Geoff Dyer, çağdaş İngiliz edebiyatının son zamanlardaki en önemli temsilcilerinden biri. Dyer’ı klasik İngiliz edebiyatından ayıran en önemli özelliği ise hiçbir türe ya da geleneğe ait olmadan türler, konular arasında özgürce dolaşması. Dyer, bugüne kadar cazdan, sinemaya, romandan, gezi edebiyatına varana dek çeşitli türlerde yapıtlar verdi. Emre Ayvaz, Dyer üzerine kaleme aldığı bir yazıda, İngiliz yazarın hiç bir konuda uzmanlaşma ihtiyacı olmadan, farklı türler arasında bir seyyah olarak gezindiğini aktarır. Geoff Dyer‘ın bugüne kadar yazdıklarına bakınca Ayvaz’ın yapmış olduğu bu saptamanın ne kadar doğru olduğunu görürsünüz.
İngiliz yazarın külliyatında bugüne kadar en çok beğenilen eseri ise D. H. Lawrence’ın Gölgesinde Bir Hışımla’dır. (Out of Sheer Rage: Wrestling with D.H. Lawrence) Bir Hışımla‘yı da tıpkı diğer Dyer eserleri gibi tek bir türe indirmek güç. Seyyahlık, orta yaş krizi, köksüzlük, aidiyetler, edebiyat eleştirisi kitabın içerisinde karşımıza çıkan temalar. Bir Hışımla, bir anlamda Dyer’ın alter egosu olan yazar karakterimizin İngiliz edebiyatının en önemli temsilcilerinden D.H. Lawrence üzerine bir kitap yazma çalışmasını konu ediniyor özetle. Lakin yazar kitabını bir türlü yazamıyor; sebebi de etrafındaki her şeyin dikkatini dağıtması. Evinin manzarası, aşırı sıcaklar, sessizlik… özetle akla gelebilecek her şey yazarın kitabını yazmasına engel oluyor. Dolayısıyla kitap boyunca yazarımız, yazmaya başlayamayınca sıkıldıkça sıkılıyor, dikkati dağıldıkça dağılıyor; biz de onunla beraber sıkılmaya başlıyoruz. Bir süre sonra da içimizden “otur şu masanın başına ve yaz şu lanet kitabı” demek durumunda kalıyoruz. Bu söylediklerimden kitabın okuyucuya buhranlar sunduğu anlamı çıkmasın, kitabın bu hissiyatın tam tersi çok ince bir mizah anlayışı var. Yazarın yazamama hali, bir süre sonra onu komik duruma düşürüyor. Dyer, bu noktaları nefis bir şekilde aktarıyor bizlere. Kitabın tek bir tür tanımı içerisinde yer almadığından, bir çok farklı tür arasında serbestçe gezindiğinden bahsetmiştik. Dyer’ın Bir Hışım’da yaptığı türler arası seyahatte en çok indiği durak ise ev kavramı oluyor.
Eve dönmenin yolları
Seyyahlık, gezginlik Dyer külliyatının ana damarlarından birisidir. Lakin onun seyyahlık anlayışının biraz farklı olduğunu belirtmek gerek. Dyer, gezdiği şehirleri yeme, içme ya da tarihi turistlik mekanlar haritası sunmuyor; tam aksine gittiği yerlerin aksayan yönlerini, pek göze çarpmayan güzelliklerini sunmasıyla meşhur biri. Bir Hışımla da böyle bir kitap. Lawrence üzerine kitap yazma heveslisi yazarımız, bir taraftan Lawrence’ın ayak izlerini takip edip, onun gezdiği yerlere gidiyor; diğer taraftan da dikkatini dağıtmayacak bir ülke ve ev bulabilme hayalinde. Yazarımız kitap boyunca eşi Laura ile birlikte kıtaları, ülkeleri aşıyor ama bir türlü huzura eremiyor. Paris ona çok pahalı geliyor mesela, Roma ise çok sıcak olduğu için kitabı yazamıyor. Laure ve yazarımız her büyük şehirde yaşayan ve trafiğinden, kalabalığından bunalan orta sınıf bireyler gibi çareyi Yunan adasında arıyorlar. Lakin bu sefer de adadaki sessizlik ve sakinlik onları rahatsız ediyor. Laura ve yazarımız her şeye rağmen hemen pes etmiyorlar, adanın içerisinde motosikletleriyle romantik bir gezintiye bile çıkıyorlar ama sonuç pek parlak olmuyor. Ufak bir trafik kazası geçiriyorlar. Huzuru bulmak için gittikleri Yunan adasında küçük kıyametlerini yaşıyorlar. Dikkati dağınık yazarımız daha sonra şansını memleketi Londra’da denemek istiyor ama orası da ona çok sevimsiz görünüyor. İşin özü, kitap yazma işinden kaytarmak isteyen yazarımız her ülkede kıtada bir bahane bulabiliyor. Bununla beraber Dyer, kitap boyunca bize aidiyet, bir yere ait olamama ve ev kavramlarını sorgulatıyor. Kitapta Lawrence’dan şu harika alıntıyı yaparak bu konudaki düşüncelerini paylaşıyor: “Kendimi tamamen bir yabancı gibi hissediyorum, ancak bu hisse alıştım ve bu yabancılık halini ‘evde’ hissetme haline yeğliyorum. Ne de olsa insan hiçbir yerde evde olduğu kadar büyük bir yabancılık çekmez”.
Dyer, Bir Hışımla’da küreselleşmenin, zorunlu göçlerin ya da gönüllü sürgünlükler çağında ev neresidir diye soruyor bizlere. Bu sorunun cevabını da asla vermiyor, çünkü kendisi de kitap boyunca bu arayışını sürdürüyor. Gerek mimari, gerek tüketim anlayışları bakımından tüm dünyadaki orta sınıfların hayatlarının giderek birbirine benzemeye başladığını, İKEA mobilyalı evlerimizde aynı dünyaya baktığımızı söylüyor bir anlamda. Otantik olanın giderek yitirildiği bir dünyada, insanların bu kadar çok sıkılmasının normal olduğunu hatırlatıyor. Şayet, Dyer’le karşılıklı bir içki masasında otursaydım ve laf aidiyet, ev meselelerine gelseydi benim fikrim şu olurdu kesinlikle: (Daha önce başka bir Dyer yazısında benzer şeyleri söylemiştim, isteyenler direkt bu satırları atlayabilir ya da hep aynı şeyleri söylüyorsun, çok sıkıcısın diyip okumayı bırakabilir) Ev denilen kavram sadece somut, dört duvar arasından mı oluşmaktadır yoksa soyut bir tahayyül müdür? Bence evi somut bir mekan olarak düşünmemek lazım. Benim ev tanımının içinde aile, arkadaş, müdavimi olduğum mekanlar en çok da sevgili vardır; çünkü kişisel hikayenizi hep aşık olduğunuz kişinin yanına dönmek için yaşarsınız.
Farklı bir D.H. Lawrence kitabı
Bir Hışımla’nın bir diğer uğrak noktası, yazma meselesi ve edebiyat eleştirisi oluyor. D. H. Lawrence müptelası yazarımız, klasik, akademik sıkıcılıktan uzak bir Lawrence portresi yazma peşinde. Hatta yazmayı planladığı kitabı kafası kıyak bir akademik metin olacağının tarifini yapıyor. Lawrence üzerine yazılmış tüm akademik metinlere ateş püskürüyor hatta kitapta tek tek isim vererek hepsini ifşa ediyor. Akademinin edebiyat eleştirisine çok zarar verdiğini, kendisinin yazacağı kitabın tüm bu bayat eleştiri anlayışının dışında olacağını ısrarla belirtiyor. Lakin yine bir türlü kitabın başına oturamıyor. Her şeyin dikkatinin dağılmasına izin veriyor, ülkeler, insanlar, ortam… Dolayısıyla bir türlü istediği kitaba başlayamıyor. Kitabına konsantre olabilmek için, her yolu deniyor, ilham alabilmek için Lawrence’ın mektuplarını okuyor, fotoğraflarına bakıyor, şiirlerine, romanlarını tek tek okuyor… Lawrence’ın ayak izlerini takip ederek yaşadığı yerlere gidip onun baktığı yerlere kendi gözüyle bakmaya çalışıyor ama sonuç pek parlak olmuyor. Romancıların sıklıkla tutulduğu “yazar tıkanmasının” bir başka versiyonunu yaşıyor Lawrence müptelası yazarımız. Aslında kendisinin tutulduğu rahatsızlık sadece yazarlara özgü değil, modern insanda sıklıkla görülen bir tür ismi de: üşengeçlik. Kendisinin bu ruh hali şu sözü hatırlatıyor ister istemez “Dünyanın tüm üşengeçleri birleşelim… Bir ara” Bununla beraber eğer birikmiş iç sıkıntılarımızı yüzleşememişsek , gittiğimiz her yere onu da götürürüz; bu yüzden her yer aynı aynı görünür bize. Yazarımız da biraz bu ruh halini içinde bir anlamda. Birikmiş iç sıkıntılar, aidiyet sorunları onun peşini hiç bırakmıyor; kendisinin gittiği her yerde sıkılmasını bu şekilde de yorumlayabiliriz sanki.
Kitap boyunca, yazarımız bir türlü kitabını tamamlayamıyor ama Lawrence’nın hayatından sunduğu kesitler, edebiyata, hayata bakışına varana dek bir çok bilgiyi bizimle paylaşıyor. Bu anlamda da kitabın yeni başlayanlar için D.H. Lawrence’ın edebi dünyası işlevi de görüyor. Bir Hışımla, edebiyat, özgürlük, kökler, aidiyet, melankoli ve bir yere ait olamama üzerine yazılmış en güzel kitaplardan biri. Geoff Dyer, D. H. Lawrence üzerinden modern dünyaya, edebiyat tarihine, orta sınıf krizlerine varana dek bir dolu şey söylüyor ve tüm bunları görmüş geçirmiş filozof kibriyle değil kafamızda yeni sorular sordurarak yapıyor. Bir Hışımla Dyer’ın en iyi işlerinden biri mutlaka okunası…
Can Öktemer-edebiyathaber.net (21 Ağustos 2018)