Yaşama dair söylemek istediğimiz her ne varsa, ekranın başına oturup klavye üzerinde yazıyoruz da yazıyoruz. İçimizi döküyoruz, öfkemizi kusuyoruz, rahatlıyoruz. Bolca da alkış, beğeni ya da adı her neyse… Tersinden bakarsak da sevincimizi, üzüntümüzü, yediğimizi-içtiğimizi daha toplu bir ifadeyle yaşam tarzımızı, değerlerimizi yansıtan kareleri paylaşıyoruz. Tüm bunları kime yapıyoruz. Kendimiz gibi olana. Peki neden? Çünkü paylaşım yaptığımız sosyal medya hesaplarımızda kendimizden farklı düşünenler yok. Fikrimize uymayanı çıkarıyoruz, engelliyoruz, görmek istemiyoruz. Farklı fikirlere, yaşam tarzlarına saygı gösteremiyoruz. Bütün bunlar da çocukluk döneminden sonra oluyor. Öyle ki çocuklar dil, din, beğeni ayırt etmeksizin bir araya gelebiliyorlar. 23 Nisanlar bunun en güzel örneğiydi bizim için. Dünya çocuklarını ağırlardık bu topraklarda. Evlerimize konuk ederdik. Farklı olanı farklı görmedi çocuklar, olduğu gibi kabul ettiler. Hâlâ da öyle davranıyorlar zaten. Ne oluyorsa, neden oluyorsa o büyülü yıllardan sonra oluyor. Nisan’ın gelişinden olsa gerek bunlar düştü hatırıma. Ama sadece bundan da değil. Gaye Dinçel’in de parmağı var bunda. “Öykü Kahramanları Ülkesi’nde” bütün bunları hatırlatıyor bize. Çocuklara da (şimdilerde olmadığı için) bunların var olabileceğini anlatıyor.
Dinçel’in “Kim Bu Konuşan?” adlı ilk kitabından da tanıdığımız Zeynep, öykü kahramanlarını yakından keşfediyor bu defa. İlk kitapla bağlantılı bir öykü de diyebiliriz bu kitaba. Zeynep, dayısının defterinde tanıştığı ejderhayı, en yakın arkadaşı Deniz’le de tanıştırmak istiyor. Defteri önlerine alıyorlar ve sesleniyorlar: “Hey! Beyaz Ejderha! Bizimle konuşsana.” Bir-iki bağırma-çağırmadan sonra karşılarında beliriyor devasa beyaz ejderha, “Beni mi çağırıyorsun Zeynep?” diyerek. Modern bir Alaaddin masalı gibi.
Sonrasında Beyaz Ejderha, Zeynep ve Deniz’i alıp Öykü Kahramanları Ülkesi’ne götürüyor. Artık sadece masallarda karşımıza çıkan yemyeşil bir tepe, ağaçlar, gökkuşağı ve onun kadar renkli ejderhalar… Buradaki kısa ziyaretlerinin ardından Dönüşen İnsanlar köyüne gidiyoruz hep birlikte. Yazının başında sözünü ettiklerim burada ortaya çıkıyor aslında. “Geldiğimizi gören insanlar toplandı. Hepsi birbirinden başkaydı. İki çocuk öne çıktı. Biri Afrikalılara, diğeri Kızılderililere benziyor. Afrikalının üzerinde sarılı, kırmızılı bir kıyafet var, diğerinin giysisi kahverengi tonlarında. Başında tüylerden yapılmış kırmızı-beyaz şapkası…” Dönüşen İnsanlar köyündeki insanların birbirlerine dönüştüğünü öğreniyorlar Zeynep ve Deniz. Aslında yazar burada demek istiyor ki; yok birbirimizden farkımız. Bugünlerde kardeşin kardeşten kaçtığı, akrabalık bağlarının kopalı çok olduğu yetişkinler dünyasına inat çocuklar bütün renkleriyle bir aradalar. Çocuk kaldıkları sürece bunu yaşayacaklar. Sonra? Sonrası malum. Kirli ve karanlık dünyanın içinde onlar da önce çocuklarını, sonra renklerini, sonra da masumiyetlerini kaybedecekler. Böylesi renkli bir kitaptan böylesi karamsar bir sonuca evrilmem mazur görülsün. Bunlar gerçekliğimiz. Kitabı okuyacak çocukların henüz bunların farkında olmamaları da tesellimiz. Varsın onlar yaşadıkları dünyayı hep öyle renkli, barış ve kardeşlik içinde bilsinler. Ta ki öğrenecekleri güne kadar.
Yazımın sonunda, Gaye Dinçel’in kitapta dilediği rengârenk dünyanın özlemini duyduğumu ifade etmek isterim. “Öykü Kahramanları Ülkesi’nde”ki gibi ayrım gözetmeden, ötekileştirmeden, barış içinde bir yaşama olan inancımızdan da vazgeçmediğimizi…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (19 Nisan 2021)