*Tanıdıklarımız dostlarımız değildir. Bir yazı defterime göz atan bir arkadaşım; “Bunu kimin için yazdınız,” diye bir soru yöneltmişti bana. Bir deftere düşülen herhangi bir not, düşünce, yansıyan duygu ille de birine dönük olmalıdır algısını yaratıyor hemen bizde. Espri yaparak; “Size,” dememi ciddiye almış olmalı ki; bu kez de: “Tarihi yanlış yazmışsınız,” demesin mi? Tarih doğruydu, ama defter yanlış eldeydi.
*Size kötü yazıyorsunuz diyebilmem için, iyi yazmak nedir bunu bilmiş/öğrenmiş olmam gerek.
*Yazarken yalnızsınızdır, bunun gizi kalmalı sizde. O süreçte neyi/nasıl/niçin yazdığınızı açıklamak niye?
*Bir yazarın yeraltı hayatı olmalı. Sakınmalısınız da bunu her şeyden, herkesten.
*Yazmak için gitmek gerek. Karşılaşmalar olmadan yeni bir düşle/düşünceyle buluşamazsınız.
*Her okuma yeni bir karşılaşmadır; yeni düşüncelerle, yeni bilgilerle… Oradan alıp taşıdıklarınızla kendi yazı yolunuzu kurabilirsiniz ancak.
*Kendinizi keşfetmek için okuyun. Göreceksiniz, size birçok yazma nedeni sunacaktır bu tutkunuz.
*Okumak insanı meraklı kılar, yazmaksa tutkulu. Bir başlama noktası yakaladıysanız eğer; vazgeçilmezlik burcunda salınır durursunuz.
*Her türde okumayı deneyin; öykü, roman, şiir, deneme, eleştiri, günlük, gezi, tarih, oyun… Ama mutlaka birinde yoğunlaşın. Önce siz gidin ona, sonra da o gelecektir size; “hadi yazın artık,” diyerek.
*Haritalara güvenin. Yön duygunuzu ancak böyle geliştirebilirsiniz. Dili iyi kullanan yazara da dil duygunuzu geliştirmek için gidin. Bırakın ne yazdığını, nasıl yazdığı sizin için daha önemli olmalı her zaman.
*Başka yazarları konu yakalamak için okumayın; daha çok nasıl yazdıklarına, neyi/nasıl anlattıklarına bakın. Konu sizdedir; sizin bakışınız/duyuşunuz/gözlemevinize ağanlarda…
*Kavramlarla düşünebilmek için önce kendi kavramlarınızı keşfedin; neyi bilip bilmediğinizi, tutkulu olduklarınızı… Örneğin; beş duyunuzu kuşatanları, besleyenleri, oralardan sizi alıp taşıyanları…Göreceksiniz ki; asıl yazma nedenlerimiz buralarda yatıyor.
* “Acı” diyerek yazmaya başlayın; “benlik”, “cam”, “çiçek”, “dil”, “din”, “düş”, “evren”, “ekmek”, “emek”…“vicdan”, “zaman”… Çoğaltarak yazın her birini; yani sizin yaşam felsefenizi biçimleyen kavramları/sözcükleri… Neler ilginizi çekiyor, neler çekmiyor…Oralardan bakın kendinize.
*İnsan önce kendinden başlamalı hayatı kurmaya, değiştirmeye, dönüştürmeye ve yazmaya.
*Önce kendiniz için yazın; bir süre sonra başkaları için neden yazmak gerektiğini daha derinden hissedeceksinizdir.
*Yazmayı öğrenmenin yollarından biridir bu. Her sabahınıza bir Çehov öyküsüyle başlayın; öğlenleri Montaigne’nin bir denemesine zaman ayırın, akşamınızı da bir Sait Faik öyküsüyle kapatın. Bir kural mı bu? Hayır! Ama hem yazmak duygunuzu geliştirmek için iyi bir yöntem hem de (sadık) okurluğunuzu görmek için iyi bir yoldur.
*Meraklı olun. Ama her şeyi merak edin. Mars’ta bulunan suyun zerrecikleri de sizi ilgilendirmeli, Aziz Sancar’a Nobel’i kazandıran deneysel çalışmalar da… İnsan öğrenmek için yaşar, yaşamı/nı anlamlı kılabilir ancak. Yaşam yolunun taşları böyle döşendikçe güzel. Yazma duygumuzu da buradan geçirerek bezeyebileceğinizi unutmamalısınız.
*Kitapçıdan aldığınız bir kitabı hemen okumaya başlayın. Közden ayrılan kestaneyi soğutursanız lezzeti kalmaz.
*Samuel Beckett’a Göre Arıcılık’ı (Martin Page) rafta görür görmez aldım. Ne yazarına, ne de arka kapak yazısına baktım. Çevirmeni (Işık Ergüden), yayınevi (Sel Yayıncılık) dikkate değerdi benim için. Görüyorsunuz, Beckett adı tek başına yetmiyordu. Vapurda okumaya koyuldum. Eve vardığımda; kitabı bitirmeden Beckett ile Görüşmeler (Charles Juliet) ile Beckett ve Genet Tanca’da Bir Çay’ı (Tahar Ben Jelloun), Genet Tanca’da’yı (Mohamed Choukri), Jean Genet: Yüce Yalancı’yı (Tahar Ben Jelloun) aldım önüme. Okurken çizdiğim satırlara döndüm. Bazı yazarları bir arada düşünmeyi/okumayı severim. Örneğin; kitaplığımda Sartre/Camus/Beauvoir yan yana dururlar. Defterleri de… Fuentes/Cortazar/Marquez/Llosa da aynı mahallenin çocukları gibi bir iki raftadırlar. Borges, Octavio Paz’ın; Kundera, Eco’un raf komşusudur. Marguerite Duras/Marguerite Yourcenar ayrılmaz ikilimdir. Italo Calvino, tüm İtalyan edebiyatını çevresine toplamış, ama daha çok da Pavese ile yan yana dururlar raflarda. Ötede Kafka/Musil/Broch/Walser; Çehov/Gogol Rus edebiyatı raflarımın öbeğindedirler… Joyce ile Woolf, Lawrence ile Fowles, Barnes bir küme oluştururlar. Shakespeare başlı başına bir kitaplıktır bende.
Eğer yazıyorsanız, iyi okur olma derdindeyseniz; size önerim, yazar okumayı seçin. Sizin yazarınız kıldıklarınızın izlerini sürmeyi vazgeçilmez kılın…
*Yazıyorsanız sinemanın tutkulu yolcusu kılın kendinizi. Okuyorsanız eğer, Shakespeare vazgeçilmeziniz olsun, oyunlarını bir roman gibi okumayı deneyin. Çehov’un oyunlarını da birer romans gibi okuyun. Başka bir okula gitmenize gerek yok. Sorduklarında; “Shakespeare akademisinden, Çehov fakültesinden mezun oldum demeniz yeterli!
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (20 Ekim 2015)