Öyküleri anlatmadan önce epey kitap okudum, istiyordum ki iyice anlatabileyim. Çünkü, kafamın içinde Feyza Hepçilingirler’in şu cümlesi dönüyordu: “Öykü yumuşak yumuşak okşamaz; başında ya da sonunda sarsar okuru. Bir tümceyle, bir ünlemle bir sözcükle; kimi zaman susarak…” (bkz: Öyküyü Okumak)
Kâmil Erdem’in “Yok Yolcu”nun başlangıç öyküsü “Sıradan Bir Akşam”da: “Patateslerin kabuklarını mümkün olduğunca ince soymalıyım diye geçiriyordum aklımdan…” cümlesinden anlıyoruz ki katmanlı bir metin ve derinlikli bir yazar var karşımızda.
“Bir Kırık Segâh” ile 2019 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü alan yazar, Ankara Üniversitesi DTFC Rus Dili ve Edebiyatı’nı okumuş.
Kahramanları 80’li yılların öncesinde devrimci gençlerden, bir lokantada aşçılık yapan ustadan, bir boyacı ustasından, bir börekçi, fabrikadaki kadın işçiden, bir ozan ve çıkmaz bir sokaktan oluşur bu öykülerin.
Yaşamın tam içinden gelen, sıradanın vasatlığında sıradanlaşmadan, incelikli, duyarlılığını yitirmemiş tüm sokağın seslerini duyan; yanından bir kedi geçse (ya da bir köpek) şefkatle başını okşayabilen atılan bombada ölenlere, giden o güzel gençlere üzülebilen bir bakıştan bir gülüşten neşelenen, seven sevilen kahramanlar.
İşte tam bu noktada yazar size şimdiki yaşamı sorgulatmaya başlıyor. Ağırlaşan, acımasızlaşan, otoriterleşen bugünlerde emeğin hor görüldüğü; bireyciliğin, bencilliğin, cehaletin arttığı her geçen gün bundan daha fazla nasıl kötüleşebilir dediğinizde çocukların, kadınların, hayvanların bil cümle mahlukatın, ağacın sevilmediği, ötekinin ötekileşmenin arttığı bir toplumda nefes almak, umut bulmak bu kitapta saklı.
Kâmil Erdem’in söyleşilerini okuduğunuzda yazarın geçmişinde de safını hep emekten, ezilenden yana koyduğunu, türlü işlerde çalışmak zorunda kalsa da mücadele azmini yitirmemiş bunun yanında edebi okuryazarlığından da hiç vazgeçmemiş bir usta görürsünüz. İnanç ve umudu her dönemde taşımak zor ve çetrefillidir bir aydın için. Korkmamış dik durmuş Kâmil Erdem, bunu öykülerine de sindirmiş. Ama öykülerini politikleştirirken sloganlaştırma tuzağına düşmemiş aksine edebi zevki yüksek; yolu şiirden şairlerden geçen, harcı derinlikli ve birikimli, anlatım biçemi özenli çağıl çağıl akan bir ırmak misali duru, her cümlesi içten samimi. Kendi adıma geç keşfetmekten çok utanç duydum. Oysaki Haldun Taner Öykü Ödülü aldığı “Bir Kırık Segâh”ı çok merak etmiştim, okumak “Yok Yolcu”ya denk geldi.
Her bir öykü de Türkçe’nin nefis kullanımı -ki eski kelimeleri kullanmayı sevse de- öykülerin hepsinin ayrı ayrı müzikleri, hüznün yanına iliştirilmiş mizahı etkileyici. Sadece geçmişin sorunlarını değil güncelin sorunlarını da kapsamış öyküleri: “Belediye ya da tanrı ya da her kim ise, bu söğüdü bu çıkmaza niye diktin diye sual eden yoktu o vakitler. İnsanın canı çekince istediği yere söğüt de dikebileceği deli vakitler.” (Çıkmaz Sokak/ sayfa 33) “Sıradan Bir Akşam”da eski bir devrimciyi anlatırken, “Aşçı ve Gül Hanım”da bir lokantada aşçılık yapan anlatıcının; Gül Hanım’ı, lokantayı, lokantanın kedisi Sırma Bey’i anlatıcının ağzından dinliyorsunuz. “Badanacının Bir Günü”nde bir badana işçisinin bir gününü anlatır. “Çıkmaz Sokak”ta bir sokağın gözüyle içinde yaşayan Semiha’nın kızı ve oğlunun 80 öncesinde bir cemseyle cezaevine götürülüp torunu Oğuz ile kalmasını sokağın ağzından dinlersiniz. Nefis tanımlamalar var sokağın gözünden tariflenen: “Öteki yollar gibi değilim. Kimseye umut vâdetmiyorum. Kısırım. Kıraç da olsa bir düzlüğe varmıyorum.” (Çıkmaz Sokak/sayfa 31)
Sokağa bir elektrik direği dikilir ve tüm yaşamı değişir Çıkmaz Sokak’ın. Şöyle der anlatıcı sokak: “Şimdi direğin lambası yandı, hop akşam. Söndü, sabah. Nizama intizama soktular beni. Tüm kentle birlikte.” (Çıkmaz Sokak/sayfa 34) Gülüşünüz okurken dudağınızda kekremsileşir.
Kitaba adını veren “Yok Yolcu”da kalabalıklar içindedir bu kez anlatıcı. Kent meydanından geçmesini, patlayan bombaları seyretmesini sonra hızlıca yürüyüp kamyonetin arkasından beliren yazıyı: “Felek su kattı aşıma!”
“Törensiz Bir Cenaze”de kitabın içinde anlatım tarzıyla farklılaşır diğer öykülerden. Anlatıcı bir tanrı anlatıcı olmaktan çıkmıştır.
“Sislerin Arası” parkın kenarındaki bir bankın yanına düşen bir yazarın zihninden geçenler ile birlikte birinci bölüm sonlanır.
İkinci bölüm “Ayapera” ile başlıyor. Beyoğlu ve İstanbul panoramasıyla Ece Ayhan’a selam veriyor yazar. Sadece Ece Ayhan’a mı; İlhan Berk’e, Turgut Uyar’a, Hrant Dink’e, Onat Kutlar’a, Erdal Öz’e, Ara Güler’e, Marcuse’a, Sartre’a…
İkinci bölümde “Havalar Yine Isınacak” adlı öyküde köyden şehire gelmiş fabrikalarda çalışmış, eşi fotoğrafçı olmuş işçi bir kadının gözünden seyreyleriz yaşamı. Öyle yumuşak, nahif öylesine tatlı bir dil kurmuştur ki yazar öykü bitmesin isteriz.
Tomris Uyar’la Turgut Uyar Üzerine Söyleşi: Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım / Erhan Altan kitabını paralel okumuştum Yok Yolcu ile. Orada Turgut Uyar’ın tahta yontma işçiliğinden bahseder Tomris Uyar. Bu öyküde yazar yontma işçisi gibi çalışmış. Sabırla ince ince işlemiş hikayeyi. Aynı kitapta Tomris Uyar şiirde dile ilişkin bir soruyu yanıtlarken öykü içinde şunu söyler: “Sanatın edebiyatın bir dil işi olduğu, dilin kendine göre bir kişiliği olduğu anlaşılmamış hep bir araç olarak kullanılıyor.” (Tomris Uyar’la Turgut Uyar Üzerine Söyleşi: Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım /sayfa 29-30)
Öyküde Taylan Özgür’den, Cumartesi annelerinden izler bulursunuz. Yaşayan, direnen İstanbul’dur karşınızdaki. Tüm bunlar boğazınıza takılan bir düğümle fotoğraflanırken “Şaşıfelek Çıkmazı” izlemeye giden anlatıcının ardından yüzünüzdeki acı gülümsemeye döner.
“Koyu Kırmızı” ve “Son Görüşme” son iki öyküsü kitabın.
Son Görüşme’de: Gençliğinde aynı saflarda mücadele etmiş iki gencin hikayesini okursunuz. Belki de yazarın kendi geçmişinden izleklerdir anlatılan. O güzel insanlardan yana tavır alan bunun için Kürt köylerinde, Altıncı Filo’da, işçi yürüyüşlerinde en önde mücadele eden iki arkadaştır anlatıcı. Yolunuz yine şiire şairlere uğrar. “Saçları ilk kesen “deli” ve “rüzgarlı” ozan Gülten Akın’dan.” (sayfa 107) Çünkü şiir içinden çıkarır öyküyü kanımca.
Kâmil Erdem’in öykü insanları tıpkı Yaşar Kemal’in “O güzel insanlar”ına benziyor ey okur! Dönüp dönüp okuma isteği duyuyorsunuz. Yarına, yaşamaya dair umut açıyor içinizde tıpkı Küçük İskender’in dediği gibi:
De gülüm! De ki; ela bir günde geleceğim
İstanbul darmadağın olacak, saçlarım darmadağın
Hepsi, darmadağın!
Üzülme gülüm!
Toparlanacağız, birlikte, ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
Hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!
Kaynak: Yok Yolcu, Yazar: Kâmil Erdem, Sel Yayıncılık, 110 sayfa
edebiyathaber.net (31 Mart 2022)