Yazarın Odası: Yusuf Araf | Meltem Dağcı

Eylül 26, 2024

Yazarın Odası: Yusuf Araf | Meltem Dağcı

Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son dönemde okuduğu kitapları, bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Şair Yusuf Araf’ı, arkadaşı şair Neslihan Magunacı ile konuştuk.

Genelde nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?  

Araf, kendi sesiyle baş başa kalana kadar hiçbir şekilde kâğıt kalemle anlaşamaz. Kendimi Araf’ın hayatına çevirince miyopluğumu yitiriyorum. Bütün hayatını bir odaya sığdırmaya çalışan bir emekçi çünkü o. Yer yer odasından çıkıp kendine ait olduğunu düşündüğü yerleri yoklamaya çalışıyor, bazen de böyle bir yeri bulamayacağına olan inancı ile küskünlüğünü alıp aynı masaya geçiyor. Yılmaz bir inadı da olsa son derece büyük bir realist. Hiçbir yol ayrımına ve şiirine, kurduğu bir hayal dünyası için başlamıyor. Bir şairin mahremini anlatmak elbette doğru değil, bu yüzden son derece saklayarak söyleyeceğim bazı şeyleri. Dostum ile neredeyse her iki günde bir görüntülü telefon konuşması yapıp bu konuşmaya hayatımızı ve şiirleri sığdırıyoruz. Sonra başka şiirler, etkilendiklerimiz, etkileneceklerimizi bildiklerimiz birçok şeyi uzun uzun anlatıyoruz. Araf herkesin odasındaki sesi tırmalayan bir meraklı değil yalnızca. İşçi olarak, bir abi olarak, doğuda yaşayan bir ailenin çocuğu olarak, saptığı yollarda kendini tartmaya çalışan bir isimsiz olarak defalarca masaya oturup kalkıyor. Yazı onun için bir ürün ve üretim değil. Realiteyle yüzleşmesini istiyor insanların, bu yüzden kendi üzerinden bir eylemci tavırla yazıyor. Bunun anlaşılmaması için büyük bahaneler arıyor kendine. Okuma alışkanlığı onu sürekli o küçük odasına tıkıyor ve orada istikrarlı yüzleştiği şeyleri bana anlatıyor. İnsanın hayatında muhakkak deşifresinden korkacağı, hayatını kendi ile tartacağı bir dostu olmalı. Araf bir odanın içinde yazıyor sadece. Aynı zamanda bu odanın içinde bir taşıyıcı olarak yazıyor. Dışarıdakini odasına alıyor, şehrin dışındakini bulup oraya götürüyor ve dört duvar arasında başka duvarları üstlenmenin açıklanamazlığını söyleyip duruyor. İlginç denilebilir mi bilmiyorum ama Araf’la yazdıklarımızı da paylaşırız birbirimizle ancak Araf şiiri bitene kadar, bir şey yazdığını asla söylemez, hissettirmez, sonra birden çıkıp, bak bir şey bitirdim, der ve birçoğunu da saklı tutar paylaşmaz. Hiçbir konuda ser verip sır vermeyen biri. Bir anda, hiçbir şey yokken ortaya uzun süreçten geçirdiği şiirini çıkarıyor. Ama biz o sürece hiç tanık olmuyoruz. Tanıklık etmemiz onu odasında yakalamak ile eş benim için. Onca sohbetimize rağmen erimesine müsaade edilmeyen yer halinde odası ve yer yer kavga edip saçını başını dağıttığı yerin odası olduğunu biliyorum. Yeni şiir yazıp yazmadığını mimiklerinden anlamaya çalışıyorum.

Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Araf’la dostluğumuzu pekiştiren sebep ile bu sorunun cevabı aynı aslında. Biz, sıradan insanların hatalarını bile herhangi bir mülk ya da koltuk sahibi insanların doğrularından üst tutuyoruz. Birçok sıradan insan, kendini olası bir şeyin sahibi olabilecek potansiyel kişi olarak gördüğü için başka bir sıradanı ötekileştirirken, biz ötekilerin sıradanlıklarındaki ortaklığa inanıyoruz. Araf’la her konuşmaya başladığımızda özenle hayatımızdaki reaksiyonları irdeliyoruz. Yanlışıyla doğrusuyla, eylemlerimiz ve bu eylemlerden beklentimizin niyetine kadar tüm dehlizlerde konforlu yürüyoruz. Konforlu çünkü sen şöylesin diye bu yürüyüşten döndüğümüz olmuyor. Hayatın bize sunduğunu etraflıca düşünüp konuştuğumuz şiirleri bulup disiplinlerarası metinlerarası fark etmeksizin birçok yazıyı önümüze alıyoruz. Dostluğumuzu pekiştirdiğimiz dönemden bu yana eksiklerimizi görme şansımız çok oldu. Artık ellerimizin daha büyük olduğunu biliyoruz ve bu büyük ellerin nasıl haksız bir yaşam içinde tutulduğunu yalnız kendi hayatımız üzerinde durarak da öğrenmedik. Hep başka ile olan bir derdimiz ve onların da derdine olan mahcubiyetimizle çatallı yolları yokladık, yokluyoruz. Tüm bunlar sürekli bir metin üzerinden, somut örneklerle gelip geçti hayatımızdan. Araf bana nazaran çok daha heyecanlı bir okuma yazma kültürüne sahip, bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Koruması gerektiğine inandığı küçük bir nokta da olsa umudunu bir yerde, bir metinde görünce heyecanlanıyor. Özenle bana anlattığı farklı türlerde farklı yazarlara ait metinler var. Yayınevi, görüş gözetmeksizin okuduklarını akabinde de tüm detayları ile metni değerlendirmeye ve konuşmaya başlar. Yani önce, bir metin tüm çıplaklığıyla anlatmak istediği ile ortadadır onun için, sonra basım yılı, basım yeri, onun hakkında yazılanlar, daha önce yazarın ne dediği gibi birçok konu ile çerçeveyi doldurur. Bir kitabın hakkıyla ve emeğiyle okuma kültürüne erişenlerin bundan öte bir yol bulacağını da pek zannetmiyorum. Ayrımlı yollara en tepeden bakmak istemeyenin de kitaba haksızlık edeceğini düşünürsek okumanın bir erişkin dönemi olduğunu iddia edebilirim. Araf her geçen gün daha üstten nasıl bakacağını düşünüyor, şahidim.

Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?

Daha önce de dediğim gibi Araf başlattığı sürece bizi tanık tutmaz. Ben hep o şiir bittikten sonra birkaç defa okuduğu ve sonrasında tekrar okuyacağı kişiyim. Önce şiir salttır. Sonra sürecinde neler düşündüğü iledir, sonra uzağındakini daha net görmeye, algılamaya çalışan bir miyop gibi sürekli, kapı nerede, diye sorandır. Yazdıklarında Araf betimlemeyi, betimlerken de anlatmamayı tercih eder. Şiirin edisyonu tüm metinlerden daha güçken bir arkadaşın, üstelik düşüncelerine tanıklık ettiğim bir arkadaşın şiirine öneri vermek benim için acımasızlık oluyor. Bu bir alınıp gücenme konusu da değil, Araf’ın dediğinden ziyade kendi anladığımı dayatabilme olasılığının korkusu. Her şiirin sonunda Araf bu şiir bitmedi diyor bana, henüz devamını yazabildiğini göremedim ancak her yeni şiirini okurken diğer şiirini istediği gibi bitirememenin hesabını gördüm. Araf’ın önerisi beklentisi erişkin dönemine koşmak isteyen bir okurun beklentisi ile karışmış ve çözümlenemez durumda. Neyi nereden ayıracağını düşünürken, sıradan hayatındaki bu üstlüğü nasıl kaldırabileceğinin metinleri ile besleniyor. Bu yüzden hep öneri beklentisi başka kitaplar üzerinden oluyor. Yeni kitaplar okudukça sıradanlaşan onca hayattan yeni bir basamak elde ediyor. Bu söylediğim esinlenmekle örtüşsün istemem. Gerçeklikle yaşayan hayatların başka gerçeklikleri bilmesine ihtiyacı vardır, çünkü başka dayanağı olmaz. Bir metin ürün olmaktan çıkmış hayatında onun için hep emek ve dayanışmada yer alıyor. Böylece okuru ile kol kola bir şair var karşımızda, diyebilirim.

Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?

Bunu sürekli tekrar etmiş gibi olacağım ama Araf’ın tek başınalığı bizi böyle şeylere şahit tutmadı. Ben sadece, onun bir arkadaşı ve çabasına şahit biri olarak şiirinin ona geldiği günü beklediğini, o gelene kadar da evini temiz tutmaya çalıştığını biliyorum. Onun aslî ritüeli sürekli hazırlık yapmak ve hazırda beklemek gibi geliyor bana bu yüzden. Sonuca erişince de yola dönüp bakmak onun ritüeli. Ki zaten bir ritüeli olur mu metin üretmenin emin değilim. Ancak Araf’ın tanıklık ettiğim yazma alışkanlıkları hep daha fazla emek, daha fazla çaba ve okumak üzerine kurulu. Bir yerde sabit kalmayı, bir anda kendini çürütmeyi sevmeyen biri olduğu için bir ritüel olarak tekrarlayacağı bir şey olduğuna pek inanmam açıkçası. Araf zamanın hoyratlığı ve zamanında yapamamanın, bir daha da ulaşma şansı elde edemeyeceğinin gerçeği ile her an bir şeyi odasına çekmeye hazır. Sokakta notlarına alelacele bir söz de yazsa, şirkette köşeye bir şey de karalasa muhakkak odasında onunla baş başa kalmak zorunda olacaktır bunlar. Herhalde bunu ritüel olarak kabul edebiliriz.

Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?

O kadar çok şey okuyor ve biz o kadar kısa sürede birçok kitap konuşuyoruz ki en son neyi konuştuk diye anımsamak güçleşiyor. Ancak, bir süredir altını çize çize Ketebe’den yayımlanan Octavia Paz’ın Ses ve Lir kitabı okuduğunu biliyorum. Bu kitaptan çok etkilendiğini konuştuk ve bununla birlikte yine Ketebe’den çıkan bazı kitaplar üzerinde durduk. Akabinde, İletişim’den yayımlanan Ali Ayçil’in son kitabı Karşı Roman da yine son konuştuklarımız ve Araf’ı etkileyen kitaplar arasında. Ayçil’in Sur Kent Hikâyeleri Araf’ın her hafta muhakkak andığı kitaplardan biri zaten. Düz yazıda da Ayçil’den çok etkilendiğini ve hayal kırıklığına uğramayacağından emin olduğu bir yazar olduğunu konuşuyoruz. Paul Valery’nin Şiir Sanatından en son konuştuk. Tabii bunları konuşurken ısrarla ismini geçirdiği kişiler, şairler ve sair olur Araf’ın. En son Paul Valery hakkında konuşurken Seyyidhan Kömürcü de anmıştık. Araf’la son konuşmamızda bu kitapların isimlerinin geçtiğini hatırlıyorum, bitirip neden beğendiğini ve hangi yazar şairlerle örtüştürdüğünü anlattı ve bununla birlikte birçok ismi birçok defa yine konuşmuş olduk.

edebiyathaber.net (26 Eylül 2024)

Yorum yapın