“Fakat artık işler değişecekti çünkü hiç kimsenin tahmin etmediği bir şey olmuştu; ben doğmuştum. Günü gelinceye kadar köylüyü etkilemek için her şeyi yapacak, o gün geldiğinde Muhtar Emin Amca’yı koltuğundan edecek, en önemlisi o şekerleri ben yiyecektim. Varlığım Emin Amca’nın muhtarlığına tehdit olacaktı ve ben bu uğurda elimden geleni yapmaya hazırdım.”
Erdal Şahin’in okurlarını kendi çocukluk günlerine konuk ettiği ilk romanı Yaptığımız Çocukluk, Küsurat Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Yazarın samimi dili sayesinde, sayfalar arasında gezinirken kendi çocukluk günlerinize de açtığı bu pencereyi kapatmayı hiç istemeyeceksiniz. Doğanşehir’in en cesur çocuğu Koçero Erdal ile tanışın. Daha dünyaya gelmeden, isminden önce mesleği seçilmiş, babasının küçükbaş hayvancılık sektöründeki umudu olmuş çoban Erdal, herkesin birbiriyle akraba olduğu on haneli köylerinin muhtarı olmak için canını ortaya koyuyor ve bu davası uğruna, en büyük yardımcısı olan kuzeni Ufuk’u da yanına alarak birbirinden komik maceralara atılıyor…
Bugün herkesin yokluğundan şikâyetçi olduğu masumiyete bu kitapta fazlasıyla doyacaksınız, çünkü bu köyde en kötü karakter şekerlerini paylaşmıyor, Reşo Ufuk, Koçerosunu iki tane turuncu şeker uğruna satıyor, Hüseyin Öğretmen’in elektrik süpürgesi büyük tehdit sayılıyor…
Bir köy çocuğunun anıları, hayatında daha önce hiç köye gitmemişleri, dizlerinde o tatlı oyunların ebedi mirası olan yara izlerini taşımayanları en fazla ne kadar etkileyebilir? Yaşadığımız yer, doğduğumuz ev, yetiştiğimiz çevre, kutsal saydığımız değerler biz büyüdükçe önümüze diğerleriyle aramızdaki farklar olarak sunulur. Çocukluk biter ve biz “diğerleri” ile tanışırız. Onlarla karışmamak için aramıza yazısız kanunlarımızdan dikenli teller öreriz. Söz konusu çocukluğumuz olunca ise, o tellerin üzerinde ip atlar gibi oynarız. Çünkü çocukluk, engelleri bile eğlenceli hale getirir, tüm bu yazısız kanunlara cezadan muaf olmasının rahatlığıyla “Nanik!” yapar. Yaptığımız Çocukluk da, hayatında hiç ağaca çıkmamış bir insana, ağaçtan düşüp acısını annesinin pekmezle kardığı yoğurdu yiyerek unutma isteği veren ve belki de hayalini kurup yapamadığı basit “çocuklukların” telafisi olan bir roman. Yazarın doğal anlatımı sayesinde Erdal’ın tüm maceralarını kendi başınızdan geçmiş gibi sahiplenecek, ilk hayal kırıklığınızı, ilk dost kazığınızı, ilk düşmanınızı, ilk mağlubiyetinizi, aldığınız ilk öğüdü hatırlayacak, cesaretinizin ve hayallerinizin boyunuzdan büyük olduğu günlerle hasret gidereceksiniz. Çocukluğa dair unuttuğumuz ne varsa, yüz kırk dört sayfalık küçük bir hatırlatma…
“Kalbimiz kırıldıkça yeni yeni yerler keşfederiz kendimizde. Kırık olmadan nasıl ışık sızar içeri, nasıl aydınlanır karanlık yerler?”
İnci Büşra Aksak – edebiyathaber.net (3 Ocak 2018)