Benzer konudaki kitapları aynı zaman diliminde okumaktan, o kitaplar üzerine düşünmekten büyük keyif alırım. Bu sayede sadece bilmediğim şeyleri öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda bildiklerimi de sorgulama fırsatı bulurum. Bu kitaplar, beni geniş ufuklara taşırken yeni keşifler yapmama da olanak tanır. Bazen bilgiler, duygular arasındaki ilişkileri zengin bir şekilde çağrıştırır, benzerliklerin karşılaştırmalarından da yeni düşünceler çağrışım yapar.
Son günlerde neredeyse üç kitabı paralel olarak okuyorum: C. Kozanoğlu ve Mirgün Cabas’ın hazırladığı “İlk Sayfası”, Raymond Carver’in “Yazmak Üzerine” ve Henry Miller’ın aynı adı taşıyan kitabı. Üç kitap da bana benzer heyecanları veriyor. “İlk Sayfası” adı ile yayınlanmış olan kitabın alt başlığı “25 Bölümde… Bir Nevi Yazı Atölyesi”. Bu isimden de anlaşılacağı gibi kitap 25 yazarla yapılan “edebiyat üzerine sohbetleri” içeriyor. Bu sohbetlerde daha çok yazarlara “ilk cümleyi, ilk sayfayı, kitabın bütününü, diğer kitaplarını nasıl yazdı?” sorusu soruluyor. Verilen cevaplarda önemli yazma deneyimleri aktarılıyor. Kitapta adı geçen yazarların ilgi çekici cevaplar verdiğini okuyoruz. Diğerlerine haksızlık olacağını düşündüğüm için birkaç örnek vermekten de kaçındım.
Miller’ın kitabının, “İlk Sayfası” kitabına benzer tarafları var. Çünkü yazar bu kitabında “Yazmak Üzerine” deneyimlerini ve yazma macerasını ilgi çekici bir üslupla aktarıyor. Bunu yaparken sanki okuyucuyu yazma çabasının içine çekiyor, yazmanın zorluklarını da hissettirmiş oluyor. Miller, sayfa aralarında kendi ifadesiyle “kör şair” dediği J. Milton’dan “akıcı olan her şeyi severim” sözünü aktarırken, ben de bu Türkçeye çevrilmiş eserleri zevkle okuyor, bilgileniyor ve keyif alıyorum. Belki bazılarına tuhaf gelecek ama bu tür paralel okumalarımda “herhalde mutluluk böyle bir şey” diye düşündüğüm de oluyor.
Evrensel olarak bakıldığında yazarlık dünyası, birçok yazarın ve öğrencinin birbirlerine ilham verdiği, bilgi aktardığı ve deneyimlerini paylaştığı özgürlük alanı gibidir. Bu evrende, yazarlar arasındaki ilişkiler zamanla mekanikleşse de hâlâ karmaşık ve dönüşümlü olarak önemini koruyor. “İlk Sayfası”nda yerli yazarlarımızın doğal yazma öykülerini, H. Miller ve R. Carver’ın eserlerinde de kendi yaşamlarından edindikleri deneyimleri sade bir dille anlatmalarını ilgi çekici buldum. Her üç kitap da yalnızca ders vermekle kalmıyor, aynı zamanda yazmanın tatlı sohbetine okuyucuyu da davet ediyor.
Raymond Carver’ın kitabında yer alan “Yıldızlara Bakarak Yön Bulmak” başlıklı yazısı beni derinden etkiledi. Hatta bu yazıyı kaleme almamın temel sebebi belki de bu cümleler oldu. Paragrafta aktarılan düşüncelerde, kişisel olgunluk ve bilgi arayışında sürekliliğin önemini vurguluyor. Yazma yolculuğunda bir anlamda “yazdım bitti” gibi kolaycılığı düşünenlere “devamlılığın” gerekliliğini hatırlatıyor. Carver, Ezra Pound ‘un yazma derslerine katılan öğrenciler arasında T.S. Eliot, Williams, Hemingway ve Yeats gibi büyük yazarları sayıyor. Bu noktada yazar adaylarının, deneyimli yazarlardan öğrenmeyi umduğu önemli bir gerçeği aktarıyor. Daha sonra Pound ‘un, kendi ifadesiyle, ilerleyen yıllarda Yeats’ın yazma öğretmeni olması da dikkat çekici. Kültürel bağlamımızda pek sık rastlamadığımız bu duruma Carver açıklık getiriyor. Ona göre, eğer öğrenciler yetenekliyse, yaratıcı yazarlık öğretmenleri her zaman onlardan bir şeyler öğrenebilir.
Bu örnek, yazarlık dünyasındaki ilişkilerin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Olgunluk, kibrin yenilmesi veya alçak gönüllülük; bu anlatımda sıradan kişilere ve kendini “yazar” veya “eğitimci” olarak tanıtanlara büyük mesajlar içeriyor.
Raymond Carver’ın yazdığı gibi, Pound ve Yeats sadece bilgi aktarmakla kalmamış, aynı zamanda birbirlerinin eserlerini okuyarak, fikir alışverişinde bulunarak ve birbirlerine destek olarak bu ilişkiyi sürdürmüşlerdir. Her “yazar” kendine özgü bir kişilik taşırken, yazarlık dünyasında öğrenci ve öğretmen arasındaki ilişki sadece bilgi aktarımı değil, aynı zamanda esinlenenleri ve deneyimleri paylaşmak olarak da hatırlatılır. Bu ilişki, yaratıcılığın ve öğrenmenin sürekli bir döngü olduğunu gösterir. Bu döngü kırıldığında ya da zayıfladığında yazarın dili, “ben” dilinden kurtulamaz. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, bu dile sahip olanlar yazının dilinden giderek uzaklaştığı için edebiyat eserleri de ruhsuzlaşır.
Verilen örneklerden anlaşılıyor ki sadece yeni yazmaya başlayanlar değil, aynı zamanda yazarlık öğretmenleri de her zaman öğrencilerinden bir şeyler öğreniyorlar. Benzer örnekler, yaratıcılığın ve öğrenmenin birbirlerini geliştiren sürekli bir döngü olduğunu vurgular. Pound ve Yeats gibi büyük yazarlar hem öğrencilerine rehberlik etmiş hem de onlardan ilham almışlardır. Bu ve benzeri yazarlar, yazın evreninde asıl olanın “metin/şiir” olduğunu eserleriyle de ortaya koymuşlardır. Özellikle öğrenmeyi, öğretmeyi, paylaşmayı ve karşılıklı ilişkileri kişilik sorunu yapmamışlardır. Yazarlar arasındaki bu tür öğrenme ilişkileri, yazarlık dünyasının zenginliğini ve derinliğini yansıtır. Bir toplumda bu ilişkiler ne kadar gelişirse, kültürel canlılık ve zenginleşme de o kadar artar.
Elbette konuyla ilgili daha fazla örnek verilebilir. Carver’ın aktardığı örnek, yazarlık dünyasının içindeki ilişkilerin önemini ve sürekli bir öğrenme sürecinin varlığını anlatmaktadır. Yazarlar, birbirlerinden öğrenerek ve birbirlerine ilham vererek büyürler. Bu döngü, yaratıcılığın sonsuzluğunu ve yazarlık evreninin güzelliklerini yansıtır. Ancak bu güzellikler, yerel/ulusal kültür dünyamızda en az kırk elli yıl önceki bazı yazarlarda yaşatılmış olsa da zamanımızda giderek zayıflamıştır. Bu durumun her ne sebebi olursa olsun kabul edilebilir bir yanı yoktur ve özellikle aydın kimliğiyle hiç uyuşmadığı da söylenebilir.