Sheila Rowbotham, “Yeni Bir Çağ Hayali: 21. Yüzyılı Yaratan Kadınlar” isimli kitabında Amerika ve İngiltere’de, on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında yaşanan, sosyal ve toplumsal dönüşüm sürecinde kadınların eşitlik ve özgürlük talepleri ve mücadelelerine odaklanıyor.
Toplumsal cinsiyet rollerini eleştiren, kamusal ve özel alan arasındaki ayrımı sorgulayan, kendi deneyimlerinin önemini kavrayarak erkek egemen düzeni ters yüz etmeye çalışan kadınlar feminist mücadeleyi şekillendiriyor. Rowbotham dönemin cesur kadınlarını şöyle tarif ediyor: “Gündelik yaşam ve kültürün yanı sıra kendi yazgılarını da değiştirmeye çabalayan kadınlar, hem hayalci hem de maceracıydılar, çünkü en kabataslak haritalardan yararlanarak keşfe çıktılar ve bilinmeyene doğru yola çıkarak, kişisel ilişkilerde ve toplumda öngörülen davranışları cesurca sorguladılar” (s. 11).
“Kişisel olan politiktir” anlayışının kurucusu olan kadın hareketinin özneleri, cinsellikten tutun da ev içi emeğe kadar her türlü konuyu tartışmaya açıyor ve bunlara yeni yaklaşımlar getiriyorlardı. Burada yaklaşımların ve çözüm önerilerinin farklılığından bahsetmek mümkün. Rowbotham şöyle diyor: “… Başkaldırıları farklı kaynaklardan çıkıyordu: … Görüş ya da niyet konusunda da birleşmiyorlardı. Kimileri var olan kültürü değiştirmek, kimileri de dünyayı dönüştürmek istiyordu; kimileri düzenlemeyi ve düzeltmeyi, kimileri de kurtarmayı ve özgürleştirmeyi diliyordu” (s. 12). Bu durumun yeni bakış açılarına, çözüm önerilerine ve kadın hareketine dair yeni tartışmalar yol açtığı söylenebilir.
Politik birer özne olarak talepleri olan kadınların mücadeleleri kitapta on farklı bölümde ele alınıyor. Kitap bu açıdan tartışılan konular bakımından zengin bir içeriğe sahip. Feminist mücadele içinde yer alan farklı kadınların söylemlerine, görüşlerine ve sorgulamalarına aşina olmak mümkün.
Kitabın ikinci bölümü olan “Nasıl Olmalı”, varoluşçu bir perspektifle kadınların nasıl kendi yaşamlarının öznesi olmaya çabaladıkları, Rowbotham’ın deyimiyle “deneysel” bir yaşam sürdürdükleri, dönemin romanlarının “özgür” kadın hayalini nasıl tasavvur ettikleri üzerine odaklanıyor. Kadınlar yerleşik ahlak kurallarını sorgulamaya başlıyorlar ve görüyorlar ki onları denetim altında tutan ve sınırlayan bu geleneksel kurallar bütünü. Kıyafet konusundaki kısıtlamalar da bunlardan biri. “Cinsiyeti asla unutmamamız” (s. 58) için var olan giysiler kadınların kent içindeki hareket ve yaşam alanını kısıtlıyordu. Kadınlar bu ayrıma karşı çıkıp “giysileri cinsiyetten arındırdılar” (s. 59). Aşkta ve arkadaşlık ilişkilerinde kişisel özgürlüğe önem veren kadınlar vardı. Emma Goldman bunlardan biriydi. Kamusal yaşamda görünür olmak ile kişisel yaşamlarında özgür olmak, birbirini tamamlayan talepler olarak öne çıkıyordu.
“Cinsellik Sorunu” bölümünde Rowbotham “özgür aşkı” savunan kadınlara değiniyor. Günümüzde bile cinselliğin özgürce tartışılamadığı ve yaşanamadığı düşünülürse dönemin feministlerinin çabaları yadsınacak gibi değil. Cinsel birleşmenin üremeden ibaret olmadığı, kadınların da cinsellikten zevk aldığı ve cinsel arzuları olduğu gibi radikal düşünceler kadının cinsel özgürlüğünü kısıtlayan normları dönüştürmeyi amaçlıyordu.
“Her Genç Kızın Bilmesi Gerekenler” bölümü doğum kontrolü üzerine yoğunlaşıyor. Bu noktada kadınların temel düşüncesi üreme konusunda kendi kararlarını verebilmeleri. Kadının kendi bedeni üzerinde yalnızca kendisinin söz hakkı olduğuna bir vurgu yapılıyor ve dönemim kadın hareketi içindeki tartışmalar bu eksende yapılıyor. Margaret Sanger kadın özgürlüğü ile doğum kontrolü arasında bir bağ olduğunu savunuyor ve şöyle diyor: “Kadın ne kadar az çocuk için yemek pişirir, çamaşır yıkar ve çalışıp çabalarsa; okumak, düşünmek ve gelişmek için o kadar çok boş zamanı kalır. Özgürlük için boş zamana gerek vardır ve ilk özgürlük kendi bedeni üzerindeki hakkı, evlilikte ve evlilik dışında bedeniyle ne yapacağını söyleme hakkı olmalıdır” (s. 117). Yakın zamanda Türkiye’de kürtaj hakkında yasa koyucuların takındığı tutum ile “çok çocuk” politikalarını göz önünde bulundurursak feminist anneannelerimizin yirminci yüzyılda yapmış olduğu tartışmalar hâlâ önemini ve güncelliğini koruyor. Öyleyse Rosa Graul gibi sormak gerekiyor: “Ne zaman, ah, büyük insan kitleleri ne zaman, ZORLA ANNE OLMANIN… insana acı veren aşağılanmanın baş nedeni olduğunu öğrenip anlayacak” (s. 107).
Annelik feminist mücadele içinde çokça tartışılan bir konu… “Kadın İstihdamı ve Doğum Paketi” dolayısıyla Türkiye’de bu konu şu günlerde daha da çok tartışılıyor. Kadınlara yönelik esnek çalışma hakkının tanınacak olması “çocuk bakımından kim sorumlu?” ve “çocuk, yalnızca annenin midir yoksa toplumun mu?” gibi soruları akla getiriyor. Rowbotham, “Annelik” bölümünde bu sorulara yanıt arayan kadınlardan bahsediyor. Paylaşımcı ebeveynlik kavramı Dora Russell tarafından ortaya atılıyor. Çocuk bakımının hem annenin hem de babanın eşit sorumluluğunda olduğunu söylüyor.
Kitabın diğer bölümlerinde, kadının ev içi emeğinin görünmez olması, ev içi işbölümünün cinsiyetçi yapısının ortadan kaldırılması gerektiği, kadının görünmez emeğinin kapitalist sistemin devamlılığını sağladığı, ev içi emeği ücretlendirilmesinin iyi olup olmayacağı gibi konularla; kadınların eşit işe eşit ücret talepleri, kadın işçilerin örgütlenmesi, iş ve sendikal yaşamda eşitlik ile ilgili konular ele alınıyor.
İngiltere ve Amerika’daki feminist mücadelenin öznesi olan kadınların politikalar ve çözüm önerileri konusunda anlaşmazlığa ve ayrılıklara düştüğünü belirten Rowbotham, bu durumun özünde bir sorun yaratmadığı görüşünde. Hak ve özgürlükleri için mücadele eden, kamusal ve özel alan ayrımını sarsmaya çalışan, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan kadınların bir şeyleri değiştirmeye başladığını ve bir noktada hemfikir olduklarını söylüyor: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” (s. 274).
Rowbotham’ın kitabı feminist mücadelenin tarihine ve dönemin kadınlarının çabalarına ışık tutuyor. Kitabın her bölümü çok değerli tartışmalar içeriyor. Dahası bu tartışmalar güncelliğini koruyor. Günümüz feminist hareketi anlamak için geçmişi anlamak önemli. Hayalci ve maceracı, en önemlisi mücadeleci bu kadınlar kendi kişisel tarihimiz için de birer ilham kaynağı. Her zaman başka olasılıklar ve varoluş biçimleri olduğunu vurguluyor kitabın her bir cümlesi. Kitabın en güzel yanı da bu.
Mine Egbatan – edebiyathaber.net (28 Ekim 2013)