İnsanın kendisiyle ilgili daha önce hiç bilmediği gerçekle yüzleşmesi, etrafındaki herkesten farklı olduğunu öğrenmesi nasıl bir şeydir diye merak ediyorsanız Patricia Forde’un yazdığı ve Elif Nihan Akbaş’ın çevirdiği Yeryüzü’ne Düşen Kız bambaşka gezegende yaşayan canlılar üzerinden bunu anlatıyor. Patricia Forde, Türk okurlar için yeni, yabancı bir isim değil, daha önce Türkçeye çevrilen Liste ve Son Kelime kitapları çok okundu, çok ilgi gördü. Bu yüzden Yeryüzü’ne Düşen Kız’ı da merak ettim ve kitabın beklentimi boşa çıkarmadığını peşin peşin söylemeliyim.
Aria, Terros adlı gezegende yaşayan genç bir kızken bir gün derste DNA’sının gezegende yaşayanlarla aynı olmadığını, kendisinin farklı ve hatta Gölge Gezegen’den geldiğini öğreniyor. Bunun ne olduğunun anlaşılması için Terros’tan bahsetmek gerekiyor biraz. Terros, bana göre her şeyin steril olduğu bir gezegen, olumsuz bir sterillik bu, farklı insanlara yer yok. Terrros’ta sadece orada doğanlar yaşayabiliyor, çünkü diğer gezegenlerden biri gelirse kendi gezegenlerindeki hastalıkları, sorunları ve belki düşük bağışıklığı da getirirler. Terroslular o kadar sağlıklılar ki, her şey o kadar düzenli kontrol ediliyor ki, ancak bir kaza olursa ölüyorlar. Böylesine sıkı denetlenen bir yerde Aria’nın bugüne kadar yaşaması ayrı bir soru işaretiyken Aria için konu sadece bundan ibaret değil. Bildiği tüm gerçekler, aidiyet duygusu sarsılmış biri artık, tabii anne babasına karşı güveni de sarsılmış durumda.
“Terros sadece Terroslular içindi ve başka kimseye yer yoktu. Burada doğmayan hiç kimse Terros’a alınmazdı. Bağışıklık sistemimizi böyle koruyorduk. Biz Terroslular bir kaza olmadıkça ölmezdik. Başka gezegenlerden bizim kadar güçlü olmayan türlerin gelip de her türlü hastalığı da beraberlerinde getirmelerine izin vererek tüm bunları riske atamazdık. Gezegenimizdeki değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek kurallardan biriydi bu. Biz evrene dağılırdık ama diğerleri bize gelmezdi.”
Aria, bir anda herkesten saklamak zorunda olduğu bir sırla baş başa kalır. En yakın arkadaşı Rio’ya, annesine babasına bile soramadan olaylar gelişir. Aria, tüm bunları yaşarken bir yandan da Terros’ta her sene düzenlenen bir yetişkinle diğer gezegenlere gitme etkinliğinde babasıyla Gölge Gezegen’e gitmek zorundadır. İşleri daha da karmaşıklaştıran şey ise Aria ve babası Gölge Gezegen’deki insan varlığını yok etmek için bir virüs yaymaya gidiyorlardır. Bu gizli ve zalim görevde Aria’nın gerçekte ne olduğu ve nasıl etkileneceğini kimse bilmiyordur.
“Ayaklarımın altındaki zemin çökmüş de ben dünyaya derin, karanlık bir delikten bakıyormuşum gibi hissediyordum.”
Gölge Gezegen’in maalesef ki neresi olduğunu çok çabuk anlıyoruz. Sera etkisiyle, tüm kaynakları hunharca, düşüncesizce kullanmamızla, dünyaya verdiğimiz zararın artık kritik eşiği geçmesiyle… Gölge Gezegen bizi anlatıyor, orada yok edilmesi hedeflenen biziz ve aslında Aria da. Yeryüzü’ne Düşen Kız, bu yönüyle bir uyandırma kitabı, biz kendi evine zarar veren canlılarız. Peki ya diğer gezegenden gelmek üzere olan Aria ve babası, ya onların yaymak üzere olduğu o virüs… Kurgusal dünyanın yazara tanıdığı oyun alanı çok hoşuma gitti, ancak özellikle Covid gibi ölümcül bir virüsün etkilerini atlattıktan sonraki dönemde okumak yazarın bundan ilham alıp almadığını düşündürttü.
Okur olarak beni heyecanlandıran detaylardan biri de aslında sadece bir laboratuvar olmamızdı, binlerce yıldır dünyada var olduğumuzu düşünürken gerçekten bizi izleyen birileri varsa ve bizi denek olarak kullanıyorlarsa diye düşünmeden edemedim, bunu hem gülümseyerek hem de ürkerek hayal ettim. Bilim-kurgunun yazarlara sağladığı alan gibi okurlara da sağladığı bir alan var, hayal ürünü olan pek çok şey insana gerçeğe çok yakın da geliyor.
Aria’nın yaşadığı içsel çatışmalar, ikilemler devam ederken, babası görevini yerine getiriyor ama hiç planlanmayan sonuçlarla karşılaşıyorlar. Virüsün bir zehir olarak bulunması, birinin böyle bir virüsü yayma çabasının öğrenilmesiyle Aria ve babasının görevi başarısız olsa gibi gözükse de Aria’nın da vücudu virüse maruz kalıyor ve işler hiç planlandığı gibi gelişmiyor. Babası sorunları çözmek için geri dönerken Aria Gölge Gezegen’de kalıyor. Bundan sonra kurgu çok daha heyecanlı bir yere evriliyor, Aria yabancısı olduğu gezegende sorunların çözülmesini beklerken bir anda kendini tehlikenin ortasında buluyor.
“Çok ama çok yüksek bir yerden düşmüş ve kendimi burada, bu yabancı gezegende bulmuştum; üstelik geldiğim yere dönmemin bir yolu da yoktu. Yeryüzü’ne düşen kızdım ben.”
Hem dünyadaki adaletsizlikten dem vurup hem de dünyaya daha fazla adaletsizlik yaymak gibi ikilemler daha çok okura bırakılmış. Patricia Forde’un yazdığı Yeryüzü’ne Düşen Kız, hiç lafı dolandırmadan, okuru olaylar arasında sallantıda bırakmadan hızla ilerleyen bir kitap. Aynı zamanda karakterin duygu dünyasını, ikilemlerini, yaklaşan tehlike karşısındaki tepkilerini de çok iyi yansıtıyor, bu açıdan kitabı oldukça başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Yazarın üç kitabını da okumuş biri olarak en sevdiğim kitabının Yeryüzü’ne Düşen Kız olduğunu söyleyebilirim. Patricia Forde, her yazdığı kitapta çıtayı yükseltiyor, okuru kurgu dünyasına hapsetmeyi daha iyi başarıyor.
edebiyathaber.net (10 Ağustos 2024)