Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Şair İlyas Tunç’u, kızı Damla Tunç’la konuştuk.
1) Yazılarını nerede oturup yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Evimizin en sevdiğim yeridir; babamın çalışma odası. Üstünde çeşit çeşit notları, okuduğu kitapları, bilgisayarı, kalemleri hatta bazen silgi tozları ile masası, hemen yanında her yıl bir yenisinin eklendiği raflarıyla kütüphanesi ve tam karşısında kısa şekerlemelerin yapıldığı koltuğu ile sadece benim değil; evimize konuk olan herkesin zaman geçirmekten büyük keyif aldığı oda. Babam, bu odada okur; okuduklarını kâğıda döker; araştırır; düşünür; hayal eder; yazar. Düşünürken, odasına pek de sığmaz aslında; odasından çıkar ve evin koridorunda uzun uzun yürür. İşi yazıya dökme kısmı, bu uzun yürüyüşlerin sonunda gelir, genellikle.
Güney Afrika halk şarkılarından biri olan “The Zulu Warrior”ı 8-9 yaşlarında gittiğim bir çocuk korosunda öğrenmiştim. Her yeni şarkıda yaptığım gibi, bu şarkıyı da öğrendiğim ilk gün büyük bir heyecanla anne ve babama söyledim. Babamın çok heyecanlandığını; hatta şarkıyla ilgili bilgi almak için koro şefimizi dahi aradığını hatırlıyorum. Sonraki birkaç gün içinde, babamın da isteğiyle şarkıyı o kadar çok söylemiştim ki; sözlerinin anlamını bile bilmediğimiz bu şarkı tüm ailenin diline dolanmıştı. Babamın “I cumba zimba zimba zi-o I cumba zimba zimba zee” diyerek yaptığı dansa annemin de eşlik etmesi ve bu coşkulu dansı izleyerek ablamla kıkırdaşmalarımız hala aklımda.
İşte babamın en sevdiğim şiirlerinden “aykama liore”nin hikâyesi, bu şarkı. Nereden bilebilirdim, hayatta en çok ilham aldığım şeyin, babama da ilham vereceğini.
2) Eşinizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Edebiyata olan yoğun ilgimin, en büyük sebebi babamdır, diyebilirim. Okumayı öğrendiğim ilk zamanlar, tüm kitaplarımı özenle bizzat seçen babam, beni yazmaya da teşvik etmiştir. Bunda, şüphesiz ki daha çok küçükken birlikte çıktığımız yürüyüşlerin ve ailece düzenlediğimiz şiir saatlerinin de payı vardır.
Yürüyüşler öncesi, inanılmaz heyecanlanır; acaba bu sefer beni hangi kahramanın hikayesi bekliyor diye meraklanırdım. Tüm bu masallarda, babamın Yunan mitolojisinden yaralandığını ise yıllar sonra öğrenecektim; hatta bir seferinde Kronos’un gökyüzündeki tahtından indiriliş öyküsünü farklı bir versiyonla anlattığını henüz birkaç ay önce “On İki Olimposlu” ile ilgili bir yazıyı okurken fark ettim. Şiir saatlerine eşsiz bir sofra eşlik eder; herkes sevdiği şairlerin kitaplarını alır, sırayla okumaya başlardı. Ben, Haydar Ergülen’in “40 Şiir ve Bir” kitabından Gece ve Kiralık şiirlerini sıklıkla okurdum. Ablamın gözde şairleri ise, Haydar Ergülen’le birlikte, Metin Altıok, Hilmi Yavuz ve Birhan Keskin’di. Annemin şiir zevkine gelince, o bir Orhan Veli hayranıydı. Ancak, şiir saatlerinin tek değişmez şairi, babamdı. Her birimiz en sevdiği İlyas Tunç şiirini keyifle okurduk. Üniversite eğitimimiz nedeniyle şiir yüklü bu güzel saatler bitecek, yerini Sinop’tan İstanbul’a, İstanbul’dan Sinop’a uzanan karşılıklı ve yoğun bir özlem duygusuna bırakacaktı. Özlemi gidermenin yolu da yine şiirli telefon sohbetlerinden geçiyordu. Şimdilerde okuduğumuz kitapları birbirimize öneriyor, üzerinde yorumlar yapıyoruz.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Kaleme aldığı pek çok şiiri, denemeyi ve çeviriyi son haline geldiğinde bizimle (annem, ablam ve benimle) paylaşır. Biter bitmez, e-mail gönderir; yanındaysam eğer çıktısını alıp, kendi sesiyle okur. Fikir almaktan ziyade ne hissettirdiğini, bizde yarattığı duyguyu öğrenmek ister.
Şu an üzerine çalıştığı roman sürecinde ise, yazdığı bölümleri peyderpey paylaşmayı tercih ediyor ve özellikle bölümlerin kendi arasındaki bütünselliğiyle ilgili fikirlerimizi merak ediyor. Ortaya çıkacak olan romana inancım o kadar tam ki; umarım bunu kendisine söylediğimde, öznel yorum yaptığımı düşünmeyecektir.
4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Gözlemlediğim bir ritüeli yok babamın. Her yazar gibi, yazarken bölünmekten hoşlanmaz; sessizliği sever. Yazmaya ara verdiğinde ya kısa şekerlemeler yaparak zihnini dinlendirir ya da uzun yürüyüşlere çıkar. Babam, tam bir gece insanıdır. Geceleri daha verimli ve üretken olduğu için, tüm uyku düzenini de buna göre ayarlar ve genelde gün aydınlanana kadar çalışır.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Ben, İstanbul’da yaşıyorum. COVID-19 sebebiyle bir süredir ziyaretlerine gidemedim. Elinde gördüğüm son kitap, Maurice Marleau-Ponty’nin “Algının Fenomenolojisi” adlı kitabıydı. Geçen yıldan bu yana okumalarını yazdığı roman düzleminde yaptığını biliyorum; bunlar çoğunlukla çevreyle, mitolojiyle, felsefeyle ilgili kitaplar; Köpeklerin Bilgeliği, Deliliğin Tarihi, Biricik ve Mülkiyeti, Doğa ve İktidar, Edebi Semboller Sözlüğü, Kamusal İnsanın Çöküşü, İşler ve Günler… Sıraya koymaktansa birkaçını bir arada okumayı tercih ettiğinden dolayı, babamın hangi kitabı bitirip neye başladığını söylemek biraz zor. Ancak, telefonda belirttiğine göre, bu günlerde Marcus Aurelius’un “Kendime Düşünceler”ini okuyor.
edebiyathaber.net (21 Mayıs 2020)