Kafka’nın biyografisini yazan Wagenbach’a göre Kafka alıngan, huzursuz, ürkek ve çekingen yapısını büyük ölçüde annesinden almıştır. Yine Wagenbach’a göre babasından ona geçen özellikler duyarlılık, adalet duygusu ve tedirginliktir. ( Wagenbach,1997, s.18) İçe kapanmasındaki ilk neden ailesinde babasından gördüğü sert eğitimin yanında okuldaki katı disiplin, düzene boyun eğme ve öğrenciler ile öğretmenler arasındaki iletişimsizlik gösterilir. Yaşamının sonlarına doğru yazmış olduğu “Babaya Mektup”ta çocukluk yıllarındaki bakıcı baskısını şöyle anlatır:
“Okula götürüp getiren aşçı yol boyunca devamlı bana kızar hep evdeki yaramazlıklarımı öğretmenime söylemekle tehdit ederdi beni. (…)Gerçekten aşçının bu tehditlerinden çok çekinirdim. Bir yolunu bulup onu vazgeçirmeye uğraşırdım yol boyunca”.
Okul dönüşünde de bu baskılar devam eder, yol boyunca okuldaki yaramazlıklarını babasına bildireceğini söylermiş. Orta öğrenimimde bu katı disiplin yumuşamaz, okulun kurallarını aşan öğrenci pek çok haktan mahrum kalır, üst sınıftan etüt ağabeyleri tarafından her an davranışları, öğrenmeye olan ilgileri yakından takibe alınmaktadır. Yükseköğrenim yıllarını nispeten daha rahat geçiren Kafka, hukuk doktorasını tamamlar. İşçi Kaza Sigortası Kurumunda işe başlar. Kafka’nın çalışma alanı; işletmeleri hukuksal konularda bilgilendirmek, iş kazalarından korumak için alınacak önlemlerdir. İş yaşamında patron ve işçi dünyasını tanımış olur.Patronlar, sürekli ödenecek primleri bile bile ödememek için çeşitli yollar denemektedirler, yaşamsal çıkarları söz konusu olan işçiler ise haklarını savunmamakta, bu konuda kayıtsız davranmakta, işçiler sürekli ezilen konumda yer almaktadırlar. (Wagenbach, 1997, s. 84).
Yaşamında sancılı dönemler geçiren Kafka, romanlarında yarattığı karakterleri, kendi öz yaşamından yola çıkarak kurguladığı kabul edilir. Hatta Dava ve Şato romanlarında başkarakterlerin her ikisi de K. Harfini taşırlar. Kafka’nın yaşamına ait en önemli özellik babasıyla olan ilişkisidir. Ailede herkesin korktuğu otoriter bir baba karşısında Kafka’nın içine çekildiğini, karşısında kekelediğini, beraberken kendini güçsüz ve zayıf hissettiğini Kafka günlüklerinde dile getirmiştir. Murathan Mungan, “günlük yazmak insanın kendini karşısına almasıdır. Kendiyle arasında bir uzak açı kurmasıdır” derken yazı ile hayatın birbirlerine yardım ettiklerinden söz eder. Bir edebiyatçıyı sanatçı yapan şey, yaşadıklarını uydurabilmesi uydurduklarını bir sanat yapıtına dönüştürmesi değil midir? Bir bakıma diyebiliriz ki, Kafka kendi malzemesini kahramanına ödünç vermiştir. Yeniyetmelik sarsıntılarının kişiliğinde bıraktığı derin izlemlerini yazıya geçirmiş, dekoru, atmosferi, mekânı ve zamanı değişse de ana zemin üzerindeki gölgesini koruyan bu travmatik hatıraları eserlerine yansıtmıştır. Yazıya geçinde bu travmatik olaylar yeniden inşa edildiğinde edebiyatın ne anlattığı, neden söz ettiğiyle değil, nasıl yapıldığıyla ve nasıl tartıldığı gerçeği ortaya çıkar. Kafka’nın “yazıya geçen yaşantının yalnızca posasıdır” sözü bu konuda açıklayıcı olacaktır. O kendi yaşamöyküsü ile eserleri arasındaki bağı bu sözleri ile dile getirmiştir.
Kafka evde babanın kural koyucu otoriter baskısında büyür, babasının koyduğu kuralları anlamlandıramaz; bu çevrede büyüyen Kafka için tek çıkış yolu kendini içe kapayarak dış dünyayı gözlemleyerek hayatını devam ettirmektir. Baba Hermann Kafka, pek yoksul koşullarda zengin bir tüccar durumuna yükselmiştir. Onun bu başarısı oğul Kafka için bir hayranlıktır. Diğer tarafta babasının otoriter ruh yapısından nefret ve öfke duymaktadır. Bu nefret onda “yabancılaşmaya”, aileden, toplumdan, yaşamdan uzaklaşma olarak kendini hissettirir. Kafka’nın romanlarındaki özgeçmiş kendi özgeçmişidir. Onun yazma eylemi kendi varoluşunu kendini anlatarak rahatlama, özgürleşme ve babasından bağımsızlaşma çabası olarak yorumlanabilir. Otoriter bir baba ile olan ilişkisi Kafka’nın dünyaya bakışını da önemli ölçüde belirler. Hiçbir zaman göndermediği babasına yazdığı mektupta Kafka kendi davasının avukatı ve davacısı konumundadır. Bu mektuplarda babaya bakışını şöyle dile getirir: “Sen, yalnızca kendi gücünle bu denli yükselmiştin, bu nedenle de kendi görüşlerine duyduğun güven sınırsızdı… Koltuğundan bütün dünyayı yönetiyordun… Benim gözümde hakları düşünceden değil, kendi kişiliklerinden kaynaklanan tüm tiranların o gizemli yanına sahiptin…(..) insan senin karşında tam anlamıyla savunmasızdı.” (Fırsh,s.23)
Kafka’nın imge dünyası
Çağımızda bir imge dili oluşmuştur. Çoğu modernist yazarların yapıtları, yaşama ilişkin bu imge gidiş-gelişlerinden, imge ağından bağımsız okunamaz. Bu yüzden yaşamlarını ve yapıtlarını incelerken ürettikleri imgelerle birbirlerini besleyen iki ana damar olarak karşımıza çıkarlar. Yapıt sözcüklerden anlamlara genişleyen bir yoldan beliren imgeler, yapıtı taşıyan temel öğelerdir. Her yazarın kendine özgü bir imge dünyası vardır. Yazma serüveninde, yazar, bu imgeleri korumaya çalışır.
Kafka yaşamında, baba-oğul ilişkisinden doğan iktidar sorununu ve çalışma hayatındaki bürokrasi sorununu eserlerine imge yolluya taşımıştır. Bu açıdan baktığımızda yabancılaşmayı romanlarında işleyen en önemli temsilcilerinden olan Kafka, Şato’da sonu gelemeyen imgesel yol ya da Dava’da labirente benzeyen metaforik koridorlar, gerçeği doğrudan değil, dolaylı olarak anlattığının göstergesidir.Şato’da Kadastrocu K’nin amacı şatoya ulaşmaktır. Bu yönde çabaladıkça şatoya erişilemeyeceğini, yolun giderek uzadığını ona yaklaşamadığını hisseder. Dönüşüm’de modern dünyanın insanı nasıl böceğe dönüştürdüğünü Gregor Samsa karakterini böceğe dönüştürerek verir. Her üç kahraman da çevreleri üzerinde denetimlerini kaybetmişler, giderek çaresiz kalarak yalnızlaşmışlardır. Ahmet Cemal, Dönüşüm’e yazdığı önsözde Dönüşüm’ü, hiyerarşi ve otorite düşüncesiyle temellenen, bu amaçla sözü edilen düşünceyi önce aile kurumu içerisinde odaklaştıran toplum içerisindeki bireyin tragedyası olarak yorumlar. Kafka bu eserinde de bürokratik baskıya karşı çıkmış, bürokrasinin içinde bunalmış insanın yabancılaşmasını dile getirmiştir.
Kafka’da bir ev yahut bir şato, sadece bir ev ya da bir şato olmaktan ibaret, sıradan mekânlar değildir. Her mekânın simgesel bir değeri vardır. Genel olarak Kafka’nın öykü ve romanları iç mekânların fazlalığı ile dikkat çeker. Hatta neredeyse dış mekân yoktur bile denilebilir (Dava ve Şato dışında). İç mekân ise genellikle kapalılığı simgeler. Dışa açılamama, kendi içine kapanma ve hareket alanının sınırlılığı hem Kafka’nın hem de kahramanlarının ruh hallerine uygun düşer.
Arkadaşı GustavJanouch, Kafka ile söyleşiler adlı kitabında Kafka’nın yuva tarifini şöyle aktarır: “Yuva mı? Anne ve babamla birlikte oturuyorum ben. Hepsi bu kadar. Evet, benim kendimin olan küçük bir odam var, ama bir yuva değil, iç karışıklıklarımı gizleyebildiğim bir sığınak yeri yalnızca, pençeleri arasına iyice düşmek için bir barınak yeri yalnızca”
Dava romanında temelde iki hukuk aktörünü ele alır: Avukat ve Sanık. Otuzbirinci yaşgününün sabahında evine gelen memurlardan, hakkında bir dava açılmış olduğunu öğrenen K.’yi kimin yargıladığı belli değildir. Bir dava söz konusu olduğuna göre, elbette bir yargıç olmalıdır. Ancak bu yargıç görünmez konumdadır; hiçbir şekilde tasvir edilmez, ancak gölgesi romana düşer.
Dönüşüm romanı Samsa ailesi üzerinden gelişir. Baba Samsa parasının büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Oğlu Gregor, babasının alacaklılarından birinin yanına girmiş, gezginci kumaş satıcı olarak çalışmaktadır. Evdeki kız kardeşi çalışamayacak kadar gençtir, annesi ise nefes darlığı çeken ev kadınıdır. Gregor çoğunlukla iş yolculuklarına çıkmaktadır. Gregor’un ailesi onun asalaklarıdır; onu sömürür, içten içe kemirirler. O korkunç olay evde kaldığı bir gece başına gelir: “Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan sonra uyandığı zaman yatakta kendini kocaman bir böcek olarak buldu.” Zavallı Gregor ailesi tarafından kullanılan bir araç olmaya öylesine alışmıştır ki acıma diye bir şey söz konusu değildir. Roman boyunca “yamyassı ve kupkuru” bir böcek olarak izlediğimiz Gregor’un sonu çöplükte biter. EliasCanetti, Kafka ile Gregor Samsa’yı özdeşleştirir. Ona göre Kafka’da bir suskunlaşma isteği, ötekilerden kurtulmak için görmezden gelinecek kadar küçülme isteği vardır.
8 Nisan 1914 tarihli günlüğüne düştüğü şu not dikkat çekicidir: “Dün tek bir sözcük bile yazacak gücüm yoktu. Bugün daha iyi değil durum. Kim beni esenliğe çıkaracak? İçimde bir kaynaşma, derinlerde, pek görülecek gibi değil. Yaşayan bir korkuluktan kalır yerim yok sanki; ayakta duran, ama yıkıldı yıkılacak bir korkuluk.”
Şato romanında köylülerin ne özgünlüğü ne de özgürlükleri vardır; hepsi kişiliksizleşmişlerdir. Başkahraman Kadastrocu K.’nın dışında herkes silikleşmiştir. Romanının kahramanları, yönetsel gücün buyruğunu çiğneme yetenek ve cesaretinden mahrum olarak ifade edilmişlerdir. Köylüler Şato’nun kurmuş olduğu güç mekanizmasının kurbanı durumundadırlar. Şato’ya karşı duyulan saygı ve korku onları kendi küçük dünyalarına hapsetmiş, sistemin içinde kilitlenmişler, acizleşmişlerdir. Bu acizliğin nedeni, yönetsel gücün buyruğunu çiğnemeleri durumunda, ağır bir şekilde cezalandırılma endişelerinden ileri gelmektedir.
Kafka, Babaya Mektup adlı eserinde, gece huzursuzluk yaptığı için babasının kendisini bir süre için kapının dışına koyarak cezalandırdığını anlatır. Yalnız o gece değil, babası tarafından hep cezalandırılmıştır. Bu katı disiplinin onun üzerinde bıraktığı travmatik etkisini şöyle açıklar: “Yıllar sonra bile o dev adamın, babamın, en yüksek merciinin neredeyse hiçbir neden olmaksızın geleceğini ve gece yarısı beni yatağımdan çıkarıp aynı şekilde cezalandıracağını, yani onun gözünde böylesi bir hiç olduğumu düşünerek azap çektim” (Kafka, Babaya Mektup 2011: 20).
Bazı eleştirmenler K.’nın şato’ya ulaşma isteğini onun babası ile olan ilişkiye dayandırırlar. Nasıl ki K. şatoya ulaşamaz ve engellerle karşılaşırsa Kafka da devamlı kendisini babasına ispat etme ve ona ulaşma çabasında olmuştur. Her seferinde babasına ulaşmayı becerememiş, vazgeçmiş ve babasının otoritesi karşısında kendini güçsüz hissetmiştir. Diğer eleştirmenler şato imgesinin iktidarı işaret ettiği fikrindedirler. Bu öyle bir iktidar mekanizmasıdır ki, aile içinde baba otoritesini, toplum içinde bürokratik örgütlenmeyi barındıran devlet ve onun kurumlarını ifade eder.
Edebiyat eserleri toplumların zaman içinde geçirdikleri evrimi belirlemeleri bakımından yaşadıkları çağın aynalarıdır. Aslında her yazı, eser, çağını yansıtır, ama bu yansıtmayı gelecek yüzyıllara kadar taşıyabilenler, sanat niteliği ağır basan eserlerdir. Sanatçı çağında gözlemlediklerini gelecek çağlara ulaştıran bir köprü görevi üstlenmiştir, çağından haber vermiş, kesitler ve görüntüler sunmakla beraber çağını malzeme olarak ele alarak ona kendi duyarlığını ve bakış açısını katarak kendi eserini yaratmıştır. Böyle sanatçılar ölümsüz olurlar. Kafka bu yönüyle evrenselliği yakalamış, edebiyat tarihinde ölümsüzleşmiştir.
Kaynakça
ErnstFischer, Kafka, Kavram yy, 1998
Franz Kafka, Babaya Mektup, Can yy. 2009
Franz Kafka, Günlükler, Cem yy. 2003
K.Wagenbach, Kafka Yaşamöyküsü, cem yy. 1997
Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, Metis yy. 2011
Uğur Keskin, Franz Kafka’nın eserlerinde aşırı bürokrasi ve otoriter yönetici imgesi, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 17, Sayı 2, 2016 253
edebiyathaber.net (16 Ocak 2019)