*Yazmak yaşamı dönüştürür, ama önce iyi bir okursanız; yazdıklarınız okurda da bunu sağlar.
*Yazmak yaratıcılık gerektirmez, herkes yazmayı öğrenebilir. Ama yaratıcılık iyi bir kemancının dokunuşlarındaki ustalığı gerektirir. Bu da zamanla oluşur; sabır/sadakat/tutku ve çalışmayla yani. İyi bir yazarı her yazandan ayıran da budur.
*Yetenek biraz da hastalıktır, çocuklukta nükseder; bir ömür boyu da sürer. Çünkü siz ona itaat ederek yaşamayı öğrenirsiniz. Tutku, sadakat dediğim de buradan gelir.
*Yazmak yetinmemektir; zamana ve ölüme karşı hayatı savunma biçimidir çünkü. Başlarsanız bu yolculuğa, saatin sarkacı dursa da siz dur(dur)amazsınız.
*Eleştiri, kusur görmek değildir. Yazıda olamamayı/olduramamayı göstermektir.
*Yayıncı kime gider?
-Kazandıracak yazara.
*Yazar kime gitmez?
-Okura.
-Bir de yayıncıya; ama “iyi yazar”dan söz ediyorum.
*Önce kendiniz için yazmalısınız. Sonra sizi sevmeyen birileri için. Yazdığınızı bir kez daha ele alınca ulaşabileceğiniz ilk ve tek okuru düşünerek yazmalısınız. Dördüncü yazma çabanızda yayıncıya/editöre ulaştırmak heyecanını taşımalısınız. Beşinciyi yazmak için kendinize bir şans tanıyınız; ama iyi editörün düşüncelerini aldıktan sonra. Ya tümüyle vazgeçersiniz ya da hırsla yazdığınızı bir yana bırakıp yeniden yazarsınız. Size önerim, beğenmediğiniz bir metinle hiç savaşmayın; bunu unutun, oturup yeniden düşünün/tasarlayın, kurun ve yazın. Eğer bu cesareti gösteremiyorsanız; ne bir yayınevinde editör olmayı ne de bir kitapçıda çalışmayı seçin. Gidin, size iyi gelen bir işi yapın.
*Kitabınız yayımlanınca kitabevi kaçamakları yapacağınız kesindir. Ama gidip de “şu kitap geldi mi” diye de sormayın kitapçıya; ihtimal “gelmedi” yanıtını alacaksınızdır, üstelerseniz kitabınızı o raflarda bir daha hiç göremeyebilirsiniz. En iyisi, yazdığınızı unutup yeni bir kitaba başlayın. Siz siz olun da ortalara düşüp “beni, ama beni görün, tanıtın” demeyin. Salinger’ın bu konuda ne dediğini merak ediyorsanız eğer, okuyunca yaptıklarınızdan utanırsınız sonra! Benden söylemesi.
*Kitabınız üzerine birilerinin yazması yerine, “size bir konuşma verelim” diyeceklerdir medya çağanozları. Eleştirmen nasılsa pusuda bekliyordur diye de aklınızdan geçirmeyin sakın. Yani, henüz olmadığı söylenen. Neden bu kadar çok kitap üzerine konuşulup ediliyor sanırsınız.
*Şunu unutmayın; Al Pacino 11 film teklifinden sonra 12. filme evet demişti. Balzac ise ona yakın romanını salt kendisi için yazmıştı. Sabır, evet. Cesaret, evet. Çalışmak, olmazsa olmaz. Ama siz bunları yapın, kendi zamanınızı bekleyin.
*Her alıcı görünene bohçanızı açmayın, sizi Mahmutpaşa’dan mal kaldıran sanırlar. Hele hele yazıp tasarladıklarınızın büyüsünü bozmamak için önce ketum olmayı öğrenin.
*Okurken de, yazarken de edebî olana bakın. Bu nedir, derseniz? Bir yapıt önce dil duygusuyla sarmalıyor mu sizi, alıp bir duygu/düşünce yolculuğuna çıkarabiliyor mu… İlerlerken yazarın bir derdi olduğunu hissettirebiliyor mu, neden bunu yazdı sorusunu ta en baştan sordurabiliyor mu? Bunlara bakın derim.
*Stendhal’in “Lamiel”ini okuyorum. Okumadığım bir romanıydı. “Henri Brullard’ın Yaşamı” özanlatısını okurken, en çok da “Lucien Leuwen” romanını merak ettim yeniden. Cesaretli bir çevirmeni, yayıncısını bekleyen bu roman, Fransız taşrasını anlatması açısından önemli. Stendhal’in kurduğu bir romanın malzemesini nasıl/nereden devşirdiğini görmek için önce “Henri Brullard’ın Yaşamı”nı, sonra da “Lucien Leuwen”i okumalı derim. Standhal, bizi, yalnızca bir roman düşüncesiyle buluşturmuyor; bir romancının çağına/zamanına bakışının nasıl kurulabileceğini de gösteriyor.
*Bir ustanız olmalı, mutlaka. Yoksa ne acı! Yazmanın zanaat yanını kimden öğreneceksiniz peki?
*“Mükemmel büyükbabam, farkında olmadan bana kendi kültünü, Horatius, Sophokles, Euripides kültünü, yüce edebiyatı aşılamamış olsaydı bu iki hoş ihtimalden biri bulacaktı beni,” diyor Stendhal. Ya mükemmel bir Cizvit ya da barlarda kadın peşinde koşan sefih bir asker olabileceğinden söz ediyordu. Bir idol kadar, bir usta da sizi uçurumdan kurtarabilir; yalnızca öğretmekle kalmaz.
*Edebiyat her şeydir! Neden mi?
Al Pacino’nun şu sözlerinin kulağınıza küpe olmasını dilerim:
“Çehov, tüm yazarlar gibi benim için önemliydi. Shakespeare’in yanı sıra Brecht de gerçekten hayatım boyunca bana yardımcı oldu. Henry Miller, Balzac ve Dostoyevski de. Yirmili yaşlarımda beni yakaladılar, bana var olma sebebi verdiler. Yazarlarla ilişkimiz önemli; aktör, müzisyen, besteci ya da siyasetçilerle ilişkilerimizden farklı. Benim için yazar her şey; o olmadan var olamam. O yüzden önce yazar. Tüm ün ve şöhreti oyuncu alıyor ama oyuncu kalıcı olmuyor.”
*Bugünü görmeyenin, hissetmeyenin gelecek için yazacağı hiçbir şey yoktur. Dostoyevski’yi, Kafka’yı bugün hâlâ okunur kılan da bu yanlarıdır.
*Kitaplardan, okumalardan kopmayın; ama eliniz kâğıda kaleme, tuşa gittiğinde unutun hepsini. Hatta size önerim; bir defter bir de kalemle baş başa kalın. Çizmeyi de öğrenmişseniz yazmanız daha şenlikli olacaktır inanın.
*Çok sıkıldığınız, hatta sıkıştığınız ânda, sevdiğiniz bir yazardan bir cümle ödünç alın, bunu defterinizin ilk satırına yazın; sonrasının nasıl geldiğine şaşıracaksınız. Deneyin, yanılmayacaksınız!
*Kalemleriniz olsun, renk renk biçim biçim; sonra defterleriniz… Çizgili bir yazı hayatı her zaman yaratıcılığınızı körükler. Yazmayı öğrenirken insan bunu da öğreniyor, sonra unutuyor ya da vazgeçiyoruz bu yaratıcı alışkanlıktan. Teknoloji her şeydir, ama kalem tektir ve bizim için her zaman tetikleyicidir. Yaratıcılığınızın efendisi olmak istiyorsanız kaleminize sarılın, sahip çıkın.
*Rüyalarınızı yazın. Tek bir sözcük de kalsa aklınızda, yazın. Oradan bakın hayatınıza. Unutmayın, her yazarın bir yeraltı hayatı vardır; rüyalardaki yaşamı ise bunların en derininde olandır.
*Kuyudan su çekmeyi bilir misiniz? Kuyunun nasıl açıldığına tanık olmasanız da bunu iyi kötü hayal edebilirsiniz. Yazan her insanın da bir kuyusu vardır. Sözcükleriniz orada saklıdır. Bunları çoğaltmak için okur ve yaşarız. Kuyularımız bize hem yetinmeyi hem de yetinmemeyi öğretir. Bekleyen, uman değil; taşıyan, gezgin olandır kuyusunu bir barikat gibi görmeyen…
*Yazı masanızı bir atölye gibi görmelisiniz. Bir terzinin, bir kuyumcunun atölyesi gibi… Bir piyanist için piyano neyse, yazar için de yazı masası odur.
*Her işin olduğu gibi yazmanın da altın kuralı vardır, o da çalışmak ve disiplin; süreklilik ancak böyle sağlanabilir.
*Not tutmak, not alarak okumak olmazsa olmazlarındandır bir yazarın; eğer “sizin okuma/konu/bilgi belleğiniz nerededir” diye sorsanız, ilkin defterlerimi gösteririm.
*Listeleme yaparak çalışın, hatta bir güne, haftaya böyle başlayın. Yazmak, biraz da kendine görev vermektir. Eğer önünüzde bir listeniz yoksa aylaklık kapınızı her ân çalabilir!
Feridun Andaç – edebiyathaber.net