Ursula K. Le Guin’den imkânsız bir zanaatın içindeki hikâye anlatıcılarına bir kılavuz.
Nasıl yazılacağını öğretmek üzere yola çıktığınızda öğreneceğiniz ilk şey, hiç kimseye iyi yazmayı öğretemeyeceğinizdir. Bu, üniversitelerin beşeri bilimlerdeki lisansüstü öğrencilerine yaptığı acımasız bir şaka. Siz tam sınıfa girmeye hazırlanırken, size “Retoriğe Giriş” yahut “Bilgilendirici Kompozisyon” kisvesi altına gizledikleri imkânsız bir görev verirler. “Al sana yirmi lisans öğrencisi, şimdi düzyazıyla şakımayı öğret onlara!” derler. Bu yeni yükümlülüklerinize şöyle bir göz atarak, konuşmaya başlarsınız. Sesiniz çatlar. Gözlerinizdeki korkuyu görürler.
Dolayısıyla ister pedagojik bir araç olarak ister kişisel destek olarak düşünülsün, yazmaya ilişkin çoğu kitapta da içler acısı bir durum vardır. Loş bir odada titreşen mumlar gibi, gerçekten karanlıkta kalanlara pek yardım edemezler.
Ursula K. Le Guin’in Dümeni Yaratıcılığa Kırmak isimli kitabının üzerine çöreklenen de işte böyle bir tehlike. Muazzam bir yazar olan Le Guin, kendi yazdıklarında en ince ayrıntılara dahi büyük özen gösterir. Mesela fantazya romanı Yerdeniz Büyücüsü’nde, yarattığı rüzgârlı dünyanın çiğliğini aktarabilmek için Germen kökenli kelimelere ağırlık vermiştir. Diğer kimselere de benzer bir beceriyle yazmaları hususunda yol göstermeye niyetlendiğinde, bizzat kendisi bu görevin üstesinden gelinemez doğasını hesaba katmış olmalı.
“Dille uğraşırken, neyi neden yaptığınızı bilmek bir yazar için çok önemlidir.” – Ursula K. Le Guin
Le Guin’in yaklaşık 20 sene önce “düzyazı yazarlarını” eğitmek üzere başladığı atölye çalışmalarını temel alan ve 1998’deki edisyonun büyük ölçüde güncellenmiş hali olan Dümeni Yaratıcılığa Kırmak, “hikâye denizine yelken açmak için 21. yüzyıl kılavuzu” olarak sunuluyor. Daha giriş kısmının ilk sayfalarında “bu kitap yeni başlayanlar için değil” diyerek iddiasını sınırlandırıyor yazar. Bu ilk uyarıyı geçtikten sonra, metnin mütevazı amacının “düzyazının belli unsurları ile hikâye anlatıcılığının belirli teknikleri ve biçimleri hususunda farkındalığınızı netleştirip pekiştirmek” olduğunu görüyorsunuz. Başka ne önerirse önersin, bilin ki bu kitap size nasıl yazılacağını öğretmeyecek.
Sizi yetersiz şekilde eğitenlerin öğrettiklerini unutmanıza yardımcı olabilir pek tabii. Le Guin, “sahte kuralları” tekrar tekrar sertçe eleştirir. Bunlar cümlelerin “vardır” kalıbıyla bitmemesi gerektiğini söyleyen görüşteki gibi, mesnetsiz ve çoğunlukla açıklanamayan ilkelerdir. Böylesi keyfi ihtarlar, yazmayı öğretmeyi imkânsız gördükleri halde denemek zorunda kalan birileri tarafından yaratılmıştır. Ben de sınıfta öylece dururken, kendimi belirli sistemlerin yerine kısa yollar önerirken bulmuştum. Sahte kurallar, pedagojik başarısızlığı gözler önüne serer, ama en azından size yanlış da olsa bir şeyleri dile getirdiğiniz hissini verirler.
Böylesi uygulanamaz durumlarla karşılaştığında kafa sallayıp geçen Le Guin, kendi kurallarını öne sürmeden önce mantıklı açıklamalar getirme eğiliminde; bu akılcı gerekçeler de nihayetinde daha büyük bir şeyin önünü açıyor. Le Guin’e göre, “Bir yazar için önemli olan şey dille uğraşırken, neyi neden yaptığınızı bilmektir.” Bu “neden” fikrinin daha derin ilkelere hitap ettiğini ortaya koyarak, yazma eylemini daha üstün bir sebebe bağlar. Böylece, örneğin, “Bir yazarın ahlaki görevi, dili düzgün ve dikkatlice kullanmaktır” iddiasında bulunabilir. Burada, başkalarının ne kastettiğimizi anlayacağını umduğumuz işlerin salt doğru oluşundan değil, netliğinden de bahsediyor. Bir noktayı yeterince açık olarak ortaya koyuyor: Size sunduğu kesin sebepleri kabul etmek zorunda değilsiniz, sadece sizin de kendi sebeplerinizin olduğundan emin olun.
Dümeni Yaratıcılığa Kırmak, hikâye anlatmayı diğer tüm değerlerin üstünde tutuyor. Neredeyse bütün düzyazıların ilk prensibi olarak anlatıyı ele alan Le Guin, “okullarda ve üniversitelerde verilen yazma derslerinin” hedeflerinin basitçe “bilgi vermeye ve açıklamaya odaklandığı” fikrine karşılık hikâye anlatımını öne sürüyor. Ona göre, “bir anlatı cümlesinin en önemli vasfı, bir sonraki cümleye geçişi sağlamak, hikâyenin akışını mümkün kılmaktır.”
Le Guin’in ellerinde bu anlatı dürtüsüne yönelik adanmışlık, yazarın seçimleri kadar kritik yargıları da temellendirir. Fiil kipini sıklıkla değiştirmenin anlatının akışını bozacağını ve okuru metnin büyüsünden uzaklaştırdığını dile getirişi gibi, bu adanmışlık kimi zaman yazarın başka prensiplerini de ayrıntılarıyla açıklar. Hikâyenin ilerleyişini mümkün kılma zorunluluğu üzerinde duran yazar, şöyle der: “Siz Fareli Köyün Kavalcısı, cümleleriniz çaldığınız ezgi ve okuyucularınız da bu köyün çocukları (ya da arzu ederseniz, fareleri) oluyor.” Yazara göre, böylesi anlarda yazarın yaptığı her seçim keyfi bir kural değil, hikâyeye hizmet eden bir seçim olmalıdır.
Le Guin’in hikâye üzerine odaklanışı bazı kendine has gözlemleri de beraberinde getirir. Şiir, kendi yapısının zarifliğine hayran olan okurlarının yolda duraksamasıyla baş edebilir yazara göre. Oysa tam aksine, düzyazı (en azından öyküleyici anlatı) kendi temel bileşenlerinden feragat etmeden bu duraksamayı mümkün kılamaz. Bu ayrımı kritik bir kılavuza çeviren Le Guin, diğer yazarların eserlerini de bu görüşe uygun olarak okuyor. “Pek çok insan, Nabokov gibi yazarların ince ince dokunmuş, süslü düz yazılarına hayran” olsa da, Le Guin böylesi bir üslubu “okumayı oldukça güç buluyor, zira metin sürekli hayran olmanız için sizi duraklatıyor.”
Eğer Nabokov, okurlarının böyle duraksamasını istediyse, o halde Le Guin’in eleştirisi benzeri –belki daha derin– bir incelemeyi gerektiriyor. Karşımızda Nabokov’un üslubu eyleme geçiyor, Nabokov’un anlatısı “hayran olmanız için sizi duraklatıyor.” Böyle bir durma eylemi, bu ilerleyiş bulaşıcı; okurlarının da durmasına neden oluyor ve onları akmakta olan hikâyeden uzaklaştırıyor. Bir durgunluğa ilham verdiğinde bile, Le Guin’in olması gerektiğini söylediği şekilde ilerleyip ilerlemediğinden bağımsız olarak, yazının kendisi aktif ve sürekli hareket halinde.
Yazma eylemi ve hikâye anlatımı arasındaki elzem bağı kuramsallaştıran Le Guin, en iyi yazıları canlılık hakkında söyleyecek bir şeyi olan hayati yaratıklar olarak karakterize ediyor. Kitaptaki pek çok yazma alıştırmasına okurların nasıl yaklaşması gerektiğini tartışan yazar, onların “her bir alıştırmayı durgun bir sahne yerine bir eylemin veya faaliyetin, olmakta olan bir şeyin hikâyesi haline getirmeye” çalışmalarını istiyor. Bu meseleyi ve benzeri hususları örneklemek için bu kitabın on bölümünde de Rudyard Kipling, Charles Dickens ve Virginia Woolf gibi isimlerin eserlerinden alınma örnek metinler var. Her şeyin ötesinde, bu alıntılar yazma eyleminin sona ermeyeceğini, her zaman okunmak üzere var olacağını, bu eylemlerin başka metinlerin de meydana gelmesini sağlayacağını ve metnin sonuca götüren hareketlerden ibaret olduğunu hatırlatıyor bize.
Diğer bir deyişle, bu kitap sürekli hareket eden, akan, ilerleyen bir teoriyi, yazma pratiğinin erişebilir bir teorisini sunuyor bize. Buna uygun olarak da kitaptaki bölümler özünde kullanışlı konuları kapsıyor: “Noktalama İşaretleri ve Dilbilgisi”, “Tekrarlar”, “Sıfatlar ve Zarflar”. Her bölümde Le Guin’in vurguladığı gibi, yazma eylemi metne kendi yolunu çizmesi için izin vermeniz gereken bir iştir, metnin nefes almasına ve büyümesine izin vermelisiniz. Bunu özellikle de noktalama işaretleriyle ilgili kısımda açıkça belirtir; yazara göre noktalar, virgüller, noktalı virgüller ve onların akrabaları bir yazar için bir işçinin alet edevatından farksızdır. Gözlemlerine göre, “bunları bilmeyen bir yazar, çekiçle tornavidayı birbirinden ayıramayan bir marangozdan farksızdır.”
Bu derslere eşlik eden alıştırmalar da çok net, açık sözlü ve kullanışlı. Çoğunda okurlardan yazdıkları metni çeşitli şekillerde kısıtlamaları isteniyor: “Yedi veya daha az kelimeden oluşan cümlelerden ibaret bir paragraf yazın.” Bir başkası da şunu istiyor: “Tek bir cümleden ibaret, yarım sayfa ile bir sayfa arası bir metin yazın.” Yönergeler basit, ama yazar bunları nasıl tamamlayacağınıza ilişkin en az bilgiyi sunuyor size; esas odaklandığı nokta bitmiş metinleri nasıl okuyacağınız ve üzerine nasıl düşüneceğiniz. Gemiyle denize açılmakla ilgili kurduğu metaforlara rağmen, yazar okurlarından tekrar tekrar yüzmelerini istiyor, sağa sola yalpalayacak olsalar da kendilerini su üstünde tutacaklarını biliyor. Ona göre öğretilemeyen şey, aslında işi dolandırmadan yapılması gereken şeydir.
Tabii yine de öğretme meselesi hâlâ önemli, çünkü Le Guin’in anlattığı hikâyenin merkezinde. (Nihayetinde, öyküleyici anlatı önce hikâye anlatımına hizmet eder.) Bu kitap, yazma eylemine dair şimdiye değin yayımlanmış en nevi şahsına münhasır, en kişisel, ama her daim en cana yakın olamayan kitap. Tek bir ses her yerde yankılanıyor: Daimi bir duygusuzluk ve gerçekçilik içinde, “yazma eylemini kendini ifade etmenin bir yolu olarak, bir terapi biçimi olarak veya ruhsal bir yolculuk olarak” tartışmayı reddediyor. Bölümlerin bazıları kısa ve özken, bazıları geniş kapsamlı; kimi yer nazikken kimi yer hırçın. Bazı bölümlerde birden fazla alıştırma ve örnek var. Bazı bölümlerde hâkim olan ise “fikir yazısı” dediği konuşma dilinde anlatılan kısa yazılar ve sert eleştiriler. Sonunda, son derece hakiki bir eğitmenle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz; bazen fazlaca hazırlanmış bazen ise kafası dağınık olan, ama her daim çok, çok zeki biri var karşınızda.
Son bölümde Le Guin şunu bir kez daha tasdik ediyor: “Hikâye, hareket eden bir şey, gerçekleşen bir durum, değişen biri ya da bir şeydir.” Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitabında da bir şeyler sürekli hareket ediyor, bir şeyler oluyor, birileri değişiyor. Bu kitap da, kendi kavramlarını kanıtlarcasına, görevin imkânsızlığına rağmen başarıya ulaşan bir hikâye!
Not: Bu yazı ilk kez slate.com‘da yayımlanmıştır.
edebiyathaber.net (7 Nisan 2017)