Edebiyatı ilk gençliğimden bu yana çok sevdim. Okumak, kitaplar arasında kaybolmak, onların kurgusunda yaşamdan kaçmak, kimi zaman karakterlerin içine girmek, birkaç saat de olsa nefes almak. Ve hep merak ettim yazarlar nasıl yazar? Buna ilişkin kendimce okuma planı yaptım. Yazıya dair birçok yazarın anlatılarını okudum. Murathan Mungan bu anlamda en üretken yazarlardan şöyle der “Yazıhane” adlı kitabında: “Ne zaman bir yazarın, “Niçin Yazıyorum” başlıklı bir yazısıyla karşılaşacak ya da bu dolaylarda yapılmış bir konuşmasını görecek olsam, elimde olmaksızın, sanki yıllardır aradığım yanıtı bu kez bulacakmışım gibi ilgiyle okumaya başlarım.” (Yazıhane/sayfa 9)
Oya Baydar’ın “Yazarlarevi Cinayeti” çıktığı zaman tanıtım yazısında bir önceki kitabında (80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri) bunun ipuçlarını vermişti. Yazıya, yazmaya dair izler taşıyan bu kitabı hevesle edindim. “Yazmak” ile ilgili okumalar yapmak tıpkı Murathan Mungan’ın anlattığı gibi merak duygusunu tetiklemişti.
Yazarlarevi Cinayeti’ne gelirsek: Yazar bir babaya sahip Ceren’in gözünden çocukluğundan yetişkinliğine kadar baba-kız ilişkisi, edebiyat dünyası, Ada, Ada halkı, taşrada edebiyat ile uğraşan gençlerin dünyasına adım atarız. Ceren 15 yaşındayken anne babası ayrılmış, babası Ada’daki eve yerleşmiş, erkek kardeşi yazları onun yanına giderken ,Ceren bu ayrılmanın derin sancılarını yaşamış. Ada’daki bu ev giderek yazarlarevine dönüşmüş, ada bu ünle birlikte tanınmış, yazarı benimsemiş.
Adını hiç bilmediğimiz baba tüm kitap boyunca “Yazar” olarak adlandırılmış. Ada halkı; kendi düzenini kurmuş, yabancılar ile yaşasa da onların adaya getirdikleri ile ilgilenmemiş. Yazarı aykırı bulsalar da kabullenmiş. Ada roman boyunca hikâyenin tek mekânı olmuş.
Olay örgüsü, yazarın edebiyatla kurduğu ilişki üzerinden kurguya paralel ilerler. Edebiyat dünyası, kitap yazımı, yayınevlerinin yeni çıkan kitaplara, yeni yazar adaylarına karşı yaklaşımlarını yazarın eleştirel gözüyle okuruz.
Yazar taşrada edebiyata hevesli gençler arasından seçtikleriyle küçük bir yazı atölyesi kurar. Onların yazdıklarını içtenlikle okur ve şöyle der: “Adaletsizlik, eşitsizlik edebiyat alanında da var derdi, bakıyorsun bu çocuklardan daha kötüleri çok satar bile oluyor. Günümüzde metin iyiymiş kötüymüş hiçbir anlamı kalmadı, kendini satmayı bilmek, medyatik olmak, sesi çok çıkan, bir çevreyi, büyük bir yayınevini arkana almak yetiyor. Tabii biraz da şansın olacak.” (Sayfa 18)
Böylece Engin’i, Şair’i tanırız. Onların yazıyla, yazarla hemhâl olmalarını, Ceren’le ve ailesiyle geçen çocukluklarını, yetişkinlikte seçtikleri yolları.
Şair: Yazar’ın bu çocukta şairlik kumaşı var dediği gençtir. Enginse okumayı çok seven, zeki, okumanın dışında yazan, öğretmen olup Doğu’ya gitmiş oradaki halkı tanımış, onların acılarını paylaşmak isterken haksız yere yargılanmış, tekrar Ada’ya döndüğünde de Ada halkı tarafından garipsenmiş.
Şair ise; evlenmiş, bir pansiyon açmış. İşte tam bu noktada roman bambaşka bir yöne yelken açar. Yazar; yazı dilini kaybetmiştir o dil artık eskidir yeni ifadeler, yeni izler, yeni yaşanmışlıklar bulmalıdır. Böylece romana Sadu, Bewran, Aliço üçlüsü de dahil olur.
Tanıdığımız, her şeyini bildiğini sandığımız insanların bile sırları olduğunu Ceren’le beraber şaşırarak, korkuyla öğreniriz. Yazar’ın bencil, egoist tavrını, kendi dilini oluşturma uğruna başkalarına nasıl zarar verebildiğini, egoistliğini aslında ilerlemesini istediğini düşündüğümüz gençlere Yazar’ın o çok eleştirdiği edebiyat dünyasının içindekiler ile benzer davrandığını, onlar ile nasıl örtüştüğünü görürüz.
Elimizde katmanlı, kurgusu sağlam, dili yeni bir roman var. Oya Baydar’ın romanlarında çok kırılgan hüzünlü bir dil vardır. Geçmiş güzel günlere, yapılan onca mücadeleye rağmen mücadelenin haklı zaferini görememiş devrimcilerin hüznü. “Elveda Alyoşa”, “Sıcak Külleri Kaldı”, “Hiçbiryere Dönüş” kitaplarında hep bu dili görürüz. Yazarla birlikte içselleşmiş bir dildir bu. Aynı zamanda gürül gürül işleyen bir dil. Romanlarını sağlam bir kurguya dayandırır. Kendisi de söyleşilerinde hep “Çatının sağlam” olmasından bahseder, kurguyu önemser. Karakterleri sade, özenli, içimizden biridir.
Bu yeni romanında da dili sade, özenli, titiz. Ada halkını, taşra insanını, doğayı betimlerken karakterlerinin yaşadığını bizden biri olduklarını düşünürüz.
Bewran, Sadu, Aliço’yu oluşturan dil ile Şair, Engin’in yazım dilini farklılaştıran üslubu da ustaca sergilemiş Oya Baydar.
Usta bir yazarın gözlem gücünü, neyi nasıl yazdığını, ülke sorunları dahil kendi düşüncelerini ustaca metin ile nasıl harmanladığının ipuçlarını da görmek yazıyla hemhâl olanlar için ayrıca bir güzellik.
Okurken edebiyat dünyasına dair sorular -Aa gerçekten böyle midir?- merakı da cabası. Başkahraman Yazar’ın taşrada yazmaya hevesli gençler için kurduğu şu cümle tam da buna örnek: “Onları anlıyorum, neler hissettiklerini, nasıl umutlandıklarını biliyorum. Küçük yerel dergilerin dışına taşmak için çırpınıyorlar, haklılar, yazan kişi okunmak ister, yazdıklarını paylaşmak, beğenilmek ister.
… Üstatlar lütfedip rakı sofralarına kabul ettikleri heveskâr bir genci ya da yazdıklarının ilgi göreceğini umdukları aykırı bir tipi, bir marjinali parlatırken umut vaat eden nice yetenekli genci kuyunun dibine iterler.” (sayfa 19)
O kadar güzel alıntılar var ki hepsini tek tek anlatmak ne yazık ki mümkün değil.
Kitabın can alıcı yerlerinden biri de Bewran ve Aliço’nun öyküsü. Anlatımı eğretileştirmeden onu öyküye iliştirmiş acılı halkın acılı ana ve çocukları. Okurken es geçilmemeli.
Tekrar romana dönersek; Oya Baydar tıpkı Yazar gibi yeni bir ses yeni bir soluk getirmiş yazınına. Okumak her zamanki gibi keyifli, meraklı. Eski bir okuru olarak biraz yabancılasam da çok şey öğrendim yazıya kattıklarından.
Onun deyişiyle: “Anahtar sözcük ‘anlam’ dı; insanın yaşamını yazmakla anlamlandırması, Márquez’in otobiyografisinde anlattığı gibi… Anlamı yitirdiğiniz zaman ya da başka bir yerde aramaya başlayınca ateş sönüyor, yazı bitiyor.” (Sayfa 41)
Belki biz de yaşamın anlamını kitaplarda arıyoruzdur Sevgili Okur.
Küçük bir not: Romanda edebi türler arasında geçişlerin nasıl olduğundan bahsedilirken güzel bir kitaptan Samih Rifat’ın “Ada”sından bahsedilmiş bu da es geçilmemeli.
edebiyathaber.net (19 Mayıs 2022)