Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Şair Zeynep N. Tiryaki’yi, yakın arkadaşı Furkan Bulut ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Şiirlerini neredeyse her zaman evde yazdığını söyler. Şiiri dıştan değil, içten doğurmak istediğinden olsa gerek. O yüzden ona hiç yazarken denk gelemedim. Sadece olgunlaşmış veya olgunlaşmaya yüz tutmuş bir dizenin düzenlenme aşamasına tanık olabildim. Bunun dışında, birkaç kez Kadıköy’de, gün batımına doğru rastgele yürürken ve metroda giderken anlık gelişen biçimde şiir yazdığını biliyorum. Akademik çalışmalarını ise pandemiden önce okulumuzun (Marmara Üniversitesi) kütüphanesinde yapardı. Zeynep’le tanışmamıza vesile olan an da yine bir yazma-okuma serüvenine denk gelmiştir. Üniversite 1 veya 2. sınıftı. O zamanlar, ben ve birkaç arkadaşım oldukça aktifiz, fırlama desek daha doğru olabilir tabii. Yazdığımız şiirleri arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Bir dergi çıkarmanın eşiğinden dönüyoruz vs. Zeynep – ki o da sonrasında gerek kalabalık gerek çok az bir çevreyle yıllarca üniversitede resmî olarak edebiyat atölyeleri düzenleyip iki sayılık bir dergi çıkarma girişiminde bulundu- de o sıralarda yanımıza geldi ve yazdığı denemelerden oluşan kâğıtları yorum yapmamız için bize teslim etti. Tabii ki biz yetkin kişiler değiliz ama bu da onun nahifliğinden kaynaklı bir şeydi, ayrıca kendisi sonradan, bu yazıları ütopik bir idealistlik ile dağıttığını söylemiştir. O sırada tanışmıyorduk bile. Sonrasında bir fanzin çıkarma sürecimiz oldu. Zeynep’in şiirleriyle ilk o zamanlar tanıştım ve Nurullah Ataç’ın tabiriyle, zarımı, tanıdığım şairler arasında hep onun için attım. Tanışmamız nasıl geliştiyse dostluğumuz da yine aynı şekilde devam etmektedir. Onunla şiirden konuşmak, yaşamın içindeki yoğunluktan sıyrılarak bana hep bir sigara molası verdirmiştir.
Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Çoğu buluşmamız bunun üzerine, Kadıköy’de gerçekleşir. Bir masaya oturur, bilgisayarımızı, şiir yazılı kâğıtlarımızı ya da kitabımızı alır, birbirimizin şiirlerini okur ve yorumlarız. Bunu yıllardır yaparız. Şiirin imgesel yapısından tutun da dizedeki kelimelerin ses uyumuna ortaklık edip etmediğine, şiirin ahengini kaçırıp kaçırmadığına, hatta noktasına virgülüne kadar şiir hakkında her şeyi konuşuruz. Anlatmak istediklerimiz, üslubumuz, üslubumuzla nereye vardığımız ve nereye varabileceğimiz gibi pek çok şey… Mesela ben onun şiirlerindeki yapıyı romandaki bilinç akışına benzetirim. Bir tür kopukluk, baş dönmesi ve aynı dizede, dizeler arasında gezinen pek çok farklı imge… O da benim şiirlerimdeki monologların, es’lerin üzerine gider, onları kritik eder ve şiirlerimdeki Tanrısal düzlemden, şiirlerimin uzunluğundan hoşlandığını söyler. Kritik ederken birbirimize herhangi bir şeyi söylemekten çekinmeyiz, bununla ilgili sıkı bir bağ var aramızda. Başlarda, yine insanları kırmak istemediği için açıkça fikirlerini belirtmez ya da belirtecekse öncesinde yanlış anlaşılmaması adına defalarca kez uyarırdı beni. Bu huyunu kırmak, samimiyet gerektiriyor ve şu an tam istediğim gibi, aldığım eleştirilerle dayak yemiş gibi oluyorum. Belki kimseye bu kadar sert eleştiriler yapmaz ama bana yapacağından artık eminim. Aramızda yazınla ilgili bağ oluşturan bir başka şey, şudur: İkimiz de ilk kitabımız yayımlanana kadar şiirlerimizi öylesine çok düzenledik ki kitaplar, bizi bir tür tutsaklığa sürükleyen dizelerden sıyrılıp özgürlüğümüze kavuşmamıza ve daha üretken olmamıza vesile oldu. Kadıköy’de bir kitabevi var, müdavimi olduğumuz bir kafenin hemen üst katında kalıyor. Çıkarken oraya uğrayıp kitapları karıştırdığımız, şairini söylemeden bir sayfa açıp “Haydi, bu şiire bak ve değerlendir.” dediğimiz, şiir camiasından, postmodernizmden, yazın dünyasının arka kapılarından konuştuğumuz, başkalarının şiirlerini birbirimiz sayesinde keşfettiğimiz çok olmuştur. Genelde şiir üzerine konuşuruz, bir başladık mı da saatlerce akar gider o konuşma. Birbirimize kattıklarımızla ilerler dostluğumuz.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Şiirleriyle ilgili çok konuşmuşluğumuz var, bana şiirini okuduğu ve benim de yazılı metinden şiiri takip ettiğim zamanlar -bu, küçük bir atölye gibi hissettirir ona- oldu. Özellikle Türkiye’de kadın, hatta dünya ölçeğinde kadın temalı, yaşantılarından yola çıkarak yazdığını bildiğim şiirlerinde şiirin tonunun nerede düştüğünü ve yükseldiğini, nerede vurucu/çarpıcı bir hâl aldığını söylerim ona. Bu bağlamdan yola çıkarak gerçek hayattaki, şiirdeki ve şiirin ardındaki kadından, feminizmden ve edebiyat camiasındaki yansımalarından konuştuğumuz olur. Mesela şiir mayasıdır uzakların’da yer alan “Sakla Saçlarını Kızıl” şiirini okuduğum esnada, ona şiirin sonuyla ilgili bir öneride bulunmuşluğum vardır ve şiirin sonunu değiştirmiş olması, şu açıdan önemlidir: İkimiz de şiirlerimizi kolay kolay değiştiremeyiz. Daha doğrusu, dışarıdan bir müdahaleyi kabul etmeyiz. Elbette ki o eleştiriyi dikkate alır ve sadece bağlamı yansıttığını düşündüğümüz daha iyi bir öneri varsa o öneriyi nadiren kabul ederiz. O kısmı “-sakla saçlarını kızıl-/Baban geliyor,/-sakla saçlarını kızım-/Baban burada!” hâline getirerek ataerkil bir yapı içinde sıkışıp kalan genç kızın öyküsünü daha iyi anlattığını düşünmüştü. Sonraki düzenlemelerinde bütün şiirlerindeki özneyi belirsizleştirerek onu hem daha kapsamlı ve çarpıcı hem de daha muğlak ve köşesiz bir hâle bürüdü. Bu anlamda, ne kadar farklı olsalar da birbirimizin şiirini beslediğimizi söyleyebilirim. Bu alışverişimiz; şiirinin konusu ne olursa olsun sürüyor ve şiiri hakkında fikirlerimi belirtip ufak tefek değişiklikler öneriyorum ona: kelimenin dize içindeki yerini değiştirmek, noktalama değişikliği, anlaşılmazlığa varan bir karmaşa gördüğüm dizeleri belirtmek veya deneyselliği denediği bir şiirinde son dizesiyle yerle bir ettiği deneyciliğin yorumu gibi.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Genel anlamda yazı için geçerli değil elbette ama şiir için mutlaka yalnız olması gerektiğini, şiirini balkonda loş bir sarı ışık altında yahut genellikle evinin muhtelif köşelerinde, kapkaranlık bir ortamda, kulaklığıyla müzik dinleyerek yazdığını belirtir bana. İlhama inanan fakat kendini tamamen ilhama bırakmayanlardandır şiir sürecinin toplamında. Bir trans hâlinde dolu testisini boşalttığını, imgelerin zihninin süzgecinden kendisinin bile anlamlarına vâkıf olamayacağı bir hızda geçip gittiğini ve neredeyse kendi kendilerine metne dönüştüklerini söyler bana. Ancak o hâl bittiğinde durup döner şiirine ve uzun yıllar alan bir düzenleme süreci başlar. Hayatla birlikte olgunlaşır şiirleri fakat bununla Yahya Kemal’de gördüğümüz dize mükemmeliyetçiliğinden bahsetmiyorum tabii. Yaşantılarla, yeni bakış açılarıyla olgunlaşan bir şiirden bahsediyorum. Kitap çıktıktan sonra yazdığı şiirlerinde daha net bir tavrının olduğuna ve bu şiirlerin daha tamamlanmış hissi veren şiirler olduğuna tanık oldum. Yazarken ritüel edindiği bir başka şey, yukarıda da bahsettiğim gibi müzik dinlemek. Onun şiirinde ve ruhunda bu müzik hep vardı ve hep de olacaktır. Örneğin, ilk kitabını Nebelung-Palingenesis albümüyle, özellikle şiir okurken fona da koyduğu “Innerlichkeit” parçasıyla yazmış. Şiirlerini hâlen sadece geceleri, karanlık bir ortamda fakat bu kez farklı bir albüm ile yazıyor söylediğine göre: Max Richter, Memoryhouse albümü. Albümün kapağı siyah-beyaz ve görselde depremle yıkılmış evler var. İkinci kitabını da bu albümle, özellikle “Embers” parçasıyla yazacak gibi görünüyor. Şiir yazarken bazen Çernobil Faciası ile ilgili özel bir şarkı dinleyip yıkımı iliklerinde hissettiğini de söylüyor bana. Gerçek hayatta kimseyi kırmayacak incelikte olan birinin dinlediği şarkılarda sürekli bir yıkım olması ne ironiktir ve bu yıkımdan şiirin palazlanması!
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Buluştuğumuz zamanlarda şiirlerle ilgili sohbetimize dalıp gittiğimizden okuduğumuz kitaplara sıra gelmiyor çoğu zaman fakat sohbet aralarından bildiğim kadarıyla Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler’ini, Mihail Bulgakov’un Köpek Kalbi’ni, Jack London’ın Kızıl Veba’sını -hakkında sonradan bir yazı yayınladı-, Işık Sungurlar’ın Karşımdaki Sandalye Boş’unu ve Yaşar Nabi’nin Şiir Sanatı’nı okudu/okuyor. Şu sıralar günümüz Türk şairlerinden pek çok şiir kitabı, Türk ve Dünya edebiyatlarından çokça kitap biriktirdiğini biliyorum fakat “Tezimle ilgilenmek zorunda olduğum için sanırım sadece konumla ilgili kitapları ve Faruk Nafiz ile Turgut Uyar’ın şiir kitaplarını okuyabileceğim.” demişti.
edebiyathaber.net (20 Ekim 2022)