Küçük yaşlardayken yaz tatili için ziyaretine gittiğimiz zamanlarda ninem, sabahları uyanın değil de yekinin derdi. Bu ifadenin halk bilgeliğinin haddeden geçmiş halini ifade ettiğini bilmezdim o zamanlar.
Sabaha mekanik bir sesle uyanmak, o sesi genellikle birkaç erteleyerek tekrar tekrar duymak… Korsan bandına gerek duymadan tek gözle sağa sola, kurulmuş oyuncaklar gibi hep tekdüze adımlarla gitmek…Güne başlamanın güzelliğini paylaşamadığın bir kahvaltı masası ve selâm dahi verilmeyen kalabalıklara karışmak… Böyle bir sabahı yaşayan onca insan var ki, böylesi sıradanlıkla yaşadığımız zamanları hayatımızdan çıkardığımızda ömrümüz yarılanır belki de. Ufuk, her gün ayrı bir şarkıyla biricik bestesini terennüm eden horoz sesleriyle uyanıyor. Ufuk ve ailesi, kazı ekibiyle giderken yolda gördükleri kurda kuşa selâm verip, çalışacakları Karain Mağarası’nın etrafındaki eşsiz doğanın nimetlerini ciğerlerinin taaa içine çekiyorlar. Gün onları uyandırmıyor da onlar günü yekindiriyor. Başarılı bir metin, yanlışı söylemeden işaret edendir. Demet Ekmekçioğlu kitabın ilk paragrafında işine mutlulukla giden karakterlerle, çocuğu hayatta ilk on bire almak için nazlanan antrenörlerden farklı bir şekilde davranıp yedek oyuncu olarak kulübede bekletmeyen bir ebeveyn portresi çizerek okuru kitabın olumlayan dünyasına almayı başarıyor.
Michel de Montaigne 1535’te iki yaşındayken Fransızca bilmeyen Horstanus adlı bir Alman eğitmenine veriliyor. Bu eğitmen Michel’in babasının İtalya’da gördüğü yeni bir metotla çocuğu hep Latince konuşturarak yetiştiriyor.1571’de Montaigne çiftliğine çekiliyor ve kütüphanesine şu Latince kitabeyi yazıyor: ”1571 senesi Michel de Montaigne 38 yaşında doğum yıldönümünden bir gün önce meclisteki kulluğundan ve memuriyetinden bıkmış fakat sapasağlam olarak kitapları arasına dönüyor ve geri kalan günlerini orada sükûn içinde geçirmeye karar veriyor.” Bireyler ebeveyn kontrolünde oldukları yaşlarda her ne kadar edilgen görünseler de kendilerine kimliklerini bulacakları alanlar yaratabilirler, seçimleriyle ailelerinin sundukları yaşam tarzından faydalanmayı becerebilirler. Montaigne eğitmeni vasıtasıyla öğrendiği Latince sayesinde şiir zevkini oluşturuyor, tercihleri sebebiyle 1572’de ünlü eseri Denemeler’i yazmaya başlıyor. Ufuk ise yaz tatilini arkeolog olan ailesiyle kazı alanına yakın bir yerde sürdürmek zorunda olduğundan, arkeolojinin büyüleyici dünyasıyla tanışıp bu dünya ile ilgili bir oyun tasarlamayı tercih etmesi sonucunda keşiflerle dolu bir yaratıcılık sürecini deneyimliyor. Yaşadığı olağandışı tatil ise organizasyonla dahi yaşanamayacak kadar eşsiz.
Resim günlüğü tutan Ufuk ile kurduğu ilişkide Prof. Taşdelen’in çocuğu birey olarak kabul edip merak ettiklerini ötelemeden anlatması ve birlikte arkeoloji ile ilgili çalışmalar yapmaları metni okur açısından olay içinde yaşatacak bir hale getirmiş. “Gizemli Tarih Oyunu 1.0: Karain’de Taş Çağı“nı okuyan pek çok çocuk Ufuk gibi merak uyandırıcı çalışmalar yapma isteği duyacaktır.
Kitapta arkelojiiyle ilgili bazı terimler koyu harflerle yazılmış ve kitabın sonuna mini bir sözlük eklenerek bu terimlerin açıklamaları yapılmış. Bu sayede metnin okunması daha kolay ve verimli hale gelmiş.
Tarih öncesi çağlara, arkeolojiye ait bilgilerin öğreticilik amacı güdülmeden metnin akışına ustalıkla dâhil edilmesi yazarın uzun yıllar yayıncılık sektöründe edindiği tecrübelerinin yansıması olarak görülebilir.
Kitabın adının vadettiği gizemi oluşturduğunu, merak unsurunun kitabın sonuna dek diri tutulduğunu ve bir sonraki kitabı müjdeleyen sonu ile okuru yeni maceralara davet ettiğini kitabı okuyunca görebilirsiniz. Dizinin ikinci kitabı “Gizemli Tarih Oyunu 2.0: Göbeklitepe’nin Kayıp Heykeli” okuyucuyla yeni buluştu.
Ayşe Yazar – edebiyathaber.net (13 Kasım 2020)