Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son dönemde okuduğu kitapları, bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Sibel Öz’ü, arkadaşı Yetgül Karaçelik’le konuştuk.
1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Yalın bir soru ancak tek bir cevabı yok. Mekanın belirlenmesi, yazılan yazının içeriği ya da ne kadar süre içerisinde yetiştirilmesiyle ilgili oluyor genellikle. Acilen yazılması gereken bir konu söz konusuysa her yer olabilir. Tek bir odadan, yahut yazmak için özenle hazırlanmış bir çalışma masasından bahsedemem. Böylesi bir atmosfer Sibel için oldukça lüks. Evin orta yerinde bir bilgisayar, her yere taşınıyor. Aniden kapıyı bir çocuk çalıp, “Sibel abla İngilizce ödevime yardım eder misin?” dediğinde yazma atmosferi sınıf ortamına dönüşüyor.
Sibel’i yakından tanıyanlar bilir, sürekli hareket halinde. Siz çayınızı alıp yerinize oturduğunuzda, o muhtemelen elinde telefon bir yandan görüşmeler yaparken, diğer yandan gündelik diğer işlerini halletme çabasındadır. Bunun yanı sıra sizi de ihmal etmemiştir. Burada fak edilen diğer şeyse şu; Sibel yazmak için uygun zamanı beklerken, yazacaklarını kafasında olgunlaştırıyordur. Çok odaklandığı bir konu vardır ve yer yer sohbet o eksende dönmeye başlar. Sonra tamamen odaklanabildiği uygun bir yazma zamanı kollayıp ve kafasındaki her neyse yazma aşamasına geçer. Başta belirttiğim gibi, yer önemli değil ama böylesi anlarda Sibel’in kendisiyle ve yazacağı öykü ya da yazıyla, bölünmeden baş başa kalması gerekiyor. Bu zaman dilimi de genellikle gece yarısı oluyor. Herkes dinlenmeye çekildiği sırada o üretmek için çalışmaya başlıyor ve sabah yine en erken kalkan o oluyor. Bazen de hiç uyumamıştır.
İlginç bir anım olmuştur belki ama nedense onu tanıdıktan sonra bana hiçbir şey ilginç gelmemeye başladı. Tanık olduğum tuhaflıkları ona özgü, olağan olaylarmış gibi hissetmeye başladım.
2) Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Yazma, araştırma, üretme üzerine bir yaşam pratiği var Sibel Öz’ün. Bütün bunları çıkartırsak geriye Sibel kalmıyor sanırım. Haliyle bizim iletişim ve ilişkimiz de bunlar üzerinden. Hadi şurayı gezelim, burayı görelim dediğimiz, yaptığımız etkinliklerin sayısı çok azdır. Bir yerlere gittiğimizde bile mutlaka gelecekte yapabileceğimiz ya da planladığımız şeyleri konuşuyor buluyoruz kendimizi. Bazen benim tamamen dışında olduğum bir konu vardır ve Sibel yüzünden/sayesinde kendimi onun içinde buluveriyorum. Sonra haliyle çalışmanın bir parçası oluyorum. Çok ısrarcı ve inatçıdır. Tabi tutkulu olduğunu da belirtmekte fayda var. Aksi taktirde insan bu yorulur, bıkar.
Tartışma her zaman zihinsel üretimin önünü açan faydalı bir üretim biçimi, o nedenle kimi kitaplar ve araştırmalar konusunda elbette paylaşımlarda bulunuyoruz. Çoğunlukla aynı yerden bakmıyoruz. Bu farklılık ikimizi de zenginleştiriyor, “Ben böyle düşündüm ama sen kesin başka şeyler iddia edeceksin,” deyip tartışabiliyoruz. Çünkü aynı zeminde bir araya gelsek de farklı deneyimlerden, farklı yaşam pratiklerinden geliyoruz, bu da bakış açımızı farklı kılıyor. Bu nedenle beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz yazıları süzgeçten geçirmek, tekrar değerlendirmek üzere çok sık paylaşabiliyoruz. Sibel’in kafasını kurcalayan bir konuysa mutlaka onu tartışacak bir zemin yaratıp, birilerini bulup paylaşır. Ama bu konudaki ısrarı genellikle haksızlık yapmamak üzerinedir, kendi düşünüş biçiminde bir eksiklik varsa bunu da bulup çıkarmak üzerinedir.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Yazacakları konusunda kimseden fikir almaz. Onun bir fikri vardır aslında, bu fikri olgunlaştırmak, zenginleştirmek üzere konuşuruz. Çünkü çok tartışsa bile inanmadığı ve içine sinmeyen bir şeyi yapmaz. Demlenmesi gerekir. İçselleştirdiği bir öyküyse yazdığı, kitap basıldığında hepimize sürpriz olur. Bence böylesi çok daha güzel oluyor. Heyecanı gerçekten bambaşka.
Mesela taslak olarak bitmiş bir çalışması vardı. Bir ayda bitecekken yaklaşık üç ay boyunca çalışmaya dokunamadı. Çünkü çalışma konusunda öneriye önce sıcak bakmıştı ama daha sonrasında bu öneriyi bir türlü kabullenmemişti. Çıkışı, neden bu çalışmayı yaptığı konusunda netti. Yakın bir arkadaşı olarak benim üstlendiğim görev de, ona bunu hatırlatmak oluyor ve o zaman iş kolayca tamamlanıyor.
Yapıcı eleştiriler değil benden beklediği. Kendi aramızda birbirimize verdiğimiz bir söz var ve sıklıkla da uyguluyoruz, “Çekinmek, kırılmak, darılmak yok. Ne varsa açık açık söylenecek.” Öyle de oluyor. Arkadaşız ve arkadaşım, arkadaşıyım diye mükemmel değiliz. Kötüyse kötü, güzelse güzel denilir. Küsmek de yoktur. Bazen acımasız olabiliyorum ona karşı, tabiri caizse kafa göz dalma dedikleri cinsten tartışmalar. Sibel çok heyecanlıysa konuşma sırasını beklemiyorum, çünkü susturmak çok zor.
4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Güzelce demlenmiş bir çay yetiyor Sibel’e yazmak için. Bir de gürültüden arındırılmış bir ortam. Müzik dahi dinlemez, aslında müzikle pek arası da yoktur. Onun dışında yazmak için bir ritüeli yok.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Editörlük yaptığı için zorunlu olarak bol bol öykü, roman okur. Bunlar her zaman mail olarak gelmez, yer yer basılı kitap, çıktı olarak geldiği de olur. Sorunuza, bunları yani okumak zorunda olduklarını dışında tutarak cevap vermem gerekirse, Sibel’in elinde görebileceğiniz kitaplar çok çeşitli ve farklıdır. Mesela en son Beşiktaş’ta görüştüğümüzde, çantasında Japonya’da yaşayan yazar bir arkadaşının hediye ettiği bonzai ağaç tekniğiyle ilgili bir kitap vardı. Bazı kitapları onun için manevi olarak çok kıymetli, derler ya başucu kitabı niteliğinde. Pek şiir okumamasına rağmen Üsküdar Şiirleri kitabı, Eski İstanbul Hayatı, İstanbullu Haydutlar, İstanbullu Ağaçlar… Böyle soluklanıyor sanırım. Bir de konuşmalarımız arasında yakaladığım, Sibel’in güncelden, ‘yeni çıkanlar’dan sıkılmış olabileceği, sel geçip gittiğinde kalacak olan kumla daha ilgili olduğu… Kum demişken, Borges’in Kum Kitabı da onun için, yangında ilk kurtarılacaklardandır. Velhasıl günün, güncelliğin ötesinde, mezar taşı gibi, kaide gibi, kadim bir dost, eteğinde gölgesinde soluklanılacak bir ağaç gibi elinde tuttuğu kitapları vardır Sibel’in.
edebiyathaber.net (25 Temmuz 2019)