeyse kız kardeş gibiyiz. Okuduklarımız, yazdıklarımız, atölye çalışmalarımız, imza günleri, fuar etkinlikleri gibi her konuda birbirimizi destekleriz. Eğer konu bir dosya ise onun tüm metninden kapak tasarımına kadar her türlü gelişmeyi benimle paylaşır, önerilerimi de elinden geldiği, aklının yattığınca uygulamaya çalışır.
4) Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Ben odada sinek sesi duysam rahatsız olurken Hatice’nin televizyonu açıktır. Televizyonda hangi yayının olduğu onun için hiç önemli değildir. Yazarken tek olmazsa olmazı sigarasıdır. Kupasında ya bitki çayı ya da kahvesi mutlaka olmalı. Çoğu kurgusunu evinin salonunda yürürken yapar. Diğer zamanlarda içinden çıkamadığı, bir türlü mantığına yatıramadığı yerlere o yürüyüşlerde çözüm bulduğunu söyler.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Pandemi nedeniyle uzun zamandır İstanbul’a gidemiyorum, o da zaten salgının ilk aylarını Antalya’da geçirdi. Bu nedenle yakın bir zamanda elinde herhangi bir kitap görmem olası değil. Ama telefon görüşmelerimizde okuduğumuz kitaplarla ilgili de görüş alışverişi yaparız. Son konuşmamızda Jose Saramago’nun Körlük’ünü okuduğunu söylemişti. İlle de elinde son gördüğüm kitabı yazacaksam bunlar, birlikte editörlük atölyesine devam ettiğimiz günlerde aldığı Ömer Asım Aksoy’un Ana Yazım Klavuzu ve Necmiye Alpay’ın Türkçe Sorunları Klavuzu’dur.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2020)