Yeryüzüne bakmak | Havanur Taflan

Ocak 6, 2025

Yeryüzüne bakmak | Havanur Taflan

İnsan dilin el verdiği ölçüde söyler söyleyeceğini… Dile aktaramadığı düşünceyi de düşleyemez. O yüzden de çırpınıp durur. Onun yetersizliğidir bu. Oysa Tanrı tarafından bahşedilen bir lütuf değil miydi dil? Âdem’in kelimeleri öğrenmesini, eşyayı isimlendirerek tanımasını sağlayan… Belki de lütuf değil de mitlerdeki gibi bir cezalandırma aracı. Ama ne olursa olsun Heidegger’in dediği gibi varlığın evidir dil. Ama düşüncesini, kültürünü, zihniyetini ortaya koyduğu toplumun dilini unutanlar(unutturulmuş olanlar) için… Neresidir ev?

Son Adım adlı kitabında Ayhan Geçgin de evi bir dil, bir düşünme meselesi olarak ele alır. İnsanın kurulu olan Dünya’ya yabancılaştığında neler hissettiğini ve yeryüzünü nasıl gördüğünü anlatır hikâyesinde. Kayıp bir dilin coğrafyasında yolculuğa çıkıp kaçılası bir sığınak olarak gördüğü eve, sokağa bakar. Sen anlatıcısıyla anlatır tüm bunları. Anlattığı kahramanı Alisan değil de ‘ben’ ‘sen’dir. O yüzden de… Acı gerçekle hiç beklemediğimiz bir anda yüzleştiğimizde hissettiğimiz o rahatsızlık duygusunu hissederiz tüm sayfalarında anlatının. (En çok da anlatının sonunda yüzümüze sert bir şekilde çarpan o gerçeklikte… )

Hiçbir yere ait olamamış kimlik karmaşasında debelenip duran kapana kısılmış yalnız bir adamdır Geçgin’in kahramanı Alisan.“…Dünya gözünün önünde derisi soyulmuş et parçası gibi beliriyor, tiksiniyorsun. Ama hiçbir duygun uzun sürmüyor, içinden hızla, elektrik akımı gibi geçiyor, sonra bir hissizlik içinde sünüyor.” Yalnızlık, bir şey olamamışlık, hep yarım kalmışlık duygusuyla debelenip durur hep. Tek hissettiği bıkkınlıktır. “Kendine acıyorsun. Durumun ortada diyorsun, berbat, rezilce bir durum bu. Yaşlı bir kadınla yaşıyorum, geçinmek ya da para denen şey için boktan bir işte çalışıyorum.” Ama neden? Neden böyle? Sorularını sorarız onunla tanıştığımızda. Yaşamakta bu ısrar, bu inatçılık niye o zaman diye düşünmekten de kendimizi alıkoyamayız. Bir yaşam varsa eğer bu zorunlu bir yaşam mıdır?

Zihnin kendinden başka acımasız bir düşmanı yoktur.

Soren Kierkegaard

Babaannesini defnetmek için çocukluğunun geçtiği Bindağ’a geldiğinde ise içindeki umut kırıntılarının sesi gelir kulaklarımıza. “İçten içe ise şunu diyorsun; Kadının ölüsü bir işe yarasın, bu gerçekten bir son olsun. Yaşamının şimdiye kadar olan bölümünden bana kalan boş, kuru bir kabuktu. Bu kabuk dağılsın, bir yaranın kabuğu gibi dökülüp gitsin, içinde olan neyse ortaya çıksın.” Halası ve kuzenleri ile geçen haftalar ona yeni sorgulamaların kapısını açarken onlarla da istediği ilişkiyi yakalayamaz. Söylemek istedikleri dile gelmeyen, sesi olmayan bir içses olarak kalır. ”Sizler iyi insanlarsınız… Ben yolunu şaşırmış biriyim… Çocukluktan çıkmaya başlayınca, diyorsun, bir arka odaya kapandım, Kaçmak için kapandım, neyden, bir sürü şeyden, herhalde, sizden de. Öyle görünüyor ki bir daha çıkamadım.”

Kahramanımızın aile yemeği sonrasında akrabalarıyla birlikte gözaltına alındığında, yaşadığı işkence sahneleriyle yazar ters köşe yapıp hiç beklenmeyen bir olay örgüsüne sürükler bizi. Dilsiz bu coğrafyanın başka zamanlarına bırakıp atar adeta. Gerçekte geçmiş zaman mıdır bu? Yoksa bu zaman mı? Değişmeyen bir gerçeklik; zamanın akmadığını, hiçbir şeyin değişmediğini yüzümüze vurur sinsice. Koskoca yeryüzünü un ufak eder belleğimizde. Unutmanın kolaycılığında yaşadığımız coğrafyanın acılarına olan duyarsızlığımızla baş başa kalırken… Unutturulan dillerin fısıltısı kulaklarımızı tırmalar.

 Alisan’ın işkencecilerine haykırdığı sözler… Yüreğimizin derinliklerinde kabuklanmış(…) yaraları tekrar açar.  “İnsanı içler acısı bir şeye, bir paçavraya, acı çeken, acıdan başka bir şey bilmeyen bir şeye, küçültülmüş bir şeye, bir zavallıya, bir hiçe çevirmek istiyorsunuz. Ama ne yaparsanız yapın insanı bir hiçe indirgeyemezsiniz. Gerçeği mi istiyorsunuz, işte gerçek: İnsanın içinde ölümsüz bir şey vardır. İnsanın içinde yok edilemez bir şey vardır. Gerçek diyorsun, ben düşman değilim, hiçbirimiz düşman değiliz. Düşman sizsiniz.”

Acı, iyileştirici gücünü hiç ummadığımız bir yerde gösterir.

M. Heidegger

Bireysel bir yolculuk olarak başlayan anlatı, sonunda bu kaybolmuşluğun haritasından çıkarıp asıl kaynağa sürükler bizi. Geçmişin, geleceğin, akan belki de akmayan zamanın beleğinde umutsuzluğun kucağına… Duyduğumuz o ses o his… Yeryüzünün daha da derinleşen çatlaklarının sesi haykırışıdır adeta. Bir türlü altında birleşemediğimiz kucaklaşamadığımız yeryüzünün…

Gerçekliğin değişmesine yardım edebilmek için önce gerçekliği görmek gerek.

E.Galeano

Hikâye etmek, dünyayı yeniden haritalamak olduğuna göre Geçgin yeni haritalar çizmiştir anlatısıyla. Bize de mesele ettikçe anlamlandırabileceğimiz bir dünyada var olabileceğimizi hatırlamak… Ve bu yeni haritada doğru rotayı çizmek kalmıştır.

Hayat hikâyedir. Ve bir insanı sevmek, onun hikâyesini sevmektir.

M. Heidegger

Kaynak

Son Adım, Ayhan Geçgin, Metis Yayınları

edebiyathaber.net (6 Ocak 2025)

Yorum yapın