“Rocky Dağı Milli Parkı’nın hemen dışında büyük, kalın harflerle yazılmış bir tabela var: DAĞLAR UMURSAMAZ. Hazırlıklı olmayı öğütleyen bu tabelanın devamında dağlar için yıldırım, çığ ve uygun ekipman uyarıları bulunur. Bu tabelayı ilk gördüğümde yirmi beş yaşındaydım. Korkutucuydu ama hoşuma gittiğini hatırlıyorum. Yazılanlar benim için çok şey ifade ediyordu. Vahşi doğada neyin içinde olduğumu bilip buna hazır olmam gerektiğini hatırlatıyordu. Öğleden sonra zirvede gök gürültülü sağanağa yakalanırsam, dağdan daha erken inip inmememin, hatta iyi bir insan olup olmamamın bir önemi olmaz. Yetişkinlik de bunun gibi bir şey. Değiştiremeyeceğimiz şeyler var. Yapılacak en mantıklı şey, değiştiremeyeceklerimiz hakkında mümkün olduğu kadar çok şey bilmek.”
Meg Jay’in yazmış olduğu Hayatımızı Şekillendiren 10 Yıl adlı kitabının sonsözü işte bu cümlelerle başlıyor. Eylemlerimiz canımızı yaktıktan sonra ders almak konusunda tez yazacak deneyime sahip kişiler olarak kitabın sonundan başlamayı daha uygun gördüm. Çünkü ancak böyle ne kadar önemli bir dönemi kaygılar, düşünceler ve boşluklarla kaybetmek üzere olduğumuzu fark edecek ve harekete geçeceğiz. Bunu otuz yaşıma birkaç merdiven kalmış biri olarak söylüyorum. Şans eseri tam da Meg Jay’in dediği gibi kendimi arayarak geçirdiğim bir 20’ler oldu. Derslerim çok, yaralarım ise çıkardığım derslerden daha fazla. Bu kitap ile karşılaştığımda yakın arkadaşıma şöyle bir mesaj atmıştım: “Öyle etkilendim ki Meg Jay’e 20’li yaşlarımı anlatan uzun bir e-posta yazmamak için kendimi zor tutuyorum.”
Orijinal dilinde The Defining Decade: Why Your Twenties Matter and How to Make the Most of Them Now başlığıyla 2012 yılında yayımlanmış olan kitap, bir yıl sonrasında dilimize çevrilerek Hyperion Kitap etiketiyle sunulmuş. Fakat şimdilerde Koridor Yayınları, Hatice Oluk çevirisiyle bu önemli eseri unutulduğu karanlık kuyudan çıkartıyor. Hayatımızı Şekillendiren 10 Yıl kitabında, aradan geçen 12 yıla rağmen hâlâ 20’li yaşlarda yaşanan ve gençler tarafından “sorun” olarak görülen durumlara karşı elini uzatmaya devam eden bir Meg Jay bulunuyor.
Klinik psikolog ve 20’li yaşlar üzerinde uzmanlaşmaya çalışan Meg Jay’i birçoğumuz TEDX konuşmasıyla tanıyoruz. Fakat ben bir başka TED videosunda yaptığı konuşmaya değinmek istiyorum. Sanıyorum ki bir canlı yayın gerçekleştirmiş oldukları bu videoda Meg Jay, aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ üzerinde çalıştığı 20’li yaşların değişiminden söz ediyor. Çünkü dünya dönüyor, teknoloji gelişiyor, iklim bozuluyor, doğa değişiyor ve düzen bu durumlardan etkilenerek kendini dönüştürüyor. Benim gençlik yıllarımın şimdiki gençlerin yaşadığı gençlik yıllarına olan benzerliği %12 dolaylarındadır ancak. Meg Jay de bu değişimi kabul ediyor ve şöyle söylüyor: “2013’te yirmilerimizin öneminden bahseden bir konuşma yaptım. Yani neredeyse 10 yıl geçmiş. Hâlâ yirmili yaşlarda uzmanlaşmaya çalışan bir klinik psikoloğum. Fakat bugünlerde gördüğüm yirmilikler, yirmili yaşlarının önemini biliyor. Doğru olanı yapmak istiyorlar. Doğru şehre taşınmak istiyorlar. Doğru işi almak istiyorlar. Doğru partneri bulmak istiyorlar. Doğru cevaplar almak istiyorlar. Pekâlâ, kötü haber şu ki doğru cevap diye bir şey yoktur. Nerede yaşamanız, nerede çalışmanız veya yaşamanız gerektiğiyle ilgili doğru bir cevap yoktur. İşte bunlara “büyük dünya sorunları” deniyor, çünkü çok fazla bilinmezlik var. Hiçbir uygulama, hiçbir algoritma, hiçbir kişilik testi bu sorunları çözemez veya sorularınıza cevap veremez. Fakat iyi haber şu ki, doğru cevap diye bir şey olmadığı için, yanlış cevap da yoktur. Sadece kendi cevaplarınız vardır.”
İş Hayatı, Aşk, Zihin ve Beden olmak üzere üç ana başlıktan oluşan Hayatımızı Şekillendiren 10 Yıl, Meg Jay’in 20’li yaşlarını sorunlarla ve bilinmezliklerle geçiren danışanlarının hikâyeleriyle birlikte kendi yollarını bulmak konusunda rehber amacı güdüyor. Okurken dediğim gibi çoğu kez kendi 20 yaşlarımı düşündüm istemsiz olarak. Örnek olarak; İş Hayatı başlığında 20 yaşlarını uzun listeler ve özel isimler kullanarak özgünlükten uzak, sıradan bir özgeçmiş hazırlayarak geçiren bir gencin haliyle bir türlü geçemediği iş başvurularında kendisini yıprattığını ve bu durumun en önemli yıllarını depresif ve motivasyon kaybıyla geçirmek zorunda kaldığını anlatıyor Meg Jay. Bunun en büyük sebebi o gencin ne istediğini bilememesi ama en iyisini yapmak istemesi. Ama bir şekilde, bir yerden başlamak gerek. Ben ilk kez bir kitap incelemesi yazdığımda tam 20 yaşındaydım. O zamanlar üniversite öğrencisiydim, bir mühendis adayıydım. Edebiyat ve mühendisliği yan yana koyduğunuzda araya bir uçurum girebilir. Fakat bu iki uçta da bulunmaktan çok keyif alıyordum. İnceleme yazılarım beğenilip de bunu telifli bir işe çevirdiğimde ise 21 yaşındaydım. Üniversiteyi bitirip mühendislik yapacağım bir işe girene kadar oldukça keyif aldığım ve beni beslediğini düşündüğüm inceleme yazarlığı mesleğim yanımdaydı. Kendi paramı kazanıyordum. Bu beni depresiflikten ve motivasyon kaybından bir nebze uzaklaştırsa da içimde hep mühendis olmak isteyen o alevi söndüremiyordum. Fakat bu işim özgeçmişimi özgünleştirme yolunda en büyük destekçim olmuştu. Tabii ki bu şekilde düşünmek ve bir yol izlemek kolay değil. Kaç kez ağladığımı bir ben bilirim. Özellikle mülakatlarda bu duygusallığı bastırmak epey zor oluyordu benim için. Üniversite sınavında bir kez yenilgiye uğradıktan sonra yollarını bilmediğim bir yerde yalnız bırakılmış gibi hissettiğimde psikolojik destek almak istemiştim. Ne cesaret ama dediğimi hatırlıyorum kendime. Zaten odada çoğunlukla ağlamıştım. Meg Jay’in TEDX konuşmasında anlattığı bir danışanı gibi, ayakkabılarımı çıkarmıştım. Yüzümü ellerimin arasına alarak ağlamıştım. Psikolog beni ve onlarca sorumu dinlemiş sonrasında anlatmaya başlamıştı. Görüşmenin sonunda daha da rahatlamış hissediyordum. Bunu fırsat bilen psikoloğum bana görüşmenin başında sorduğum soruları yöneltti. Her birine verecek cevabım vardı. Gülümseyip bana şöyle demişti: “Soruların cevabı zaten sende. Bunları başkasına değil, kendine sormayı dene.” Kaygımı, çekincemi bırakıp telifli incelemeler yazmayı işte bu şekilde kabul etmiştim, kalbime sorarak.
“Tıpkı meşe palamudunun ağaca dönüşmesi gibi her insanın kendi potansiyeline doğru büyümek şeklinde doğal bir dürtüsü vardır. Ancak hiçbirimiz meşe palamudu değiliz, dolayısıyla büyüyünce meşe ağacı olmayacağız. Bu yüzden potansiyelimize doğru büyümenin ne demek olduğuna dair kafa karışıklığı yaşamamız kaçınılmaz. Yirmili yaşlardaki bazı gençlerin hayalleri çok küçük çünkü bu yaşlardaki seçimlerinin ne kadar önemli olduğunu ve önlerindeki yılları şekillendirdiğini anlamıyorlar. Bazılarıysa deneyimden ziyade sınırsız olasılıklarla ilgili fantezilerden beslenen çok büyük hayaller kuruyor. Potansiyelimizi gerçekleştirmenin bir kısmı bize bahşedilen yetenekler ve sınırlamaların çevremizdeki dünyayla uyumunu fark etmektir. Bize özgü potansiyelin nerede olduğunu ancak böyle anlarız.”
Yirmili yaşlar her şeyden önce çevremizin de baskısı ile birçok seçeneğin önümüze sunulduğunu sandığımız, bu sebeple de bunaldığımız bir dönemmiş gibi gelir. İyi bir üniversite, doğru meslek, kaliteli bir yaşam, maaşı iyi ve rahat bir iş fırsatı, doğru bir eş, birbirine karşı dürüst ve anlayışlı olan sevgi dolu bir aile… Her birini yapmamız için 20’lerimizden başlarlar talep etmeye. Fakat asıl soruyu sormamız kişi kendimiz. Biz ne istiyoruz? Yakın çevremin çoğu bir aile kurmuşken bekar kalmayı seçen benim. Bunun yine aynı çevremde bir tercih değil de iyi bir ilişki kurmayı becerememiş biri olarak yorumlandığını tahmin edebiliyorum. İlişkilerimden aldığım dersler beni daha iyi ve daha kendim gibi biri yapıyorken onları duyamıyorum. Bu yazıyı okuyan hiç kimsenin de duymamasını diliyorum. Duyabildiğimiz tek sesin kalbimiz olması gerekiyor. Sanıyorum sizin de anneleriniz başkası için doğurmadı sizi.
Meg Jay, Stanford Üniversitesi’nde çalışan Sheena Iyengar isimli bir araştırmacı tarafından yapılan bir yerel marketlerin nasıl seçim yaptığımız konusunda hazırladığı bir araştırmaya dayanan psikolojik bir deneyden söz ediyor. Seçimler konusunda okuduğum en muazzam deney olsa gerek. Araştırmacı ve asistanları bir gurme dükkanının önüne tadım masaları kuruyorlar. Tadım günü masada altı çeşit reçel bulunuyor: şeftali, vişne, Frenk üzümü, turunç, kivi ve limon. Başka bir gün ise yirmi dört çeşit reçel… Reçellerin sayısı haricinde değişen bir şey yok. Tadım yapan müşteriler her iki durumda da reçelleri daha ucuza alacak kuponlara sahip. Fakat altı çeşit reçelin olduğu gün satılan reçel sayıları yirmi dört çeşit reçelin olduğu güne oranla daha fazla. Çünkü daha fazla reçel çeşidi müşteriyi yoruyor. Yapılması gerekenlerin sıraya dizilmediği bir listenin 20’li yaşlardaki bir genci yorması gibi… Bir danışanı Meg Jay’e soruyor: “Altı çeşit reçel olan masada mıyım, yoksa yirmi dört çeşit olanda mı?”
“Mükemmel bir soru. Yirmili yaşlarda karar vermenin bir parçası da yirmi dört çeşit reçel olan bir masa olmadığını fark etmek. Bu seçenek bir efsaneden ibaret.”
Mesleğimi edinene kadar ilgi alanlarımı keşfettim, bu ilgi alanımı yaşamak adına bir can simidi olarak kullandığım zamanlar geçirdim, sevdim ama sevilmedim, sevmedim ama sevildim, karşılıklı olan bir ilişkiye altı yılımı verdikten sonra zehirlendiğimi çok sonra fark ettim, mesleğimi yapabileceğim bir iş hayal ettim, bunun için uzak çevremden hiç olmayacak insanları aramaktan ve çabalamaktan vazgeçmedim. Çünkü ne istediğimi bildiğimi fark ettim. Tüm bunların sonunda hem de. 20 yaşında iyi bir ilişkimin olması zorunluluğunu kendi kendime yaptığımı anladığımda ilişkimi bitirme cesaretini edindim. Şimdi bir iki basamak gerisindeyim 30’un. Merdiven dayadım dedikleri gibi… Çok acı çektim doğru ama istediğim yerde miyim diye sorulduğunda evet diyebiliyorum. Bu duyguyu yaşamaya herkesin hakkı var. Zaten yaşamalılar da. 20’ler çok değerli ve elimizde tek bir 20’li yaşları yaşama şansı var.
“Bana o gün söylediği şeyi, yirmili yaşlardaki danışanlarıma neredeyse her gün söylüyorum, bu kitabı da aynı düşünceden yola çıkarak yazdım. Gelecek değişmez bir yazgı değildir. Garantisi yoktur. Öyleyse yetişkinlik döneminizi kendiniz yazın. Amacınızı belirleyin. İşe koyulun. Ailenizi kurun. Hesabınızı yapın. Kendi yazgınızı kendiniz belirleyin. Kimliğinizi, bilmediğiniz veya yapmadığınız şeyler şekillendirmesin.
Hayatınızın nasıl olacağına şu an sizler karar veriyorsunuz.”
edebiyathaber.net (27 Mart 2024)