“Amerika’nın taşeronları” demek daha doğru. Bu işgal provasının görünen ve gizli aktörlerini düşününce, böyle nitelemek kaçınılmaz.
Yola düşerken gene “Emperyalizmin Ölümcül Silahı Demokrasi Yalanı”nı (William Blum) okumaya koyuldum.
Her satırın yansıttığı gerçeklik ürpertici!
Bugün yapılmak istenen nedir?
Yalnızca hükümeti alaşağı etmek mi?
Elbette ki daha ötesi. Türkiye’yi Ortadoğu’nun yeni haritasını biçimlendirmede hizaya sokmak. Bunu yapabilecek daha “kukla” bir yönetimi başa getirmek. Çünkü, ABD taşeron usulüyle çalışır.
Okurken düşünmek
“Vatansever yanılgı”mı diyeceğiz siyasi iktidarın bu “aldanmışız” ya da “bana ahmak diyebilirsiniz” nidalarına?
“İyi savaş” var mıdır? Yurdunu savunmak diyebiliriz. Eğer bir işgal varsa, bu kaçınılmaz.
Marshall Planı’nı bilmeden olup bitenleri anlamak güç.
Amerika’nın kendini sevimli kılmak için maskelediği bir adım. Bunun Türkiye’ye yansımaları ve uygulamaları iyice irdelenmeli.
“Soğuk Savaş” sonrası ABD’nin yeni bir kuşatma hareketinin önemli projesidir bu plan.
William Blum, bu planın amaçlarını şöyle sıralar:
“1. Savaş sonrası güçlenen sosyalist eğilimlere karşı kapitalist öğretiyi yaymak.
2. ABD şirketlerine müşteri sağlamak amacıyla piyasa oluşturmak. Ki, Avrupa ekonomisinin yeniden yapılanmasına yardım için başlıca nedenlerinden biri buydu; örneğin ABD’nin tütünle ilgili çıkarları gözetilerek (21. Yüzyıl fiyatları ile) bir milyar dolar kazanıldı.
3. Ortak Pazar (ilerideki Avrupa Birliği) ve olası Sovyet tehdidine karşı Batı Avrupa’nın savunmasını sağlayacak NATO’nun oluşturulma çabası.
4. Batı Avrupa’daki tüm sol hareketleri bastırmak, özellikle Fransız ve İtalyan komünist partilerinin yasal, şiddet içermeyen, seçim öneren çabalarını baltalamak. Marshall Planı kaynakları gizlice bu amaçla kullanılıyor, ülkelere verilmiş yardım sözü ya da yardım kesilmesi tehdidi Demokles’in kılıcı gibi üzerlerinde sallanıyordu. Aslında Fransa ve İtalya komünistlerin etkisiz kılınmasıyla ilgili planları kabullenseydi yardımdan yoksun bırakılacakları kesindi.”
CIA, bütün faaliyetlerini başka şeylerin (kurum/kişi/dernek/parti…) ardına gizler.
Marshall Yardımı ve sonrasındaki faaliyetlerde bunları görmek olası. Hatta şirketler ve kurumlar da var bunları içinde, bence.
1950’lerden bugüne yayın dünyamızda bu dalgadan desteklenenlerin bir envanteri çıkarılsa eminim ki çoğumuzun dudağı uçuklar.
Aklıma gelen sorular
Bildiklerimizi yazmanın zamanı değil, biliyorum. Gene de aklımıza gelen soruları sormalıyız böylesi zamanlarda.
Bu bir “isyan” olabilir mi?
Elbette ki hayır!
Bir taşeronluk işi. Ama ordu eylem ayağıydı bunun. Bir de hazırlayıcı yan unsurları vardı.
Elbette ki eğitim başta geliyor. Yargı, iş dünyası…Medya ve yayın ayağı…
Şu birkaç gündür yazılıp edilenlere bakınca, gözaltılarda medyadan bazı adlar anılır oldu. Gazete ilanlarında gözümüze ilişense, bir aklanma telaşı; “şimdi biz oralarda değiliz” deme durumu.
Bir “suç” telaşesi midir, bilemem! Bildiğim bir şey var ki; cemaatin ve ABD’nin (CIA aracılığıyla) yayın dünyasında pek çok yayınevinin kurulması, finansında dolaylı etkin olduğudur. Asıl bunların ortaya çıkarılması gerekir.
Kim hangi sermayeyle neyi kurdu, ne tür yayınlar yaptı, kimleri bir araya getirdi… Çıkardıkları yayınların içerikleri nelerdir… Az çok yayın dünyasında bunlar bilinir, ama dile getirilemez.
Bunun bir ayağı Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndadır. Ama hem merkez, hem de taşra teşkilatlarında kıpırtı yok bakıyorum. O “abiler”/ “ablalar” bir anda yeraltına çekildiler.
Doğruya doğru…
Nurşen Mazıcı’nın söylediklerini anlıyordum:
“Bu darbe kime yarayacaksa o/nlar yaptı,” diyordu. Bu çok diyalektik bir şey. Bunu şu yere/kişiye çekmeye gerek yoktu.
Elbette ki ABD bu işin içinde. Bunu bilmeyenlerin hezeyanını da hiç anlamış değilim!
Darbenin yansıları
Okurken, izlerken, dinlerken şaşkınlığımız artıyor.
YAŞ kararları komplo teorilerini doğrular nitelikte sanki!
“Durum vahim,” demek geliyor insanın içinden!
Okumayıp uzaklaşmalı mı tüm bunlardan? Bir akıl tutulması yaşadığımız kesin. Çaresiz, William Blum’u okuyacağım.
Yeni güne taşınmak
Kuşku yok ki sözdeyim. Ayrılmadığım tek şey.
Avutucu olmanın ötesinde öğretici ve düşündürücü. İnsanı kendi içinden çıkarır söz. Ötelere taşır; gösterirken görür, alılarken anlamlar devşirir. Yazar, sözündür; yazan da söze bağlıdır.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (2 Ağustos 2016)