“Bağırmak isterdim: ‘O gürül gürül yetenekleriyle, yaratı gömüleriyle, insan sevgisi dolu yürekleriyle… Ve bütün güçleriyle; bir ışık, bir yarar sunmaya hazır olan bu çocuklara… Bu acıyı, bu çaresizliği, bu kimsesizliği yaşatmaya hakkınız yok!.. Yok hakkınız!” (Yılmaz Gruda)
Seni sana, seni kendime, seni şimdiye ve geleceğe yazma fırsatını yakalamış olmaktan kıvanç duyuyorum Kaptan…
Siyah beyaz televizyonların evdeki diğer birey gibi kıymetli olduğu dönemleri birçoğumuz hatırlarız. Bir iki kanal… Sayılı program, kapanış saati vs.. En unutulmazı da, artık repliklerini bile ezbere bilecek kadar çok tekrarı izlenen Yeşilçam filmleri… Şimdiler de hala dönüp dönüp izlemekten bıkmadığımız, izlerken de “Vay be ne güzel zamanlarmış” dediğimiz Yeşilçam filmleri…
Yılmaz Gruda, başka bir yerden “vay be!” dedirtiyor Yeşilçam Cehennemi kitabında.
“ ‘Söylediklerimi unutma! Olma onlar gibi! Baktın ki çaren yok! Yıkıl o halde! Çık git bu cehennemden! Bir başka cehennemde yan!.. Söz mü?‘ Zorlukla, ‘Söz!’ diyebildim. “
Gruda, cehennemin ayrı odalarında, kendi ateşine odun atıp yanarken, bundan korkmamış bir insan. En sevilenleri, Yeşilçam yolundan uğurlamış, anılarını koltuğunun altına yerleştirip “gaztenekesi” gibi yürümeye devam etmiş. Artiz olmak için sabahın ilk ışığıyla pencereden çarşaf sallandırmış nicelerinin o ironik hikayelerini de yüklemiş heybesine, küfürler etse de zamana ve insanlarına, yine de sevdalısından vazgeçmemiş. Anayı, babayı sonsuz uykuya yatırıp gelmiş, her eksiği başka bir eksikle tamamlamaya çalışırken, insan olduğunu hiçe sayanlara rağmen, insan olarak, insanlığını unutmayarak gelmiş… Hoş gelmiş.
Kitap, derin bir sessizlik gibi sol köşesine oturuyor insanın. Ne “vay be” demek yetiyor, ne de “of be”… Sanki bir masa da karşınızda Yılmaz Usta, önünüzde de iki rakı kadehi bir yandan demleniyor, bir yandan muhabbet ediyorsunuz. Arkada Zeki Müren ya da Müzeyyen Senar’ın o ciğere yürüyen sesi… “Deme be Yılmaz Abi, bak sen şerefsize.” Diyesiniz geliyor.
Yıllarca şen şakrak izlediğimiz o nostalji kuşağının “ötekileriyle” tanıştırıyor bizi. “ ‘O’ran Abim’ dedim, ‘ben oluyorum galiba!.. Galiba kırdım şeytanın bacağını!.. Fgr değilim artık! Harika bir rol verdiler!.. Adı olan bir rol verdiler O’ran Abim! Adı olan bir rol.’ Gülümsedim. ‘Hiç gücenme sakın!.. Beni bekleme; olur mu? Daha gelmicem yanına! Usulca toprağını okşadım: Hadi bana müsaade!.. Seneye!’ Dedim.”
Cehennemlerin de sobelenen iki isim… Gruda Yeşilçam’ın, İlhan aşkın…
“Ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım” (Attilla İlhan-Kaptan)
Yılmaz Gruda deyince, Attila İlhan’a da bir selam yollamamak olmaz. İki şair zamanında, şiirde mavi hareketini yaratmışlar. Gruda; oyunculuğu, yönetmenliği, eğitmenliği yanında şiirleriyle “büyüksün” dedirtiyor.
“Bu ben değimliyim trenlerde, sokaklarda taşıdığım
Değişen bir şey yok
Hep aynı sığıntılık duyusu-hep aynı yoksulluk
Makbulenin çocukları
Ne var ki hiç bu kadar yakından bakmamışım insana” (Yılmaz Gruda-İstanbul Yıkıntısı şiirinden)
Cehenneminden öperim Rüstem Abi…
Ayça Güngör – edebiyathaber.net (26 Nisan 2018)