Prusyalı büyükannesinden dinlediği Slav masallarıyla büyüyen yazar Sophie Anderson halk masallarını yeniden tasarlamak temasıyla kaleme aldığı kitaplarını her yaştan okurlara sunmakta oldukça marifetli. Farklı folklörlerin ilham veren eskil yapısından beslenmekten keyif alan Sophie Anderson ailesinin farklı ulusların bireylerinden oluşması yönünden de şansını çok iyi kullanıyor. Yazar annesi ve hikâye anlatıcısı büyükannesi, Anderson için halk hikayelerine bir yakınlık sebebi olmuş, yazdığı ders kitaplarının yanında mitlere özgürce yorum getirmekte de başarılı olmuştur.
Sophie Anderson’ın Rus folklöründen esinlenerek yazdığı ilk kitabı Tavuk Bacaklı Ev, eski bir Baba Yaga masalının sihirle geri dönüşünün hüzünlü ve insani gerçeklerle dolu bir yeni tasarımıdır. Anderson sözü diriltmede ve bugüne uyumlu kılmaktaki becerisini bu kez de Ayıyla Konuşan Kız kitabında kullanıyor.
Zamanın başlangıcındaki halklar için ayıları bu kadar önemli yapan şey neydi? İlkel insanlar ayıları ritüel uygulamalarında neden kullanıyordu? Sembolizmin antik düzeninde ayıların bu kadar çok alımlanması insanın ayıyı bazı şeylerle kişileştirmesinden kaynaklanıyor olabilir, korku ve cesaret gibi. Gerçekten de ayılar hem hayranlık uyandıran hem de korkutan varlıklardır. Yuvaları ormanın derinliklerinde olmasına rağmen bir ormanda her an bir ayıyla karşılaşabilirsiniz zira ormanlar ayı için bir ev gibidir. İnsanın doğadan ayrılmadan önceki zamanlarında ayıyla bu sık karşılaşmaları bellekte yer edinir, bu hatırlayışı bir kültür pratiği olan ayinlerde sık sık ayıların kullanılmasıyla biliyoruz. Ayı hem şifayı hem de erginleşmeyi simgelediği gibi içeriden konuşan varlığı da simgeler. İnsandaki bu insan olmayan sesin bir yüze ihtiyacı vardır, zaman öncesi zamanlarda bu yüze bir ayı veyahut bir başka yırtcının yüzü yerleştirilir. Öyle ki, Kızılderililer ayılardan sanki bir insandan söz eder gibi söz ettiler, ayıları bir insanı anar gibi andılar. Arizona’nın yerli halkının bir deyişi bile vardı ayılar için: Ayı yarı insandır. Ayıyla Evlenen Kız ve Ayının Sözünü Saklayan Çocuk gibi halk masallarının olduğunu da düşünürsek ilkel bilinç için ayıların gerçekten önemli olduğunu söyleyebiliriz. İlkel insan, ayıya bir kutsallık atfediyordu, dünyaya ait olan bir kutsallık.
Ayıyla Konuşan Kız kitabı “Beni büyüten ayıyı hiç unutmuyorum.” cümlesiyle başlar. Okur bu hatırlayışta —unutmaya direnmede kahraman ile yazarın ortak kaderini hissederek bilir, eski hikayeler toplayıcısı bir yazarın doğadan ayrılmayışındaki sapmayı görür. Eskiyi bırakmak istememek bugüne ayak uyduramamak demektir. Kitabın kahramanı Yanka da bu uyumsuzluğu büyüdüğü köye ait olamama, aidiyet besleyememe duygularıyla yaşar. İki yaşındayken bir mağara ağzında bulunan Yanka on sene sonra bilinmezlik hissinin her gün içinde büyüttüğü boşluğu bir arayış gerginliği ile deneyimler. Bu arayış, Ayıyla Konuşan Kız hikayesinin itici gücü, raison d’être’ı olur. Fiziksel özellikleriyle yaşıtlarından ve ırkından ayrılan Yanka, yanlış bir yuvada farklı bir tür gibi kendilik bilincini duyumsar. İşte bugünlerde arkadaşı Sasha ile ormana gittiğinde benliğinin hikâyesine çok yaklaştığını, rüzgârın ona kim olduğunu söyleyeceğini hatta ağaçlardan kendiliğinin sırrını duyacağını hisseder. Yanka’nın bilinci ormanda sonsuza açılıyordur. Tam bu esnada karlı bir ağaç dalına tünemiş pespembe şakrak kuşu Yanka’ya bağırır: “Ayı Yanka! Ormana geri dön! Sen oraya aitsin!” Bu çağrıdan sonra eve dönüş hasreti güzelleşen Yanka okuduğu her kitapta, dinlediği her hikayede kendine dair sırların çağrışımlarını yakalayacaktır. Bu yanıyla Ayıyla Konuşan Kız bir özlemin bilmecesidir. Evrensel bir özlemin bireylerce paylaşılmış ev bilmecesi.
Sophie Anderson’ın Ayıyla Konuşan Kız kitabı çocuk/genç kitaplarının yetişkinler tarafından da okunabileceği isyanını haklı çıkaran adeta pekiştiren bir kitap. Her yetişkinin bir çocuk olarak okuduğunda neler hissedebileceği sorusunu soracağı ve yine de bir yetişkin olarak okumaktan da şükür duyacağı Ayıyla Konuşan Kız hepimizin yolculuğuna saklanmış özlemleri uyandırıyor. Bir evde gözünü açmış olmanın o eve ait kılmadığı ortak gerçekliğinde biz insanları yeniden o kadim soruyu, kim olduğumuzu ve yerimizin neresi olduğu sorusunu sormaya çağırıyor. Kuzey Dakota’da Missouri nehirleri arasında yaşamış Söğüt halkının ruhu muhafaza için yaptığı siyah beyaz taş üzerine ayağa kalkmış ayı sembolü taşın altından sarkan kartal kanatları ile söze ihtiyaç duymaksızın eski sırları ve hasretleri yanıtlıyor. İnsanın evine dönmek istediğinde Sophie Anderson’ın Yanka’sı gibi ayağa kalkması ve bir kuşu dinlemesi yeter, ev bulunacaktır.
edebiyathaber.net (7 Ekim 2023)
“Yolculuğa saklanan özlemler | Keda Bakış” üzerine bir yorum