Yazarın durduğu yer ile yürüdüğü yer, gerçeğe yakınlık muhtevasını belirler. Ki durmak metni gerçeğin içine daha derinden geçirir, kendini gösterir, anlamını hıçkırtır. Yazarın tarihsel üçgen sınırlarında gösterdiği olaylara okur tribününün yabancılaşması yapıtı gizemli hale getirir. Bunu okuyucu açısından ele alacak olursak, çünkü okuyucunun yazarın gösterdiği tarihi olaylardan haberdar olmaması esere karşı hem bir gizem hem de bir yabancılaşma serüveni yaratır. Yazarın ideolojik hamle göstermesi, ister istemez karşı ideolojide bir mesafe yaratmaya yöneltecektir. Gelişmeye dayalı (düzenleşen olaylar ve bakışlar) deneyim olanağı yayıklığıyla, ‘iletişim’ çağının iletimsiz barbarlığında dışa sinen, içte kabul görmeyen kodların, birey ve toplum çelişkisinde kendini tutundurması zor olduğundan, yazarın meramını anlatmaya çalışması da o derece güçlüğe erişiyor.
Yavuz Ekinci, Günün Birinde romanında merkezde masalı hikâyeyle yürüterek çağımızın yaşanmışlığında fır dönen felaketleri önümüze serpiştiriyor. Romanı Ortadoğu kritiğinde ve Kürdistan sorunsalında görecek olsak da, yine de bütünsel pencerede Kürdistan sarmaşığında yetişmişliğe varmalıyız. Felaket bekleyişinde tarumar sıralanmış hikâyeler, karakterler arasında gide gele sağaltılmıştır. Mitolojik baskınlığın hikâyeye itici güç oluşturduğu Amar Dağı’ndaki korku pençesi, Cevizler Vadisi’ndeki Sara ile Amar’ın ‘büyülügerçeklik’le kalıplara dökülen aşkı at gürbüzlüğüyle teşne ediliyor. Felaket olduktan sonra da felaketin bekleyişi sürüyor; felaket sonrası bekleyiş okuyucuya sonsuz devamlılık bırakıyor. Metin masalsı olarak lanse edilse de, tam anlamıyla masalsı değildir. Masal eserde yalpalıdır, asıl olan gerçeğin oturuşudur, istikamet yaratmasıdır. Kitapta masal serpiştirilerek değil, ayrı hikâyeler biçimlendirilerek anlatılmıştır; iç içe bir geçiş yok, gerçeklikle kaplanmış masal bitişiyle birlikte gerçeklikle kendini yine hemen metne atar. Kurgudan da bunu çıkarabiliriz; kitap açılışı gerçeklikle yapar ve gerçeklikle kapatır.
Kitabın girişindeki “Amar Dağı’ndan bir adam koşarak köye geldi.” cümlesi dağ, kaçış, haber, bekleyiş duygularını; terleyen, heyecan içinde kalan, nefes nefese kalan bir adamı gözlerimizin önüne getiren, gölgeli, doğurgan ve çoğul bir anlatımdır. Yavuz Ekinci, hikâye anlatımının yanında, hikâyeye maruz kalmanın olanaklarını da eserde bir üstyorum pergeli çizgisinde bizi gezdirir. Doğaya, eşyaya, insana, hayvana, zihne toplu kıyımın anlatıldığı romanda uzun soluklu bir karanlığın içinde hayallerin kaçışlara zimmetlendiği, kaçışların kapalılığa doluştuğu olaylar dizini burkulma çitiyle anlatılıyor. Günün Birinde hikâyeye uğramışlığı olanlar, bunu etinin ve tırnaklarının kirinde yeniden yaşayabilir; uğramamışlara da bir sorgulama nöbeti verdirir. Nitekim anlatılarda bu ağırlık her okuyucunun aklının ve gövdesinin bakracına düşüp ses çıkaracaktır. İnsana ağır bir itham da bu cümlelerle kıvrılır çağın omuzlarına: “Karanlık… Her şeyden önce karanlık vardı. Eskiden karanlık bugünkü gibi insanın kalbinde, ruhunda, yüzünde ve sesinde değildi. Karanlık evvel zaman önce gecede, kuytu yerlerde, mağaraların derinliklerinde, ceviz ağacının gölgesinde, vadinin ıssızlığında saklanırdır.”
Yavuz Ekinci, Cemşid karakteriyle geçmişteki felaketleri anlatırken, ağaç metaforuyla da günümüze politik bir ayraç esnetir zihnimizde. Felaketin ve barbarlığın nefes kesici çaresizliği altında kalan Cemşid’in evdeki eşyaları, sarıp, torbalara doluşturup ağacın tepesine çıkarmasıyla bizi bir hatırlatmanın eşiğine ittiriyor.
Felaketin ardında çırpınan taşlar, yanmış yılanlar, kaplumbağalar, yuvası dağılmış kuşlar, kertenkeleler, karıncalar, ağaçkakanlar, islenmiş kuş yumurtaları, sincaplar; kırılmış, kül olmuş ağaçlar, yıkılmış evler, insan bedenleri sadece insan değil, doğa soykırımını da açıkça gösteriyor okuyucuya.
Orhan Pamuk-Yavuz Ekinci
Yavuz Ekinci’yi eserleri bağlamında görece bir kalıpta karşılaştıracağımız yer Orhan Pamuk örneğidir. Orhan Pamuk eserlerinin temelinde kitleleri hem ayıran hem de eser bütüncülüğüyle bir arada tutan Batı Modernizmi ve Doğu Mistisizmi formülünde masaya yatırabiliriz. Tartışma yaratan bu durumlar bize yazarın işlevsel kanıtlarını da göz önüne getirmemizi sağlar. Özellikle Pamuk için sıkça dile getirilen Oryantalizm tanımı çerçevesinde, sırtını ‘Doğu’ya dayayıp ‘Batı’yı elinde tutabilme özelliği kötü bir raya oturtulsa da Pamuk’un yazarlık merdivenlerindeki tırmanışının kıymetini arzını ortadan kaldıramayacaktır. Yavuz Ekinci de bu bağlamda ‘Mitoloji’ ve ‘Kürdistan’ yerelliğini kullanarak eserlerini ortaya çıkarıyor. Fakat burada ayrı bir tabela göstermek lazım, Ekinci’nin hem öykü kitaplarında hem de romanlarında bu her daim göz önündedir. Ekinci’nin Pamuk’u işaret ettiğimiz yerde, sırtını Kürdistan yerelliğine dayayıp Türkiyelilere anlatma özentisi tartışması da yaratmıştır, -bir metne dökülmese de, konuşulmuştur- yaratacaktır da. Yavuz Ekinci’yi yazarlık dışında bir insan olarak tanıdığım için bu sırtını dayama mevzusundan uzaktır diyebilirim; çünkü yazar burada kendine dert ettiği durumları eserde gövdeleştirmeye çalışıyor. Günün Birinde romanında Ekinci’nin diğer romanlarında daha derli toplu bir eser inşasına giriştiği görülüyor. Diğer romanlarında nadasaya bırakma işlemini yapması gerekliliğini bu romanda açıkça göstermiştir.
Yer Demir Gök Bakır ve Günün Birinde bekleyişler
Yaşar Kemal’in Dağın Öte Yüzü üçlemesinin Yer Demir Gök Bakır kitabındaki ‘bekleyiş’ ile Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanı arasındaki ‘bekleyiş’in tezahüründe birleşen ve ayrışan birçok yön vardır. Yer Demir Gök Bakır romanında karakterlerin yine başına gelecek felaketlerde çaresizliklerini ve korkularını birer ‘mit’ yaratarak, onlara sığınıp tutunacak dal arayışı sürekli yer edinir. Doğanın tahakkümü seremonisinde kurtuluşunu ‘mit’lerde arayan köylülerin korku kayışını ‘iç monolog’lara sarar, karakterler arası zihinsel odaklanmanın yanında tanrısal bir anlatıcı roman boyunca izini belli ettirir; çünkü tanrısal anlatıcı yorumlama olanağını da sürekli beraberinde gezdirir. Yaşar Kemal, tarihselliği iyimserliğe dövdürür.
Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanında ise, ‘masalsı’ bekleyişler merkezde bilinçli bir tercihle tutulmuş, parça bütün ilişkisinde anlatma yoluna gidilmiştir. Romanın giriş bölümünde doğa ve canlılar yarılarak, karakterler hakkında küçük bir panoda gösteri başlatılıyor; gerçeğin sırtı burada okuyucuya hissettirilirken aniden ‘masalsı’ hikâyelerin içine geçiş yapılıyor. Ekinci’yi Yaşar Kemal’deki ‘mit’ yaratıp onlara sığınan karakterler çapraşıklığında gözeteceksek, Günün Birinde böyle bir durum yok, çünkü beklenen felaketin nereden geldiği, kimden geldiği, neler olacağı bellidir; Yer Demir Gök Bakır’da beklenen felaket gelmediği gibi insanların bekleyişinde derin felaketler yaratmıştır (Ağa karakteri Yaşar Kemal’de bir gizlilik dikişi attırır). Ekinci’nin romanında felaket ve barbar kavramı direkt Kürdistan’daki devlet tahakkümünü ve mekanizmalarını işaret ediyor. Ekinci’nin karakterleri felaketin bekleyişinde ‘Allah’a ya da duaya sığınır. Ekinci, iyimserliğe değil, tarihin kötülüğüne vurgu yapar.
Son niyetine
Yavuz Ekinci, Günün Birinde romanında, diğer romanlarındaki eksiklik ve fazlalıkları aza indirgeyerek, imgesel vuruşlarıyla, politik gürültüsüzlüğüyle, bilinç tabutuyla nakşetmeyi renklendirdiği hikâyeler anlatmış bizlere.
Yayınevlerine ısrarla ve bin ricayla
Yayınevlerinin son dönemlerde yayınladığı kitapların çoğundaki özensizlik, noktalama ve yazım yanlışları aşırı derecede göze çarpıyor. Çok eski baskıları baktığımızda ve o dönemdeki zor şartlara hatırladığımızda hatalar daha az iken, günümüzde olanaklar fazlasıyla sunulurken hatalar da artış gösteriyor. Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanı 7. kitabı olmasına rağmen, kitapta en az 15-20 hata var; evet hepimiz insanız, hata yapabiliriz, gözümüzden kaçırabiliriz, yine de bu kadar göze batan hatalar yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ahkam kestiysem affola…
Mustafa Orman – edebiyathaber.net (15 Nisan 2016)