Söyleşi: Deniz Yıldırım
Edebiyat dünyasına “O’na Adanmış Öyküler” adlı ilk kitabıyla giriş yapan Yeşim E. Uşkun, bizimle yazma sürecini paylaştı. Uşkun’un öykülerini oluştururken değişim ve dönüşüm anlarına olan tutkusu dikkat çekiyor.
Neden yazıyorsunuz?
Uzun zaman önce bana bu soruyu sorsanız cevabım ne olurdu bilmiyorum, sanırım net olarak ifade edemezdim. Gelişigüzel okuyup gelişigüzel yazıyordum çünkü. İlkokul defterlerimden öykülerimi, lise yıllarımdan günlüklerimi hala saklıyorum, hepsi sadece tatlı birer anı o kadar. Bilinçli olarak yazmaya karar vermem günlük hayatın rutinlerinden sıkıldığım bir döneme denk geldi. Hala herhangi bir eylem, iş ya da hobim rutine bindiği an kendimi makineleşmiş gibi hissederim. Yazmak şekil olarak rutine ihtiyaç duysa da zihin olarak özgürleştirici bir etkinlik. Yazarken size ait olmayan dünyalar kurma, hayatınızda hiç karşılaşamayacağınız karakterler yaratma hakkınız var, bu yeterince heyecan verici. Üstelik gerçek dünyadan uzaklaşıp kurgu dünyasında yenilenip güçlenip geri dönmek de mümkün. Galiba deneyime geldi konu, ben de yazarken yazdıklarımın, öyküde olanların tecrübesini ediniyorum. Düşünürsem daha pek çok sebep çıkacaktır ortaya hem de her gün çeşitlenip artarak.
Öykü yazmanın en çok sevdiğiniz yanı nedir?
Pek çok açıdan sevdiğim yanı olduğu gibi hazırlık sürecinde kızdığım yönleri de oluyor. Bir türlü öykü elimden kurtulup beni şaşırtarak kendi bağımsızlığını kazanmıyor. Şöyle anlatayım. Öyküyü kurgularken baştan sona olanları aşağı yukarı biliyorum ama her zaman bu kadar her şeyi bilen yazar olmak hoşuma gitmiyor. Öykünün bir yerinde, ben buna “eşik” diyorum karakter beni aşıyor, başına açtığım sorunu benim seçtiğim yönde çözmüyor. Ben yazıyorum yazmasına ama olmadığını biliyorum ve beklemeye o karakterle o dünyada yaşamaya başlıyorum. Galiba en sevdiğim yan burada başlıyor. Bu süreç bir iki günden bir iki haftaya sürebiliyor. Artık elimde kıymetli bir şey olduğunu kendisini er ya da geç göstereceğini bilerek rahatlıyorum. Sonuç pek çok kez benim istediğim gibi daha doğrusu karakterin seçtiği gibi oluyor. Biliyorum ki bu benim kendi bilinçdışımdan bilincime çıkardığım dolayısıyla kendi bilmediğim derinliklerime indiğimin habercisi.
Öykülerinizde hangi temaları işlemeyi tercih ediyorsunuz?
Öykülerde değişim dönüşüm ve karar anlarını çok seviyorum. Öykülerim, bu anların biraz öncesinde veya sonrasında kuruluyor. Öncesindeki büyük bekleyiş, sıkıntı, merak, sonrasındaki çözülme, aydınlanma, rahatlama. Tema ikinci planda diyebilirim. Bu kitabımda aile, çocuk, ebeveyn merkezli öyküler de var, yetişkin ilişkilerine yakından bakan öyküler de.
Öykülerinizde karakterlerin yaşadığı olayları nasıl ele alıyorsunuz?
Öyküler bir kırılma, dağılma veya sıçrama anıdır. Bu anlar olumlu ya da olumsuz yöne gidebilir. Tabii ki yazar karakterlerine merhamet gösterir; ben de karakterlerimin başına kötü şeyler gelsin istemiyorum. Ancak, onların sıkıntılı bir durumdan kurtulma anlarını yazmayı seviyorum. Hayat baştan sona bir mücadeledir, ben mücadele içinde olan karakterler yaratmak istiyorum. Bu mücadele anları, karakterlerin kendisini ortaya koyduğu önemli noktalardır.
“O’na Adanmış Öyküler”deki ‘O’ kimi temsil ediyor?
Bir okurum bana, ‘Bu kitabın adını gördüğümde, kitabın bana yazıldığını düşündüm. Kendime ithaf edilmiş olarak görebilirim,’ demişti. Okurumun böyle düşünmesi çok hoşuma gitti. Ancak gerçekte ben bu kitabın ismini annem için seçtim. Annem benim için mücadeleyi ve inceliği temsil ediyor. Dört çocuk yetiştirmiş, kendi yaşam zorluklarını aşmış ve kadın olarak var olmayı başarmış, hep hayat dolu biri. Geçen onları ziyarete gittiğimde kendisi için yeni aldığı bir çift terliğin kenarda kullanılmadan durduğunu gördüm. Sebebi beni şaşırttı umarım sizi şaşırtmaz. Terliğin çıkardığı tıkır tıkır sesin aşağı kattaki komşuyu rahatsız edebileceğini düşünüp terliği kullanmaktan vazgeçmiş. Kendi annem olduğu için değil ama duyarlı insanların azaldığını üzülerek görüyorum. Biraz da bunun için yazmıyor muyuz? O insanlara hayat daha zor gelmeye başlarken dünya katlanılması gereken bir yere dönüşüyor. Metroda sadece kendileri varmış gibi bağıra çağıra telefonla konuşan insanlar aynı zamanda doğaya ve hayvanlara da sorumsuz davranabiliyor. Neyse konuyu güzel bir yere getirerek tamamlayayım. Kitabımın içinde küçük bir not var, öykülerimi aileme, arkadaşlarıma ve bana türler arası arkadaşlığı öğreten köpeğim Cesur’a armağan ettim. Cesur da annemi çok sever.
En fazla etkilendiğiniz yazar veya yazarlar kimlerdir?
Tarık Dursun K. ve Ahmet Büke, çok sevdiğim iki yazar. Bize, özellikle kadınlara başka var oluş biçimleri gösteren Ursula K. Le Guin ve Virginia Woolf’u elbette anmamız gerekir. Eğer bu hem dışa hem de içe doğru bir yolculuksa, Kafka’nın karanlık dünyası hep bir tarafımda duruyor. Kendi dünyamızın da karanlığına ulaşmak ve oradan bir şeyleri tutup gün ışığına çıkarmak hoşuma gidiyor.
Samimi cevaplarınız için teşekkür ederim.
Ben de size teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (11 Haziran 2024)